KENDİNİ VE YAŞANTILARI AFFEDEBİLMEK

Bir süredir etrafımı temaşa ederken, yolumun üzerinde her sabah karşılaştığım bahçedeki Meleklerin Borazanı Çiçeği’nin kurumakta olduğunu gözlemliyordum. Bugün o bahçede çiçeğin kurumuş halini bile göremedim, tamamen yok olmuştu. Tuhaf tatlı bir hüzün hissettim. Artık her sabah rastladığım, varlığı üzerine düşündüğüm, bana duruş ve haliyle bir şeyler öğreten bu güzel çiçek hayatımdaki görevini tamamlayıp yaşamımdan çıkıp gitmişti. Artık onun bedensel olarak varlığı hayatımdan kaybolmuştu fakat ruhumdaki katkılarını  unutamayacaktım. Tıpkı çevremizdeki her insanın yaşamımızda var olmasının bir sebebi olduğu gibi. Onların tekamül yolculuğumuza iyi veya kötü davranışlarıyla ve bize hissettikleri ile kişisel dönüşümümüze katkı sağladığı gibi..

Yaşantılarımız o kadar ilginç ki, bazen ilişkimiz olan insanlar ile ilgili bakış açılarımız, düşüncelerimiz, ona yüklediğimiz anlamlar zamanla değişebiliyor. Yıllar önce çok sevdiğimiz, değer verdiğimiz, bizi ruhsal olarak anlayabilen ve onu anlayabildiğimiz bir insan bir zaman geliyor ki gönlümüzde duygusal bir his olarak sıradanlığa dönüşüyor. Ne yaparsak yapalım, devam etmesini istesek bile o eski enerjisine dönemiyor ilişki çünkü ruhsal olarak ben değişmişim. O da ruhsal olarak değişmiş veya değişmemiş olsa bile sanki farklılaşmışız ve bu dönüşümler ile birbirimizi ortak bir anlam çerçevesinde kesiştirememişiz. Aslında belki de kader olarak istidadımız, yönümüz bile paralel değildi. Bu aramızdaki enerji akışının durmasının sebebini zaman geçtikçe, birbirimizin özünü tanıdıkça, hayatın bizim için ayrı nehirlerde akması olarak anlamıştık artık. Yaşam, yönümüzün ayrı yollarda olmasının hayırlı olduğuna karar verdi. Biz birbirimizin hayatındaki görevimizi tamamladık ve kendi yolumuza doğru yöneldik. Sanki ayrıldı birbirinden beden ve ruhlarımız. Bedenlerimiz bu dünyada belki de mesafe olarak yakın bile olabilir fakat birbirimizi metafizik evrende hissedemiyoruz . Kuantum enerjisine göre ise bir hissediş alanı yok, böylece koptuk birbirimizden. Tıpkı Candan Erçetin’in lise dönemimizde dinlediğimiz Saçma isimli şarkısı gibiydi bazen hayat..

Aslında hepimizin tıpkı Hz Mevlana ‘yı en iyi anlayan, anlatan ve onu O’na öğreten en güzel dostu Hz. Şems kadar yakın olmayı istediğimiz bir kişi vardı. Fakat o istediğimiz dostluklar ve ilişkiler tam anlamıyla derinleşemedi, ilerleyemedi ya da tanıştığımız ilk zamanlardaki gibi o güzel duygusunda bazı nedenlerden dolayı kalamadı . Belki de o gönüldaş zannettiğimiz insanlar bizi her koşulda sadece Allah’ın tamamen  anlayabileceğini, O’nun yegane, sonsuz destekçimiz ve  sığınağımız olduğunu anlatmak için hayatımızda yer almıştı. O kişi hayatımızdaki görevi bittiğinde yani zamanı geldiğinde bıraktığı izleriyle beraber hayatımızdan ya çıktı ya da hala çevremizde bulunuyor olsa bile yaşamımızda bir sıradanlık olarak yerini aldı. Kemal Sayar Hoca bir yazısında ne kadar güzel ifade etmiş. “Bazen sevdiklerimizi yaşarken toprağa veriyoruz: ‘O artık tanıdığım insan değil!. ‘Sonra sönmüş bir aşkın, kaybolmuş ideallerin, kayıplara karışmış bir güvenin yasını tutuyoruz. “

Aklıma Zuhruf Suresi’nden daha önce dinlemiş olduğum bir ayet geldi. “Ah keşke benim ile senin aranda doğu ile batı arasındaki kadar mesafe olsaydı, meğer sen ne kötü bir arkadaşmışsın”.. Divan edebiyatının önemli şairlerinden Nef-i’ nin bir beyiti ile devam etmek isterim. “Ehl-i dildür diyemem sinesi saf olmayana, Ehl-i dil birbirini bilmemek insaf değil.”

Nazım Hikmet ise “ En güzel deniz; henüz gidilmemiş olandır. En güzel çocuk ;henüz büyümedi. En güzel günlerimiz ; henüz yaşamadıklarımız. Ve sana söylemek istediğim en güzel söz ;henüz söylememiş olduğum sözdür.” diye yazmış bu güzel şiirinde. Nazım Hikmet ‘in bu şiirindeki anlamda neden hep en güzel şeylerin henüz yaşamadığımız, gelecekte var olacağına dair düşüncesine katılmak istemedim. Belki de onun o andaki ruh ve duygu hali bu şekilde olduğu için bu kelimeler ile kendisini ifade etmiştir . Oysaki hatırlanan güzel çocukluk anıları, sevgi dolu anlar, doğa ile iç içe sevdiklerimiz ile olduğumuz anlar belki de şuan ve her an geleceğe bırakacağımız en güzel anımız olabilir. Evet bazı insanlar hayatımızda görevini tamamlayıp gitti belki ama her an yeni bir güzellik hissine, yeni sevgi dolu anlara gebe olabilir. Bütün hafta içi günleri yoğun çalışıp, hafta sonunu dört gözle bekleyen, sonrada hafta sonundaki günleri sıradan bir gün gibi yaşayan, yeni haftaya ise günlerimizi tekrar ederek başlayan yavan insanlara benziyoruz. Hep bir şeyleri, birilerini, geleceği bekliyoruz. Sürekli hayatımızdaki günleri aynı şekilde tekrar ediyoruz, oysaki geleceğimizi kesin planlayamayacak kadar aciziz.

Değerli Nazım Hikmet’in bu şiirini kendi anlam dünyamda, onun ruhunun affına sığınarak şu şekilde değiştirip, hayatıma uygulamak isterdim. “En güzel deniz; şuan girdiğim denizdir. En güzel çocuk; etrafımda gördüğüm her çocuktur. En güzel günlerimiz; şuan yaşadıklarımızdır. Ve sana söylemek istediğim en güzel sözü, kalbimden geçirdiğim bütün güzel hisleri sevdiklerime söylemişimdir ve her an söyleyeceğimdir. “

Geçen zamanlarda gökyüzünü gözlemlediğim bir an vardı. Gökyüzünde o gün zifiri bir karanlık mevcuttu fakat gökyüzünün tam ortasında o anda çizgi şeklinde aydınlık incecik bir bölüm görünüyordu. Hayatta bazen karanlık olduğunu zannettiğimiz zamanlardan geçeriz. Peki o gidenleri, hayatımızda görevi bitenleri, geçmişi ve sürekli geleceğimizi takıntılı bir şekilde düşünmeye mi tutunacağız? Ya da zor da olsa hüzünlerimizin yasını yaşayarak rahatlayıp , sanki gökyüzündeki o aydınlık olan incecik çizgi şeklindeki kısmı  emekle ellerimizle ortadan ikiye ayırarak kendi ruhumuzun gökyüzünü aydınlatmayı mı tercih edeceğiz?

Küçük eski bir doğu hikayesi ile bitirmek isterim yazıyı.

“Bir adam bir bilgeye danışmaya gelir. Çocuğum çok hasta, çocuğuma dua edin diye rica eder. Bilge adam hiç sesini çıkartmaz sadece susar. Cevap alamayınca adam bilgenin yanından gider.  Üç gün sonra o adam tekrar bilgeye gelir. Çocuğum öldü, alçak herif, bir duanı esirgedin bizden. Sen şöyle kötüsün, böyle kötüsün diye söylenip, bilgenin yüzüne tükürüp gider. Aradan bir sene geçtikten sonra vefat eden çocuğun babası tekrar bilgeye gelir. Sana büyük haksızlık ettim, yüzüne tükürdüm. Ben rezil bir adamım beni lütfen affet der bilgeye. Bilge der ki” Senin yüzüne tükürdüğün o bir sene önceki adam ben değilim,o bir sene önceki halimdi. Dolayısıyla seni ben affedemem. Bakıyorum ki sen hala bir sene önceki kendinsin, ırmak aktı gitti zaman geçti. Ama sen hala aynı konuda, aynı yerde, aynı kendinle takılı kalmışsın. Seni bağışlayacak olan da, azad edecek olan da sadece kendinsin diye söyler ”.

Öznur Çetin ÖZCAN

13.09.2022

2 Yorum

Suna Gülgüden

Suna Gülgüden

13 Eylul 2022
Çok güzel bir yazı olmuş Öznur hanım, tebrik ederim. Değişmeyen tek şey değişimdir. Her şey sürekli değişiyor ve biz hepsine adapte olup, kendimizi güncellemeliyiz! Hayatı güzel yapan da budur!!
Öznur çetin özc

Öznur çetin özc

20 Ekim 2022
Evet Suna Hanım sürekli bir değişim halindeyiz, düşünceleriniz paylaştığınız için tekrar çokk teşekkür ediyorum size.

Yorum Bırakın

E-Mail adresiniz yayınlanmaz.