HAMDİYE NİNE
Ben sekiz kardeşim yedi yaşındaydık. Okullarımız geçen hafta kapanmış yaz tatiline girmiştik. Annem bir sabah “haydi gezmeye gidiyoruz” diyerek bizim minik valizlerimizi hazırladı. Bu bizim ilk gezimizdi. Bende kardeşimde çok heyecanlıydık. Durup, durup birbirimize sarılıyorduk. “Yaşasın” diyerek birbirimizin beline kollarımızla sarılarak kendi etrafımızda dönüyorduk. Bu bizim adeta mutluluk dansımızdı çok mutlu olduğumuzda yapardık bunu. Otobüse binip hareket ettiğimizde öğrendik Edirne’ye gittiğimizi. Annemize Edirne hakkında o kadar şey sorduk ki Annem sabırlı bir anne olmasına rağmen " kızlar peş peşe bu sorularınıza yetişemiyorum. Sizin bazı sorularınıza Edirne’de yanıt vereceğim " diyerek geçiştiriyordu.
Nihayet Edirne’ye geldik. Annem önce bizi bir pastaneye soktu. Orada limonatalarımızla pastalarımızı yedirdikten sonra bize dönüp “Kızlar bakın Edirne’de gezip görecek çok şey var. Zaten bunun için birkaç gün burada kalacağız. Ancak şimdi üçümüzün yapması gereken çok önemli bir görev var. Önce o görevimizi yapalım mı? ne dersiniz.” deyince kardeşimle ben sevinçle “yapalım” diye haykırmışız. Pastanedeki herkesin bize bakması üzerine ikimizde utanarak ağızlarımızı ellerimizle kapatıp kıkır kıkır gülmeye başladık. Bindiğimiz taksi bizi bir tepeye getirdi. Yüksek duvarlı içinde çok büyük ağaçlar bulunan bir bahçenin kapısı önünde durdu. Taksiden indik ve kapıdan içeri girince burasının bir mezarlık olduğunu anladık. Yüksek bir tepede yeşil vadiye, kuşbakışı bakan bir mezarlık. İkimizde annemizin ellerini sıkı sıkıya tutmuş, merak ve şaşkınlıkla yürüyorduk. Hayatımızda ilk kez bir mezarlığa gelmiştik. Sanırım annem korkmamamız için önceden mezarlık olduğunu söylemek istememişti. Sonradan burada gördüğümüz başka hiçbir yerde görmediğimiz o koca ağaçların “Servi” olduğunu söyledi. Annem bu ağaçların minareye benzediği için mezarlıklara dikildiğini dinimizde kutsal sayıldığını anlattı. Aslında ben hiç korkmadım mezarlıktan. Kardeşimin yüzüne baktığımda onunda yüzünde korku ifadesi olmadığını gördüm. Bir süre sonra annem durdu. Onun ellerini sıkı sıkıya tuttuğumuzdan bizde durduk. Önünde durduğumuz mezarın başındaki yazıyı heceleyerek okuduk. “HAM-Dİ-YE Nİ-NE’ Doğ-um tar-ihi: bil-in-mi-yor Öl-üm tar-ihi: 1-9-8-5 Doğ-um ye-ri: Kil-ise kö-yü, Bul-gar-is-tan Ölüm ye-rİ: Ed-ir-ne”.
Sessizce olduğu yerde duran annem sanki bizim yazıları okuyup bitirmemizi bekliyordu. Kardeşimle ben annemizin yüzüne şaşkın şaşkın baktık. Annem ellerini açmış bir şeyler mırıldanıyordu. Bu sefer sessizce bekleme sırası bizdeydi. Mırıldanması bitince ellerini yüzüne sürdü. Annem “ kızlar burada yatan Hamdiye nine yani onun kabri. Kim bu nine biliyor musunuz? Sizin, babaannenizin, babaannesi. Bu nineniz çok güzel, çok iyi biriymiş ancak sanırım çok şanslı çünkü torununun torunları olarak sizler onu ziyarete geldiniz! Bu çok çok az insana nasip olabilecek bir durumdur.”
O an annemin ne demek istediğini pek anlamadık. Daha doğrusu bir anlam veremedik? Anlayamadığımız bir şey daha vardı. Mezarlığın her yerinde annemin “servi” dediği ağaçlar varken, bu ninenin mezarının tam ortasında başka bir cins ağaç bulunuyordu. Anneme “ bu ağacın adı ne? niye sadece burada var?” dedim. Annem de “çocuklar bu ağaç badem ağacı, mezarın üzerine dökülmüş olanlarda badem” dedi. Şaşırdık, etrafa bakınca gerçekten Ninenin mezarı farklıydı diğer mezarlarda çiçekler veya kötü otlar varken Ninemizde badem ağacı ve bademler. Kardeşim “Anneciğim bir tane badem alabilir miyim.” Dedi. “Evet, doğru ya üçümüzde birer tane badem alıp ceplerimize koyalım.” Bu sefer soru sorma sırası bendeydi. “Anneciğim bu badem ağacı ve bademler niçin mezarda bulunuyor.” deyince Annem kızlar ziyaretimiz tamamlayalım size söz akşam yatmadan önce anlatacağım. Haydi şimdi şu çantamızdaki üç şişe suyu her birimiz açıp Ninenin mezarına dökelim.” dedi ve bizlere birer şişe su uzattı. Hepimiz Ninenin mezarına suları döktük. Kardeşim “ Anneciğim ağaç kurumasın diye değil mi” dedi. Ben annemin yanıtlamasına fırsat vermeden “ tabi ki bak. Ne güzel bademler oluyor” dedim. Annem nedense ikimizin de başını okşadı.
Akşam otelde heyecanla geceliklerimizi giyip annemizin yatağına neşeyle atladık. Ben her zaman ki gibi sağına kardeşim de soluna yatıp. Yine üçümüzün her zaman yaptığı gibi üçlü sıkı sıkıya sarılıp on dakika öyle bekledik. Annem ikimizin de anlından öptükten sonra “Bakın kızlar Hamdiye nine Bulgaristan Kilise köyünde doğmuş, köyün en güzel kızıymış ve çok genç yaşta evlendirmişler onu. Ancak o dönemde Balkan Savaşı patlak vermiş. Bu savaşta daha 18 inde olmayan 2 erkek kardeşini ve kocasını kaybetmiş. Üç erkek çocuğu ile kala kalmış. Onların da savaşa gidebilme ihtimaline karşı korumak için, kağnı arabasında çocuklarını samanların içine saklayarak Edirne ye kaçmış tek başına! Tüm zorlukları göğüsleyerek onları büyütmüş, okutmuş. Biri öğretmen, biri devlet demiryollarında makinist ve diğeri de süvari subayı olmuş. Ancak öğretmen olan genç yaşta ölmüş, Kısa süre sonra da gelini ölmüş. Bir kız, üç erkek torununu Hamdiye nine sahiplenmiş. Büyütmüş, okutmuş, hepsinin iyi tahsilli, Atatürkçü bir birey olarak yetişmesi için çok çırpınmış. Tek kız torunu onun için çok özel bir olmuş. Onu, o dönem için çok farklı bir tahsile yönlendirmiş . Önce Kandilli kız lisesi ardından da Hava Harp okuluna yazdırmış. Halbuki o dönemde kız çocuklar en fazla ortaokul veya biçki dikiş kursuna sonra da everilirmiş. Böylece torunu Türkiye’deki ilk kadın hava subaylarından olmuş! Hamdiye nine bu torunun yanında onlarla yıllarca yaşamış. Subay torun kendisi gibi havacı bir subayla evlenmiş. Hamdiye nine ona hayatı boyunca kol kanat olmuş, hatta torunu işe gittiğinde onun çocukları ile de ilgilenmiş. Torunu görevi dolayısıyla Diyarbakır’da bulunduğunda da hep beraber görev yerine gitmişler. Ancak Hamdiye nine artık çok çok yaşlanmış.
Günlerden bir gün Hamdiye nine torunundan çok sevdiği badem şekerlerinden isteyince torunu “babaannecim, nasıl yiyeceksin, ağzında diş yok ki dediyse de biranda pişman olmuş dur bir dakika deyip badem şekerlerini havanda dövüp toz gibi yapıp ona tabakla uzatınca Hamdiye nine çok mutlu olmuş. Hamdiye nine badem şekerini kaşıkla yedikten sonra hadi bana bir bardakta su ver deyip suyunu içtikten sonra yavrum ömrün uzun olsun bak canım torunum sana ne diyeceğim Artık ben çok yaşlandım, Diyarbakır’ın sert havası ve sıcağı beni çok yoruyor çok etkiliyor, ben memleketime gitmek istiyorum. Torunu iknaya çok uğraştıysada Hamdiye nineyi tanıyanlar bilirlermiş bir kere kafasına koyunca asla kimse önüne geçemezmiş Böylece istemiye istemiye onca yola rağmen onu Edirne’ye yollamak zorunda kalmışlar. Meğerse Hamdiye nine Edirne’ye gitmek istemesi aslında “ ece denilen son’un onu çağırmasıymış” Birkaç gün sonra Hamdiye ninenin ölüm haberi Diyarbakır’a ulaşınca nasıl yıkılmış torun ama kaderin önüne geçilmez denir kızlar işte buda böyle olmuş. Hamdiye nineyi işte bugün gördüğünüz mezarlığa gömmüşler. Sanırım Edirne’ye vardığında oradaki yakınlarına vasiyet etmiş nine mezarına çok sevdiğim badem ağacı ekmelerini “mezarıma gelenler üzülmesin neşelensin bademlerimi toplayarak benim gibi mutlu olsunlar.” Dediği dilden dile dolaşmış. Ancak vasiyetine mi uyuldu yoksa o güzel kadının mezarından kendiliğinden mi badem çıktı kimse bu sorunun cevabını yıllarca bulamadı ama bilinen tek gerçek var ki bugün sizlerin de gördüğü gibi mezarından bir badem ağacı çıktığı. Bu ağaç her sene bademlerini mezarın içine döküyor. Her ziyarete gelen, mezarlıkta su satıp harçlık çıkaran çocuklar komşu mezarların ziyaretçileri onun mezarından badem topluyorlar ama asla ve asla bademler bitmiyormuş. Kardeşimle ben göz göze geldik ve başımızı çevirip komodin üstüne koyduğumuz “üç badem”e baktık. Annem “Nur içinde uyu Hamdiye Nine” dedi ve yeniden bizlere sarıldı ....
Nilgün TEZER
08.06.2020
6 Yorum
Suna Gülgüden
08 Haziran 2020Gülten Aydeniz
08 Haziran 2020Halit Çalışkan
08 Haziran 2020Ayla
08 Haziran 2020Nurdan Erakıncı
08 Haziran 2020Ümran özbey
09 Haziran 2020