SANAT VE İHTİŞAM ŞEHRİ 'SAİNT PETERSBURG'

'SANAT VE İHTİŞAM ŞEHRİ 'SAİNT PETERSBURG'

Bir akşam evde otururken eşime bir telefon gelmişti. Arayan numara İsviçre'ye aitti. Şaşırmıştık! Telefonu açtığında arayan kişinin İsviçre'de çalışan arkadaşımız Deniz olduğunu öğrenmiştik. Kısa süreli bir sohbetten sonra konuşmayı karşılıklı olarak sonlandırmışlardı. Eşimin  yüzünde güzel bir tebessüm vardı. Anladığım kadarıyla Deniz güzel bir haber vermek için aramıştı. Eşim telefonunu bırakıp yanıma gelerek bana müjdeli bir haberinin olduğunu söylemiş ve anlatmaya başlamıştı.

Deniz'in çalıştığı firma eşimin cv'sine (öz geçmiş) ulaşmış ve eşimi  firmanın bir diğer ofisi olan Saint Petersburg ofisi için görüşmeye davet etmişlerdi. Eğer daveti kabul edersek hafta sonu için uçak biletlerimiz alınacak ve Saint Petersburg'a gidecektik. Kısa süre içinde karar verip Deniz'e dönüş yapmamız gerekiyordu. Çünkü bizim kararımıza göre firma biletleri alacaktı ya da almayacaktı. Bu hayatımızı değiştirecek bir teklifti. Karşımıza çıkan iyi bir fırsat olabilirdi. İkimizde çok mutluyduk. Hiç beklenmedik anda böyle teklif almak kimi mutlu etmezdi ki... O akşam eşim ile bir karar vermemiz gerekiyordu. Her şeyi artısı ve eksisi ile değerlendirmeye başlamıştık. Saint Petersburg soğuk bir iklimdi kışın duruma göre sıcaklık - 30 derece'ye kadar düşebiliyordu, böyle bir iklim bizim alışma sürecimiz için zorlayıcı olur muydu? Çok göç alan bir şehir değildi, kendimizi çok yabancı hisseder miydik? Araştırmalarımız sonucu biraz da pahalı bir şehir olduğunu öğrenmiştik acaba kazanacağımız miktar ile orada geçinmekte zorluk çeker miydik? Bu gibi sorulara yanıt bulmaya çalışıyorduk. Çünkü gittiğimizde karşımıza çıkan her teklife hazırlıklı olmak istiyor, orada aceleci karar verip sonrasında mutsuz olmak istemiyorduk. Önce Saint Petersburg'a yapılan seyahat belgesellerini izleyerek şehri kısmen de olsa tanımak istedik. Daha sonrasında da orada yaşayan Türk ve yabancı kişilerin Saint Petersburg'da yaşam adlı videolarını izleyip, yazılarını okuduk . Kafamızda hem şehir ile ilgili hem de şehir'deki yaşam ile ilgili bir şeyler canlanmaya başlamıştı. Sanırım kararımızı vermiştik. Saint Petersburg'a gidiyorduk. O gece heyecandan gözüme uyku girmemişti. Daha önce görmediğim bir şehre yolculuk edecek olmanın heyecanı ayrıyken, o şehre yerleşme ihtimalimizin olması beni ayrıca heyecanlandırıyordu. Ben izlediğim videolarında etkisiyle hayaller kurarken gün yavaş yavaş ağarmaya başlamıştı. Hiç uyumamama rağmen gözümde bir damla uyku yoktu. Görünen o ki eşimde de durum farksızdı. İkimizde bütün gece uyumamıştık. Kalktığımızda İsviçre ile aradaki saat farkını hesaplayarak Deniz'i aradık. Yanıtımızın olumlu olduğunu , firma için de uygun olan gün ve saatte görüşebileceğimizi söyledik. Deniz olumlu dönüşümüz için çok sevinmişti, iş durumunu ayarlayabilirse bize eşlik etmek için ailesi ile birlikte Saint Petersburg'a gelecekti. Telefonda bu şekilde  bir konuşma gerçekleştirmiştik. Görüşmeyi sonlandırdıktan sonra daha da heyecanlanmış günleri hesaplamaya başlamıştım. Bugün günlerden salı, cuma günü gitsek çarşamba ve perşembe iki günümüz kalmış diye kendi içimden düşünüyordum. Oysa ki daha hangi gün gideceğimiz belli bile değildi. Heyecan işte, insanın içi içine sığmıyor. Çarşamba günü aldığımız habere göre ise cuma günü sabah saat 10:00 için uçak biletlerimiz alınmıştı. Artık kesin olarak gidiyorduk. Bekle bizi 'SAİNT PETERSBURG'...

   Normalde kısa olan ama bana aylar gibi gelen iki günlük süre nihayet ki geçmişti. Uçağımız İstanbul havalimanından kalkış yapacaktı. Sabah 08:00 gibi havalimanına ulaşmıştık. Bagaj ve pasaport kontrol işlemlerinden sonra uçağa alınmaya başladık. Kapılar kapandı, kaptan pilot anonsunu yaptı ve artık Karadeniz semalarına doğru yükselmeye başlamıştık. Uçuşumuzun yaklaşık olarak 4 saat sürmesi bekleniyordu. Koltuğumun cam kenarı olmasının verdiği mutlulukla güzel manzaralar eşliğinde yolculuğumuzu gerçekleştiriyorduk. İstanbul'u serin ve güneşli olarak arkamızda bırakmıştık. Saint Petersburg'a yaklaştıkça güzel manzaraların yerini bulutlar almaya başlamıştı bembeyaz pamuk gibi bulutlar...

( Uçaktan manzaramız )

Kaptan pilotumuz inişe geçtiğimizi anons ettiğinde ise beyaz bulutlar renk değiştirip yerini kara bulutlara bırakıyordu. Ben bulutları ve şehri izlerken uçağımız Pulkovo havalimanına iniş yapmıştı. Kara bulutların nedeni şimdi belli olmuştu, dışarıda soğuk ve yağmurlu bir hava bizi bekliyordu. Uçaktan inip pasaport kontrolü için sıraya girmiştik. Rusların disiplinli ve sert tavrı burada hemen etkisini göstermeye başlamıştı. Eşim ile sırada yan yana bekliyorduk. Pasaport kontrolü yapan kabinlerde ışıklı bir sistem kurulmuş sizden önceki kişinin işlemi bitince ışık yanıyor ve siz ışık yandıktan sonra gidebiliyorsunuz. Biz beklerken ışık yandı ve eşim ile birlikte ben de gittim. Kabine birlikte geldiğimizi gören kadın görevli dışarıya çıkıp ışığı göstererek sert bir üslup ile beni uyardı. Daha önce gittiğimiz hiç bir havalimanında böylesi bir tavır ve üslup ile karşılaşmamıştım, bu durum beni çok şaşırtmıştı. Bu tatsız anıdan sonra havalimanından valizimizi alıp çıkış yaptık. Çıkışta firmanın  bizim için ayarladığı bir araç gelmişti. Araçtan çok tatlı, güler yüzlü ve  ton ton bir şoför inip valizimizi alıp bagaja yerleştirdi. Araca binmeden önce kapımı açıp nazik bir davranışta bulunmasını da hiç unutmuyorum. Yolculuk boyunca konuşma fırsatı bulduğumuz bu tatlı ton ton şoförün adının Patricia olduğunu öğrenmiştik. BizE nereli olduğumuzu sorduğunda, ' We are from Turkey' (Türkiyeliyiz) yanıtını alır almaz içten samimi bir kahkaha attı ve başladı anlatmaya; Geçtiğimiz yaz aylarında iki yıl üst üste Bodrum'a geldiğini  ve Bodrum'a nasıl hayran kaldığını, Türklerin misafirperverliklerini, eğlencelerinin kendisini nasıl etkilediğini anlatıyordu. Daha önce İstanbul'u ziyaret ettiniz mi?  sorumuza yanıtı ise; "İstanbul'a daha önce gelmedim ama çok merak ediyorum, bir sonraki durağım kesinlikle İstanbul olacak dedi ve Türkiye'yi çok sevdiğini de " ekledi. Türkiye'yi bir yabancıdan güzel kelimelerle duymak bizi de mutlu etmişti. Hoş sohbet ve kısa bir şehir turundan sonra kalacağımız otel olan " Solo sokos otel" 'e ulaşmıştık. Mrs Patricia valizimizi indirip gittikten sonra otel'in resepsiyon bölümüne geçtik. Resepsiyonda bizi küçük bir sürpriz karşılamıştı. Resepsiyona gidip kimliklerimizi verdiğimizde adımıza bir rezervasyon olmadığını öğrenmiştik. Bu olay karşısında şaşkınlığımızı gizleyemeyip tekrar kontrol etmelerini rica ettik ve sonrasında öğrendik ki, bizim için "Solo sokos Palace otel"de bir rezervasyon yapılmıştı. Patricia yanlışlıkla bizi,  kalacağımız otelin bir diğer şubesine getirmişti. Yardımları için oradaki personele teşekkür edip, valizimizi alıp dışarıya çıktık. Yağmurlu ve soğuk bir gündü.  Yağış nedeniylemi bilinmez tabi,  taksi bulmakta epey zorlanmıştık. Yaklaşık olarak yarım saatlik bir beklemeden sonra nihayet cadde üzerinde boş bir taksi bulabilmiştik. Taksi'ye binmemiz ile inmemiz bir oldu neredeyse, meğerse iki otelin arasında sadece beş dakikalık bir mesafe varmış. Taksi'den indiğimizde karşımda görmüş olduğum bina tıpkı eski sarayları andırıyordu. Cadde boyunca baktığımda da evler eski ama şık bir mimariye sahipti. Her biri tarihin gizli yaşanmışlıklarını üzerinde barındıran, bir o kadar da modern tasarımlarıyla göze hoş gelen binalardı. Saint Petersburg daha şimdiden sanatın ve ihtişamın izlerini gözler önüne sermeye başlamıştı. Bu güzel manzaralar eşliğinde otelden içeriye giriş yaptık. Bu defa kimliklerimizi verdiğimizde hiç bir sorun yaşamadan işlemlerimiz yapılmış ve odamıza çıkarılmıştık. Odamıza geldiğimizde de binanın dış mimarisinin aksine modern şık mobilyalar ile tasarlanmış bir oda karşılamıştı bizi. Sanki geçmiş ile gelecek harmanlanmış gibiydi. Kısa süreli bir dinlenme sonrası saate bakmıştık ve 16:00 olduğunu gördük. 16:30 gibi firmadan bir kişi eşimi almaya gelecek ve görüşmeye götürecekti. Eşim hemen hazırlandı ve belirtilen saatte lobi'ye indi, ben de eşyalarımızı yerleştiriyor bir yandan da odamızın penceresinden bu güzel şehri seyrediyordum. Eşim gideli iki saat olmuştu. Merak etmeye başlamıştım. Acaba her şey yolunda mıydı?  Görüşme nasıl geçmişti? Ben tam bunları düşünürken eşim aradı ve sesi mutlu geliyordu. Görüşme güzel geçmişti, akşam da  ofisten bir kaç kişiyle yemeğe gideceğimizi söylemişti. Yarım saat sonra lobide olacaklardı. Ben de hemen hazırlanıp eşimin belirttiği saatte lobiye inmiştim. Lobi'de beni eşim karşıladı ve ofisten birlikte geldiği kişilerin yanına gittik. Tek tek tanışma fırsatı bulduğum ofis çalışanlarının isimleri, Aleksey, Sergey ve İvandı. Aleksey; Sergey ve İvan'ın bölümünde yöneticiydi ama ona rağmen çalışanlarıyla  arkadaş gibi yakın ve samimiydi. Kısa süren ayak üzeri sohbetten sonra yemek için rezervasyon yapılan Lahta center bir diğer adıyla Gazprom'a doğru yola çıkmıştık. Bu bina Saint Petersburg'un en yüksek ve en gösterişli ilk gökdeleni unvanını taşımaktaydı. İçerisinde bilim ve eğitim kompleksi, spor ve boş zamanlarını değerlendirebileceğin tesisler ve açık hava amfi tiyatrosu bulunuyordu. Rusya ve Avrupa'nın en yüksek gökdeleni unvanı taşıyan bu binayı görecek olmak ve bu akşam orada vakit geçirecek olmamız beni çok heyecanlandırmıştı.Yaklaşık 20 dakikalık bir yolculuk sonucu "Lahta center " binasına ulaşmıştık. Bu gösterişli gökdelenden içeriye giriş yaptığımızda, muhteşem bir tasarım ile karşılaşmıştık. Bu binanın gerek konumu gerekse tasarımı nedeniyle oturduğun her yerden Saint Petersbug'u net bir şekilde görebiliyorduk. Bu gerçekten muhteşemdi. Yemek çok keyifli geçiyordu. Aleksey ve arkadaşları gerçekten çok sevecen ve cana yakındı. Sıkılmamamız için bizimle uzun uzun sohbetler ediyorlar ve güzel bir akşam olması için ellerinden geleni yapıyorlardı. Sohbet sırasında yarın için bize bir tur rehberi ayarladıklarını ve sabah 10 gibi buluşacağımızı söylediler. Bu gerçekten çok ince düşünülmüş güzel bir organizasyondu. Böylesine güzel bir şehri rehber eşliğinde gezmek bizim için eşsiz bir deneyim olacaktı. Keyifli, güzel geçen bir yemeğin ardından artık kaldığımız otel'e doğru yola çıkmıştık. O gece deliksiz güzel bir uykudan sonra çok erken bir saatte uyanmama rağmen çok iyi dinlenmiştim. Gün içinde gezeceğimiz yerleri görmek için sabırsızlanıyordum. Eşimde benden kısa bir süre sonra uyanmıştı hemen hazırlanıp kahvaltıya indik. Kahvaltı salonuna girer girmez bizi taş örme duvarlar, devasa sütunlar  ve nostaljik bir tasarım karşılamıştı. Sanki kahvaltı salonu değil de tarih kokan bir müze'ye giriş yapmıştık. Bu tasarım gerçekten çok güzeldi. Bu güzel kahvaltının ardından  adının Alexandra olduğunu öğrendiğimiz tur rehberimiz  bizimle iletişime geçtikten kısa bir  süre sonra       " Otele geldiklerini, şayet hazırsak bu güzel güne başlayabileceğimizi" söylemişti. Biz de büyük bir heyecanla eşyalarımızı alıp dışarıya çıkmıştık. Çıkışta bizi hemen Alexandra ve yanında aracı kullanmak için görevli Yuri karşılamıştı. Kısa bir tanışmanın ardından araca binip ilk durağımız olan Neva nehri kıyısına gitmiştik. Neva nehri Ladoga gölünden başlayıp, Saint Petersburg'dan  Finlandiya körfezine dökülen bir akarsudur. Uzunluğu yaklaşık olarak 74 km olan Neva nehri orta çağ döneminde Volga nehri ve Baltık ülkelerini birbirine bağlaması açısından oldukça önemli bir akarsuydu. Alexandra'nın  paylaştığı bu bilgilerden sonra Neva nehrinin ne kadar önemli bir konumda olduğunu bir kez daha anlamıştık. Nehrin kıyısında Mısırdan getirilmiş olan aslan heykelleri buluyordu. Bir rivayete göre bu aslanların bir gizemi varmış. Aslanları sevip daha sonrasında da eğilip kulağına söylemiş olduğunuz dilekler bir süre sonra gerçekleşiyormuş. Ben de bu geleneğe uyup aslanı biraz sevdikten sonra kulağına dileğimi fısıldadım. Bir gün sizinde ziyaret etme fırsatınız olursa denemenizi öneririm.