Bugün gökyüzünde güneşin batmasına yakın bir zamanda, bulutları seyrediyorum. Turuncu renge yakın, beyaz ve kara renge çalmış bulutların hepsi yan yana. Farklılıkları ile birlikte aynı gökyüzü altında var olmaktan huzur duyuyorlar.. O kadar yavaş ilerliyor ki bulutlar gökyüzünde, çok dikkatli bakmadığımız zaman fark edemiyoruz bile. Rüzgar ise usul usul esintisini hissettiriyor. Özgürce esiyor, istediği yerlere gidebiliyor, gezebiliyor, bitkilere dokunuyor, ağaçlara, insanlara.. Rüzgar yavaşça anda kalarak, hayatı derin hissederek güzel anılar biriktiriyor. Havalar soğuk devam ediyor bu günlerde. Kuşlar ise soğuk havalarda arada bir gökyüzünde gözükseler de özgürce süzülüyorlar. Rüzgarın ve kuşların ruhsal özgürlükleri var. Keşke biz insanlar da yavaşlayabilsek, anda kalabilsek ve ruhsal özgürlüğümüze sahip olabilsek.. Sohrab Sepehri’ nin Suyun Ayak Sesi isimli o güzel şiirinde yazdığı gibi. “Nerede olursam olayım gökyüzü benimdir. Pencere, fikir, hava, aşk, yeryüzü benimdir..”
Adem Güneş Hoca’nın bir kitabında okumuştum. Fizyolojik hızlanmanın hareketlerimize acelecilik olarak, içsel hızlanmanın ise ruhumuza telaş olarak yansıdığını anlatmıştı. Aynı zamanda gündelik yaşamımızda sanki bir yere acil yetişecek gibi anlamsız bir telaş ve acelecilik içinde olduğumuzu, yapmakta olduğumuz işi tamamlamadan zihnimizde daha sonra yapacağımız işi düşünmeye başladığımızı, arada boşluk bırakmadığımızı, durdurulamaz bir koşuşturmaca içinde olduğumuzu ve yaşamı duymadan, hissetmeden yüzeysel yaşadığımızı belirtmişti. Oysaki doğanın kendine özgü ritmi ne kadar yavaş ve sakin. Gündüz, gece, güneş, ay ve bulutlar ise yavaş işleyişini ve bu sürekliliği kesinlikle değiştirmiyorlar. Doğanın bu yavaş hali, Hz Mevlana’ nın bir sözünü aklıma getirdi. “Ay, geceye, yavaş olma konusunda ders verir; sıkıntının yavaş yavaş aşılacağını işaret eder ve şöyle der: “Ey ham, aceleci kişi! Dama dayanan merdivenden basamak basamak çıkılır."
Geçmiş zamanlarda yani ilkokul derslerimizde divit kalem, hokka ve mürekkep kullanarak bazı sözleri yazdığımız güzel yazı defterimiz vardı. Güzel sözleri ve kelimeleri seviyorum. Bugünlerde ise tıpkı çocukluğumda olduğu gibi, divit kalem ve mürekkep ile beğendiğim sözleri yazıyorum bir deftere. Divit kalem ile yazarken o kadar yavaş yazmak gerekiyor ki , mürekkebi neredeyse her kelimede bir tazelemek gerekiyor. Yazmak sabır istiyor, bu yavaşlık sonucunda ise o kadar güzel bir yazı şekli ortaya çıkıyor ki. Yavaş yavaş, yumuşak bir şekilde yazıyor kalem. Sözü gönülde, kalemin yazısını ise yumuşacık ve yavaşça hissederek yazmak ne kadar güzel.. Bir güzel sözü daha vardı Hz Mevlana’nın. “Yazı esnasında kalemi görmeyen kimse, kalemin hareketini kalemden sanır. “
Eski zamanlarda yani teknolojinin yaygın olmadığı dönemde belki de yavaşlamak daha kolaydı. Beynimize sürekli gereksiz uyaran verip, bizi ruhsal olarak yoran, zaman kaybına da yol açan bazı internet uygulamaları yoktu. Teknolojinin bize fayda sağlayan bir çok işlevini günümüzde göz ardı edemeyiz fakat ruhumuzu ele geçiren uygulamalarından uzak durabilmenin bize iyi geleceğini düşünüyorum. Bir süredir kendimi gereksiz, faydası olmayan bazı sosyal medya uygulamalardan alıkoymaya çalışırken, bir de metaverse isimli bir uygulamanın kullanılmaya başlandığını gördüm. Metaverse uygulamasını düşünen, yapan kişiye şu soruyu sormak isterdim. “Bu uygulamanın insan ruhuna nasıl bir faydası var ve biz insanlara nasıl bir katkı sağlayacağını düşünerek yaptınız bu uygulamayı acaba? ”. Zaman mutlaka gösterecektir insan ruhunun üzerindeki psikolojik etkilerini. Bazı İnternet uygulamalarının bizi gerçek hayatımızdan ve ruhsal olarak ihtiyaç duyduğumuz bir çok şeyden alıkoyduğunu, kendi ruhumda bu durumu gözlemlediğim için fark ediyorum. Yüz yüze buluşmak, görüşmek, karşımızdaki insanın ruhsal varlığını gerçek bir hissediş ile yaşamak varken neden kendimize ait olmayan, ya da bize ait olduğu zannettirilen yapay bir dünya yaratıyoruz hala anlayamadım. Hayal kurulacaksa bile, sanal dünyadan uzak, insanın kendi özünden, ruhundan gelen bir hayal olabilse keşke.. İlerleyen yıllarda sanırım hayalin hayalinin hayalini kendi gerçeğimiz gibi yaşayarak, iyice kendi iç dünyamızdan uzaklaşacağız. Kendi gerçek özümüzden uzaklaşmak bizi sürekli bir eksiklik duygusu ile huzursuz, sahte bir benlik haline dönüştürebilir. Umarım hayatta kendi hikayemizi emekle kendimizin oluşturması ve yazması nasip olur. Sanıyorum belirli bir zamana sahip olduğumuz ömrümüzde, kendi hikayemizi gerçeklerimiz ile yazamazsak ruh olarak aidiyetsiz, köksüz kalacağız ve bizden sonraki nesillere de bu köksüzlüğü aktaracağız. Şükür ki hala bu olumsuz ihtimallere mahal vermemek biz insanların elinde. Carl Gustav Jung’ un ifade ettiği gibi biz kolektif bilinçdışımızı güzel aktaralım gelecek nesillere ki, herkes kendilik halinde yaşasın ve içindeki özü hep huzurlu olsun. Önce biz kendimizi bulup ve yaşayalım.
Psikoloji bilim insanlarının araştırmalarından, kitaplarından okuduğum ve anladığım kadarıyla insan ruhunun göz temasına, yüz yüze iletişime, sarılmaya, dokunmaya ve yavaşlığa ihtiyacı var. Çocukluk ve gençlik zamanlarımızda çok şanslıymışız ki, yüz yüze ve yazı ile iletişim fazlaca yaygındı. Mektuplar ve telgraflar vardı. Mektup zarflarının üzerinde gönderen ve alıcı kişinin isim ve adresleri yazardı. Çeşit çeşit rengarenk posta pulları da olurdu zarfların üzerinde. Kendi kişisel yazımızın var olduğu, kişinin kendi karakterine dair bir sürü bilgi içeren mektuplar ve zarflar, yeni yılda gönderdiğimiz o güzel simli kartpostallar hepsi yavaştı. Beklemek gerekiyordu, sabır istiyordu, emek istiyordu. O zamanlardaki yavaşlığı düşününce, bu yavaşlık ruhumuza iyi geliyordu sanki. Yavaşlamak ile ilgili düşünürken, Deniz Seki’nin yıllar önce dinlediğim bir şarkısının sözleri aklıma geldi . “Acele yaşanan o aşklara ve de acele yağan o yağmura benim soracak bir sorum var. “ Yavaşlığın güzelliği bütün şarkılara, şiirlere, tasavvuf ilmine ve psikoloji bilimine yansımış. Yavaş olan her şeyin güzel ve hızlı olan şeylerin bizim yaratılışımıza uygun olmadığını anlıyorum . Adem Güneş Hoca Pedagoji Okulu videolarının birinde “Dünyada bir tek ruhsal ritmi bozulan ve yetişkinliğe hızlanmış olarak evrilen canlı biz insanlarız maalesef ” demişti. Ayrıca dünyadaki yaratılmış her şey ne kadar yavaş döngüsünü tamamlıyor. Sabır ile acele etmeden. Su verdiğimiz çiçeklerin toprağı bile suyu yavaş yavaş içine çekiyor. Anladığım kadarıyla acele ettiğimiz her şeye geç kalıyoruz. İş yerinde, evde ve her yerde. Dünya çok güzel yaratılmış, yavaş yavaş dönüyor ve ilerliyor. Aslında zaman ve dünya hızlı değil, biz hızlıyız. Her şey her an olması gerektiği gibi oluyor dünyada. Biz hızlanarak ve zihnimizdeki telaş nedeniyle kendi anılarımızı, yaşamımızı kaçırıyoruz maalesef.
Son yıllarda geliştirilen internet uygulamaları yüzünden hızlanan yaşamlarımızın ruhlarımıza iyi gelmeyen etkisini yok etmek için hayat felsefemiz ; İbnü’l Vakt olabilmek, hayatın hakkını verebilmek ve inşallah tabiki Carpe Diem olsun :)
"Beni yavaşlat Tanrım! Yüreğimin atışlarını düşüncemin sakinliğiyle rahatlat. Zamanın sonsuz görüntüsüyle hızımı azalt!. Bana, güncel kargaşanın ortasında, Tepelerin ölümsüz sakinliğini ver... Bir çiçeğe bakmayı, Eski bir dostla sohbet etmeyi ya da yeni dost edinmeyi, Yolunu kaybetmiş bir köpeği okşamayı, Ağ yapan bir örümceği izlemeyi, Bir çocuğa gülümsemeyi, İyi bir kitaptan birkaç satır okumayı anımsat her gün bana Tanrım... Bana her gün tavşan ile kaplumbağanın hikayesini hatırlat ki, Yarışın her zaman hızlılık demek olmadığını, Hayatta hızı ölçmekten daha fazlasının Olduğunu bileyim... Heybetle yükselen meşe ağacının Dallarına bakabilmek için kafamı kaldırayım, Onun ulu ve güçlü olmasının nedeninin Yavaş ve sağlıklı büyümesi olduğunu bileyim. Bana ilham ver Tanrım... Köklerimi, Yaşamın katlanılan değerler toprağının derinliğine göndermek, Kaderimdeki yıldızlara doğru daha çok Büyüyebilmek için... Yavaşlat beni Tanrım!
Wilfred A. Peterson
Hz Mevlana ‘dan “Sabırlı olun, zira bulutlar ağlamasa, yeşillikler nasıl gülebilir? Aceleci olmayın, maksada sabırla erişilir, acele ile değil. Alelâde otlar iki ay içinde, kırmızı gül ancak bir yılda yetişir. Tencerede bile yavaş ve ustaca kaynayan yemek, delice kaynayandan daha lezzetlidir…”
Öznur Çetin ÖZCAN
24.04.2002
Yazarın Diğer Makaleleri
- 08 Mayis 2023 HEMŞİRELİĞE ÖVGÜ
- 10 Nisan 2023 GÖNÜL BAĞI PLASEBOSU (ŞİİR)
- 22 Mart 2023 RUHUN KARANLIK GECESİ
- 24 Subat 2023 TEKAMÜL (ŞİİR)
- 03 Subat 2023 Kış güneşi ile Kardelen Çiğeği (ŞİİR)
- 21 Ocak 2023 KENDİ HAKİKATİN İLE YÜZLEŞMEK
- 25 Aralik 2022 KENDİNİ DOĞURMAK SANCISI (ŞİİR)
- 28 Kasim 2022 YENİDEN IŞIKLANMAK ÜZERE SÖNMEK MEVSİMİ
- 20 Ekim 2022 BAKIŞ, GÖRÜŞ VE HİSSEDİŞ
- 13 Eylul 2022 KENDİNİ VE YAŞANTILARI AFFEDEBİLMEK
- 04 Agustos 2022 AYNAMIZ 1.KISIM; BIRAKTIĞIMIZ İZLER
- 27 Haziran 2022 ZÜMRÜD-Ü ANKA İLE ÖZ'E YOLCULUK
- 24 Mayis 2022 DENİZ VE KIYININ HİKAYESİ
- 24 Nisan 2022 SÜREKLİ OLAN YAVAŞLIĞA ÖVGÜ
- 21 Mart 2022 BEMBEYAZ RUH BARINDIRAN IŞILTILAR
- 23 Subat 2022 TEVAZU, TESLİMİYET VE KAYGI
- 16 Ocak 2022 DÜN, BUGÜN VE TEKAMÜL YOLCULUĞU
- 16 Aralik 2021 SESSİZLİĞİN İÇİNDEKİ SESLER
- 12 Kasim 2021 NUMUNE-İ İMTİSAL BİR RÜZGAR GÜLÜ
- 25 Ekim 2021 ZITLARIN BİRLİĞİ İLE ŞÜKÜR
- 07 Ekim 2021 PETUNYALAR ARASINDAKİ PAPATYA
- 13 Eylul 2021 AYDINLIK MI KARANLIK MI?
- 30 Agustos 2021 YANSIMALAR VE YANILSAMALAR
- 03 Agustos 2021 GECE VE UMUT
- 10 Temmuz 2021 SARDUNYALAR VE BİZ
- 16 Haziran 2021 İNSANLAR BİRBİRİNİN AYNASIDIR
- 29 Mayis 2021 Bir Sonbahar Mevsimi Günü
- 29 Mayis 2021 MERHABA
2 Yorum
Suna Gülgüden
24 Nisan 2022Öznur çetin özc
29 Mayis 2022