Taksim Emirgan Otobüsü

Değerli dostlar 

Unutamadığım, bende iz bırakan, bazen keyifle bazen de acı acı gülmeme sebep olan anılarımı, arada bir sizlerle paylaşmak istiyorum.

Mülkiyeli arkadaşlarım için bu anıların çoğu belki ikinci baskı gibi olacak ama ne yapalım dostlukları olduğu gibi anıları tazelemekte de yarar vardır diye düşünüyorum.

TAKSİM-EMİRGAN Yıl 1980 aylardan Kasım veya Aralık. 12 Eylül Darbesinin henüz dumanı tütüyor.Taksim Meydanında 40 numaralı Emirgan otobüsünü beklemekteyim. Beşiktaş’ta inip su anda Kaymakamlığın yerleşik bulunduğu sahil tarafındaki sahanın içinde bulunan Beşiktaş Musiki Derneğine gideceğim. (Hocamiz rahmetli Radife Erten. Türk Müziği ile uğraşanlar hatırlar Acemaşiran makamındaki "mavilim" şarkısı ile adeta özdeşleşmişti. Kızınca oğlum, kızım gözünü aç bir tane Radife Erten var derdi. Ç çok iyi bir hoca idi Allah rahmet eylesin.) İhtilal ertesi ya, etrafta asker polis bol, hava da kararmakta. Nereden zuhur etti ise orta yaşlı bir zat bizim kuyruğun kenarında yere yığılıverdi. Millet olarak adetimizdir , birkaç kişi adamın üzerine adeta çullandık yanağına ufak tokatlar atıyor, gömleğinin düğmelerini gevşetiyoruz. Kuyruktaki bir hanım – şivesinden anladığım kadarıyla gayrı müslim idi- böyle olmaz açılın havasız kalacak diyerek adamın yanına geldi, sonra çantasından küçük plastik şişedeki kolonyasını çıkardı adama koklattı. Bizim kuyruk ekibi büyük bir iyi niyetle ilk yardim telaşında iken bir bekçi çıkageldi. Onun ilk yardım ve ayıltma taktikleri bizimkinden çok farklı idi, hastanın gerçek sahibi ve işin erbabı edasıyla bizleri iterek geçti baygın kişinin başına. İtiyor dürtüyor abuk subuk hareketler yapıyor. Kuyruk sakinleri, başta ben, bekçiye - af buyrun- “höst” dedik ve bu şekilde davranmasını protesto ettik. Bekçi ne yapsa beğenirsiniz sarhoş bu herif diyerek yardeki hastayı tekmelemeye başladı, ben de vatan kurtaran aslanım ya, otuz yaşımın bütün enerjisiyle kendisini kolundan sürükleyerek hastanın yanından aldım, bir iki itiş kakıştan sonra kuyruktakilerin de bağıra çağıra protestoları arasında bekçi dayımız görev (!) mahallinden ayrıldı. Hasta yerde baygın , biz ayıltmaya çalışırken bir yandan da durum değerlendirmesi yapıyoruz insanlığın öldüğünden, bekçinin dangalaklığından vs konuşurken Taksim Anıtının önündeki manganın nöbet değişiminin yapılmakta olduğunu görüyoruz. Başlarında bir asteğmen. Ben gidip asteğmene durumu anlatıyorum. Adam asteğmen değil orgeneral sanki (darbe zamanlarında küçük rutbeli subaylar adeta birer mareşal kesilirler) siz de nereden çıktınız der gibi lütfen beş on adım atıp benimle birlikte baygın adamın yanına geliyor bir iki ahkam kesiyor ve anıtın önüne geri dönüyor. Biz, kuyruk sakinleri ülkeyi kurtarma muhabbetlerimizi daha da yoğunlaştırıyoruz sayıp sövmediğimiz kurum kalmıyor usulü dairesinde. Derken daha sonra emniyetin ikinci şube aracı olduğunu öğrendiğim sivil plakalı bir minibüs (ilk yardım uzmanı bekçi haber salmış olmalı) canhıraş bir süratle bizim kuyruğun önünde kazık fren yaparak duruyor. Araç henüz tam durmadan fedai tavırlı birkaç polis aşağıya atlayıveriyor. Birisini dövmeye gelmiş gibi. Yerdeki baygın vatandaşa hamle yapıyorlar o sırada kuyruk sakinlerinden her çorbaya tuz her limonataya buz nizamı alemden sorumlu Emin Kutsal “polis bey az evvel burada bir bekçi vardı yerdeki bu baygın adamı tekmeledi bir insanlık suçu işledi” diye bağırarak öne atlayıveriyor. ( sana ne elalemin derdinden be adam, sus bekle otobüsünü , bin, çek git işine , çoğu eğitimli mümtaz şahsiyetlerden oluşmuş Emniyet Teskilatinin geri kalmış olanlarını eğitmek senin işin mi , yoooook…. Serde af edersiniz b … yedi başılık var, kaşınıyorum) Polisin cevabi “sus ulan sen bekçiye yardım mı ettin biz biliyoruz senin ne halt ettiğini”. Haydaaaa al başına belayı. El cevap :” ulan falan diye hakaret edemezsin , kamu gorevi yaparken vatandaşa saygılı olacaksın" . Adam "Ulan ben saygıyı senden mi öğreneceğim"  diye beni itip dürtmeye, boğazımı sıkmaya başlamasın mı? Gömleğim yırtıldı, elimdeki dosya yere düştü notalar saçıldı . Can havli ile adamı olanca gücümle ittim , kaldırıma takılıp sırt üstü yere kapaklanmasın mı, al başına püsküllü belayı . Minibüsten daha sonra baş komiser olduğunu öğrendiğim kişi de indi , atın şunu arabaya komutu ile adamlar beni minibüse alıverdiler. Bu arada ben can havli ile ve de adeta yalvaran gözlerle kuyruğa bakıyorum " Var mı benden yana ifade verip icabında beraber gelecek bir yiğit"der gibilerden. Millet hipnotize olmuş gibi , tık yok. "Yahu diyorum az evvel burada yaşananları hep gördünüz mangalda kül bırakmadınız, iki lafı olan yok mu?" Yok. Pıss. Hepsi başka yöne bakıyor . Vay canınasına. Kaldık mı iyot gibi açıkta. Benimle beraber baygın adamı da karga tulumba aldılar içeriye. Evvela şu adamın işini halledelim diyerek. Taksim İlk Yardim Hastanesinin yolunu tuttuk. Bu alkol komasına girmiş, filanca hastaneye götürün denmiş ama bunların hasta ile uğraşmaya niyetleri yok , arabada bir cani var o daha önemli. Adamı külçe gibi hastanenin bir köşesine attılar tekrar yola revan olduk. Düşünebiliyor musunuz ihtilalin bütün hışmı sürmekte, ben ikinci şube minibüsünün içindeyim , üstelik ikili koltuğun kenarına beni kaçacakmışım gibi sıkıştırarak hapseden genç polisi iterek yere düşürmüşüm , yani bir çeşit sabıkalıyım . (Akranım olan dostlarım hatırlarlar ihtilalin ilk günlerinden itibaren askeri ve mülki amirler en küçük fırsatta kaşının üstünde gözü olan herkesi nezarethanelere balık istifi doldururlardı. O hengamede derdini anlat anlatabilirsen. İnsanlar öbek öbek kaybolurlardı ortadan. Bunları düşündükçe minibüsün içinde gerçek bir dehşet yaşıyordum. (Bu gün darbecileri hangi duygularla yad ettiğimi siz tahmin edin.) Minibüse bindiğimde ilk sözleri : ne iş yaparsın hüviyetini göster oldu. O tarihte Denizyollarında müfettişim. Ama yanımda hüviyetim yok. "Nereye gidiyorsak orada anlarsınız benim kim olduğumu ! " dedim. (breh breh breh ) "Oğlum Emin diyorum kendi kendime, korktuğunu belli eder bunlara özür makamında bir iki kelam edersen hele hele abi mabi diye aman dolu sözler söylersen iste o zaman tam ……eeeee ne diyelim ayvayı yersin (tabii bunun ayva olmayacağını takdir edersiniz.), olabildiğince dik dur , punduna getirip tanıdığın kaymakamlardan , bir iki üst bürokrattan da söz etmeye calış , hatta sazı eline al onlara pek fırsat bırakma" diyorum. Ve hemen lafa giriyorum (anladığım kadarıyla gittiğimiz yerde kim olduğumu anlarsınız blöfünü görememişlerdi ve bu söz onları beni çözmeye sevk etmişti ) (Aziz Nesin’ in bir hikayesinde; pavyonda hadise çıkarıp karakola götürülen gençler dayaktan geçirilirken içlerinden biri devrin içişleri bakanı , müsteşarı, emniyet genel müdürü vb gibi bilumum ekabirin telefon numaralarının yazılı olduğu fihristi bir punduna getirip baş komisere gösteriveriyor. Baş komiserin gözleri fal taşı gibi açılıyor. Maiyetindekilere ulan şerefsizler bu güzide genci, bu pırlanta gibi vatan evladını neden buraya getirdiniz. Yavrum kusura bakmayın sizin böyle onun bunun çocukları içinde ne işiniz var eminim ki bir yanlışlık olmuştur" falan deyip ala vala ile kapıya kadar refakat edip genci uğurluyor. İkinci şube minibüsünde yarı tutuklu gibi dolaştırılırken cebimden telefon fihristi falan çıkaracak halim yoktu ama üç buçuk atmama rağmen canımı dişime takıp öyle bir dik durdum , referanslarımı öyle etkili dile getirdim ki helal olsun bana yau. Neyse dönelim hikayemize.

Sizin köyde diye tekrar başlıyorum lafa, serçeye dumdum kurşunu mu atarlar ? "ne demek istiyorsun diye soruyor başkomiser. Ne demek isteyeceğim yerde hasta bir adam yatıyor , bekçi gelip tekme atıyor namuslu vatandaş da isyan edince dayak yiyor. Bu mu Türk Polisi bu mu hakkaniyet , bu mu adalet. Bu arkadaş bu hareketinin cezasını mutlak görecek diyorum parmağımı omuzumun üzerinden beni tartaklayan polisin yönüne sallayarak. Bu arada sinirden gerilimden korkudan ağzım kurudu, dilim damağıma yapıştı konuşmakta güçlük çekiyorum, ama bir taraftan da külhani ve cesur bir tavır takınıp korkumu gizliyorum. Mırıldanarak anlamayacakları şekilde sesler çıkarıyorum. Maksat dik durmak. Genç olanlarından o ana kadar hiç konuşmamış olan biri sen sarhoşsun ağzın kuruyor dedi. Gittiğimiz yerde muayene eder anlarsın, bu sözünün hesabını da ayrıca göreceğiz " diyorum (cart kaba kağıt) "Yalnız nereye gideceksek bir an önce gidelim.! Ekipte yumuşama, isi uzatmama temayülleri belirdi . Aralarında fısıldaşmalar oluyor ,hepsi adına önde oturan baş komiser konuşuyor “ama beyefendi biz de insanız günde şu kadar çalışıyoruz icabında arkadaşımızın beynini yerden topluyoruz , bizim elimizde Kırıkkale , anarşistin elinde şu marka silah……"  "Ohh diyorum, oh ki ne oh, sen bu isten kazasız belasız dayak yemeden, nezareti boylamadan sıyırdın oğlum Emin" diyorum içimden. Baş komiserin “beyefendi” hitabı ve teşkilatın sorunlarından bahsetmesi iyice moralimi yükseltiyor. Tutukluluk psikolojisinden iyice sıyrılıyorum. Korkum azaldıkça öfkem ve cesaretim de artıyor. Tekrar alıyorum sazı ele , lanet olsun Ankara SBF den mezun olduktan sonra İçişleri Bakani Sn Oğuzhan Asiltürk ile görüşerek polis olmayı kafama koymuştum iyi ki olmamışım böyle bir teşkilata mı girecektim . ( Bu, bizim sınıftan ismi bende sakli bir arkadaşımın yaşadığı olaydı. Doğrudan doğruya bakanın kapısını çalıp Emniyet Teşkilatına girmişti. İsmi geçen sn bakanın hukuk siyasal vb fakültelerden mezun olup polis olmak isteyenlere olumlu yaklaştığını ve teşvik ettiğini net hatırlıyorum.) Devam ettim: " Eminönü kaymakamı olan arkadaşımla da geçenlerde bu konuyu görüşüyorduk , Emniyet Teşkilatına girmemekle çok doğru yapmışsın dedi, dedim. (Eminönü Kaymakamı ile hakikaten biraz hukukum var ama arkadaşım falan değil benden en az 15 yaş büyük ,ağabey dediğim bir üstat üstelik o anda sorsalar korku ve heyecandan ismini hatırlamama imkan yok ismi, yanımda olmayan telefon defterimde yazılı .) Bir de nasıl bir bağlantı kurduğumu tam hatırlayamıyorum ama eşi akrabam olan o tarihteki Londra Büyükelçisine getirdim lafı. Kendisine MİT te calışmak istediğimi söylemiş ve fikrini sormuştum , ama tasvibini alamayarak bu düşüncemden vazgeçmiştim. Ben bu olayı değerli ikinci şube ekibine : “Şu sıralarda MİT’ e tayinimi bekliyorum ama sayenizde bu kararımı bile gözden geçireceğim” diye naklederek son bombayı da patlattım. Zannederim en etkilisi de bu oldu. Bu sefer baş komiser efendim diye konuşmaya başladı . "Hah "dedim "yola gelin ", ama bir yandan da aklıselim bana ; " fazla uzatma blöfun de bir sonu var, işin şeyini çıkarma bir an önce bu işten yırtmaya bak çalılıklar arasında kaybol " diyor. Bu blöf ve dik duruşların bir de tamamen geri tepmesi olasılığı var ki hafazanallah. Bir çuval incir berbat olur. "Ulan kes be ateş olsan cürmün kadar yer yakarsın gideceğimiz yere kadar kapa çeneni" deselerdi ne yapardım bilemiyorum.

Bol ekabir telefonu içeren fihristi silah gibi çıkarıp selamete eren gencin hikayesi yanında, dağarcığımda polisiye tarihine geçmiş başka bir hikaye daha var ki onu hatırladıkça tüylerim ürperiyor, minibüs bana büsbütün hapishane gibi geliyordu. Hikaye şu :bir nedenle karakola düşen adam polislere tehditkar bir tavır takınarak telefon etmek istediğini söyler. Amir hay hay der adamı bir odaya alır. Buyur ara bakalım der kimi arayacaksan. Kendisi de yan taraftaki odaya geçerek aynı hatta bağlı paralel telefonun ahizesini kulağına dayar. Bizimki telefonu alır bir numarayı çevirir. Sözüm ona o devrin önemli ve yetkili bir şahsiyetine ismen hitap ederek senli benli konuşur ve karakol ekibini şikayet eder. Telefonun öbür ucundan karakol amiri devreye girer . Az ve öz konuşur . Has….. ulan. (Allah hiç kimseyi bu duruma düşürmesin) Tekrar dönelim hikayemize. Bütün bu konuşmalar cereyan ederken bizim araç daha doğrusu korku minibüsü taksimin etrafında Sıraselviler, Talimhane, Cihangir, Beyoğlu, Osmanbey vs turlayıp duruyor. Ağabeylerim bir türlü beni bir muvassalata eriştiremiyorlar.( Eti yenemeyecek bir kuşa çattıkları için olsa gerek. Eeee artık bu kadar ,havamız olsun değil mi efenim, ) Arada bir saatime bakarak işim gücüm var hadi nereye gideceksek gidelim, diye sesimi yükselterek bir çeşit atağa kalkmaktan da geri durmuyorum. Tabii ki bu arada tek konu da ben değilim. Baş komiserin elindeki telsize ikide birde can sıkıcı, viyaklamayı andıran sesler ve bilgi talimat, haber mesajları geliyor. Bu da insanın moralini büsbütün bozuyor. Ben bu sevimsiz, sinir sistemimi harabeden olay inşallah hayırlısıyla bir an önce son bulsun diye içimden dua ederken, araba , Taksimin ortasında zınk diye durdu ve baş komiser “beyefendi şikayetçi misiniz” diye sordu. Utanmasam aklımı mantığımı kaybetsem adamın boynuna sarılacağım. Beni bir sinir boşalması ile birlikte bir gülme aldı. Şikayetçi değilim de, al voltanı çek git değil mi, yoook, diyorum ya, fena şımardım . Yukarıdaki teraneyi tekrar doladım dilime . Hasta vatandaş yerde tekme yiyor , tepki gösteren namuslu vatandaş itilip dürtülüyor, ondan sonra şikayetçimisin diye soruyorsunuz, insaf be dedim. Baş komiser özür makamına yakın bir iki kelam daha ediyor. Bu kişi diyorum, beni iten dürten polise tekrar parmağımı sallayarak , benden özür dileyecek. Adam pis pis suratıma bakıyor küfreder gibi. Baş komiser onun namına ben özür dilesem olur mu diyor . (Olmazzz diyerek komisere bir uçan kafa atıyorum derken tabancamı çıkarııııp……..) Hem de ala olur diyorum içimden ve bir iki havalı final cümlesi daha sarf edip minibüsten inerek hürriyeti seçiyorum. Bir daha ayılana bayılana asla ve kat’a karışmamaya ahdederek.

Emin KUTSAL

6 Yorum

Halit Çalışkan

Halit Çalışkan

20 Subat 2021
Ahmet Emin bey aramıza hoş geldiniz 1980 li yılları gözlerimizin önüne çok güzel getirdiniz polis minibüsünden iyi sıyırmışsınız tebrikler yeni hikayelerinizi merakla bekliyoruz
Gulten  Aydeniz

Gulten Aydeniz

20 Subat 2021
Ahmet Emin bey hos geldiniz. Yazınız ilgi ile okudum, okudukça isyanım doruk noktasına vardi. Sabrınız hayran kaldım. Bugünleri düşününce de fazla bireyin değişmediğini görmekten de üzüldüm . Sabredelim guzel günler ilerde. Cok teşekkür ediyorum.
Ümran özbey

Ümran özbey

20 Subat 2021
Ahmet Emin Bey hoşgeldiniz. 80.li yıllarda maalesef izahın olmadığı bir zamanda yaşamışsınız olayı. Şansmı, insafmı hangisi olduysa ucuz kurtulmuşsunuz. Yinede değişen çok şey yok bu durumlarda yazdığınız gibi davranışlar devam ediyor.
Suna Gülgüden

Suna Gülgüden

21 Subat 2021
Maalesef ülkemizden manzaralar bu!! Halkımı çok sevmekle birlikte olaylara kayıtsız kalanlara sinir oluyorum. Sadece konu mankeni olarak yer alıyorlar. Çok güzel bir yazıydı. TEBRİKLER!!
Nurdan Erakıncı

Nurdan Erakıncı

21 Subat 2021
Ahmet Emin bey hoş geldiniz. Anınızı bizimle paylaştığınız için teşekkürler. Kaleminize sağlık.
Ece Kutsal

Ece Kutsal

22 Subat 2021
Herkese merhabalar,söz konusu yazı 4 Kasım 2016 da rahmetli olan babacığım Ahmet Emin Kutsal'a aittir. Kalemi ve mizah yönü çok kuvvetli idi..Yazıyı biz de zevkle ve özlemle okuduk..Siz değerli büyüklerime belirtmek istedim..Ayrıca bu anlamlı yazı ile babacığımın anılmasına vesile olan Serdar Taştanoğlu'na da ayrıca teşekkürler..

Yorum Bırakın

E-Mail adresiniz yayınlanmaz.