SESSİZLİĞİN İÇİNDEKİ SESLER

Zaman akşam saatlerine doğru yaklaşıyor, bütün gün yağan yağmurun ardından görünen ve artık batmasına az bir vakit kalan güneşin etkisiyle ortaya çıkan rengarenk gökkuşağını seyrediyorum. Gerçekte gökkuşağının ruhu göründüğü kadar renkli ve güzel midir, yoksa bu görüntü yağmur suyundan yansıyan ışıkların oyunu ile bir yanılsama mıdır? O kendi gerçek ruhunu mu gösteriyor, yoksa kendisinin bir yanılsamasını mı yansıtıyor? Yanılsama bile olsa çok severiz gökkuşağını görmeyi. Bir mucize gibi belirli bir zamanda yaşanır, böylece anda kalırız ve güzel hisleri o an hissederiz. Aynı zamanda içimizdeki çocuğu neşelendirir. Çocukluğumuzda gökkuşağı gördüğümüz günlere uğrayıp, o zamanlarda gökkuşağına yüklediğimiz anlamı düşünür, mutlu oluruz. Bu duyguları hissettikten sonra yağmurun sonrasında gelen, dünyanın bütün gürültüsünün kesildiği o güzel sessizlik.. Küçük bir anlığına da olsa sessizliğin durağan seyrine bırakır hayat kendisini.

Sabah uyandığımızda gördüğümüz güneşin ışığı, bulutlar, gökyüzünün maviliği bize hep olumlu duygular hissettirir, enerji verir. Aynı zamanda gündüz vakitleri hepimiz için işimiz, telefon görüşmeleri, yapmak zorunda olduğumuz sorumluluklar ile de dolu oluyor. Halbuki gece sessizdir ve vakit sadece kendimize aittir. Bir söz var. ” Siyah neden gökkuşağına benzemek istesin ki bütün gece ona aitken.. “

Öğrencilik yıllarımda da gece vakitlerinde ders çalışmaktan, bir şeyler okuyup, yazmaktan daha çok keyif alırdım. Kendimiz ile baş başa kaldığımız ve kendi ruhumuzu dinlediğimiz saatler sanki. O sessizliği dinlemeyi göze alabilirsek duygularımız ve iç seslerimiz kim bilir bize kendimiz ile ilgili neler söyleyecekler. ” Zamanla söyleyecek daha az şeyim olduğunu fark ettim. Sonunda tamamen sessizliğe büründüm ve dinlemeye başladım. Sessizliğin içinde Tanrı’ nın sesini keşfettim demiş. “ Soren Kierkegaard.

Akşam sefası çiçekleri, sessizlik anlarında dinleyebiliyorlar kendilerini. Çiçekleri gündüz vakti kapanıp, akşam saati vakitlerinde açılırlar. Akşam sefaları kendilerini duymayı ve dinlemeyi öğrenmişler, gerçek kendilerini tanımışlar. Sanırım biz insanlar dışında yaratılmış bütün her şey kendini tanıyor ve işleyişlerini bozmadan kendini gerçekleştiriyorlar. Yaşama gerçek kendilik olarak doğduğu halde değiştirilen, zihinsel filtrelerinin olmadığı çocukluk döneminde kendisine ait olmayan hislerin ve iç seslerin yüklendiği, sonra da bunların yanılsama olduğunu fark edip kendi gerçekliğini bulmak için uğraşan tek varlığın ise biz insanlar olduğunu anlıyorum. Bütün huzursuzluklarımızın en temel sorunlarına, bu durumun da sebep olduğunu zannederim. Bu önemli konunun ise insanın büyük imtihanlarından biri olabildiğini düşünüyorum. Sahte benlik ve gerçek kendilik arasında gidip gelen kişiliğimiz.. Hangi duygularımızın ve davranışlarımızın gerçek kendimize ait, hangilerinin yanılsamalardan ibaret olduğunu ancak zorlu bir içsel yolculuk ile sadece kendimiz keşfedebiliyoruz. William James’in çok sevdiğim bir sözü geldi aklıma. ‘Bir odada iki kişi buluştuğunda; aslında altı kişi vardır. Kendimi gördüğüm halimle ben, onun beni gördüğü haliyle ben, benim onu gördüğüm haliyle o, onun kendisini gördüğü haliyle o, gerçekte olan ben ve gerçekte olan o.

Çok değerli Doğan Cüceloğlu hoca ise “Hiç kimse başka bir insanı yetiştiremez, sadece hedefini bulmasına yardım edebilir. Onu yetiştirecek en önemli kişi yine kendisidir. Çünkü sadece kişinin kendisi yirmi dört saat kendiyle beraberdir. Neye muktedir olduğunu en iyi kendisi bilir. “diye söylemiş.

Hepimizin farklı, kendine özgü bir kişilik ile yaratıldığını düşünüp, farklı bir çiçek olarak yaratıldığını varsayabiliriz. Gül olmak üzere dünyaya gelen bir insanın, kökleri de dalları da gül çiçeği gibi olursa bir bütünlük ve güzellik olabilir. Kökü gül olan bir insan ruhu üstüne, papatya çiçeğinin mizacı ekilse onu ne kadar mutlu edebilir? Kendini bir bütün olarak hissetmeyip, köklerinden özgürce nefes alamaz ve beslenemez ise nasıl daha huzurlu olacak bu güzel güller? Nasıl mis gibi kokacak, serpilecekler ve nasıl çiçeklerini açıp ışıl ışıl parlayacaklar ? Tıpkı kökleri canlı olan bir çiçeğin üstüne, yapmacık plastik çiçekler eklenmiş gibi görünen bir hale benziyor aynı zamanda bu tablo. Bugün de beğendiğim bir şiir ile bitirmek istedim yazıyı. Her arayan bulamaz ama bulanlar sadece arayanlardır demiş sufiler. Dileğim, bu zorlu içsel yolculuğa çıkmaya cesaret edip, her gittiği yerde, her tanıştığı insanda kendini keşfeden, kendini gerçekleştirmeye her gün ve hatta her an bir adım daha atarak yaklaşan seyyah gibi olmak :) 

Murathan Mungan’dan;

Senin göğün var

Herkesin göğü yoktur çünkü

Başkalarının göğünü kullanırlar

Erken tükenirler bu yüzden

Birbirlerinin hastalıklarıyla çürür

 Bir salgın olan hayatları

Sonra bir kabile gibi

birbirlerine benzeyerek ölürler

 

Senin göğün var

Nereye gitsen götürdüğün

 Bu şiiri açtıran senin göğünde

gördüklerimdir

 Ölsen yaşadığın bilinecek

çünkü senin göğün var.

2 Yorum

Suna Gülgüden

Suna Gülgüden

19 Aralik 2021
ELİNİZE SAĞLIK!
Öznur çetin özc

Öznur çetin özc

01 Ocak 2022
Suna hanım çokk teşekkür ederim :)

Yorum Bırakın

E-Mail adresiniz yayınlanmaz.