Kanada anılarım 2

Kanada Hatırası -2 Uluslar arası Atom Enerjisi ajansında çalışmanın birçok faydalarını gördüm ama zor durumlar da yaşadığım oldu. Size yine Kanada’da yaşadığım bir kış maceramı anlatayım. Olay 1983 yılının soğuk bir Ocak ayında geçiyor. Kanada o yıllarda hala gelişmiş ve ileri teknoloji sahibi bir ülke değildi. O soğuk kış günlerinden birinde Manitoba eyaletinde görevliydim. Manitoba eyaleti tam da orta Kanada bölgesinde bulunuyor ve kışın aşırı soğuk günler olabiliyor. Oraya bir CANDU nükleer reaktörü kurmuşlardı ve reaktörden çıkan atık yakıtları yüksek silolarda depoluyorlardı. Yakıt çubukları önce çelik bidonlara yerleştiriliyor ve kapalı bidonlar silindir şeklindeki beton siloların içine üst üste diziliyorlardı. Her silonun yüksekliği 6 metre ve beton siloların üst bölgesi de 2 metre çapında idi. Her siloda yaklaşık 4 tane bidon vardı. Atık yakıtlardan da güçlü radyasyon yayıldığından ancak kısa bir süre silolara yaklaşılıyordu. Silindir şeklindeki siloların üst bölgesi yine beton bir kapakla kapatıldıktan sonra Ajansın elemanları bu kapağa güvenli bir mühür uyguluyorlardı. Her mühürün farklı bir şifresi vardı ve bu şifreyi sadece mühürü üreten Ajansın elemanları biliyorlardı. Mühür çelik bir tel ile istenen yere bağlanıyor ve belli aralıklarla değiştiriliyordu. Her mühürün dışında bir numara vardı ve mühürü takan kişi bu numarayı da kaydetmek zorundaydı. Böylece hangi mühürün hangi yere takılı olduğu kayıt altına giriyordu. Mühürü değiştiren müfettiş çıkardığı mühürü Avusturya’ya geri getirmek ve laboratuara teslim etmek zorundaydı. Laboratuarda mühür inceleniyor ve takılmış olan orijinal mühürün olup olmadığı belirleniyordu. Amaç bu silolardaki nükleer yakıtların başka bir amaç için, örneğin nükleer silah üretmek için, kullanılmadığını garantilemekti. Zira Atom Enerjisi Ajansının görevlerinden biri de dünyaya nükleer silahların yayılmasını önlemekti. Dünyada şu anda resmi olarak nükleer silah üreten beş ülke var. Bunlar: ABD, İngiltere, Fransa, Çin ve Rusya. Gayri resmi olarak Hindistan, Pakistan ve İsrail de nükleer silah ürettiği biliniyor. Bu konuda bu ülkelere yaptırım yapılması için Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyine defalarca teklif verilmiş olsa da Konseyin devamlı elemanları olan beş ülkeden biri, her seferinde teklifi veto etti. Dünya maalesef beş ülke tarafından kontrol edilmeye devam ediyor. O gün görevim bir silonun tepesinde bulunan bir mühürü değiştirmekti. Hava aşırı soğuk ve sıcaklık yaklaşık -20 derece idi. Üstelik kuvvetli bir rüzgâr da esmekteydi. Altı metre yüksekliğe çıkmam için de silonun kenarına 6,5 metre yüksekliğinde bir merdiven dayamışlardı. Merdiven dediğiniz de basmakları basit metal çubuklar olan bildiğimiz alelade merdivendi. Rüzgârda merdiven kaymasın diye iki kişi merdiveni iki yandan sıkıca tutuyorlardı. Ellerimde eldivenler, cebimde mühür, mühür teli ve teli kesmek için küçük bir makasla tırmanmaya başladım. Tepeye vardığımda merdivenden silonun üstüne çıkmak da hiç kolay olmadı. Merdivenden dizimi siloya dayadım ve dizüstü, hiç ayağa kalkmadan iki metre çağındaki düzlüğe oturdum. Mevcut mühürü kesip cebime koydum ve yeni bir mühür takmak için cebimdeki teli çıkardım. Fakat teli taktıktan sonra ve mühürü de tele geçirdikten sonra tele üç düğüm atmak gerekiyordu. Üç düğümü de kalın eldivenlerle yapmak mümkün değildi. Mecburen eldivenleri çıkardım ama soğuktan ellerim donmasın diye çok hızlı çalışmalıydım. Neyse işi başardım mühürü taktım, eldivenleri giydim ve sıra geri dönmeye geldi. Silonun tepesinden merdivene geçmek ayrı bir cambazlık işiydi. Merdiveni itmeden ve kaymadan basamağa adımımı attım ama tüm bedenimle merdivene geçmek oldukça zor oldu. Eğer 6 metre yüksekten alttaki beton zemine düşseydim anında orada can verebilirdim. Büyük bir dikkatle merdivene geçmeyi başardım ve yavaşça aşağı inmeye başladım. Ayağım kaymasın diye her basamağa dikkatle bastıktan sonra diğer ayağımı indiriyordum. Aşağı indiğimde adamlar benim kadar sevindiler ve beni candan kutladılar. Çünkü düşseydim onların da başı belaya girecekti. “Bu basit merdivenle bir uluslarası diplomatın yaşamını nasıl tehlikeye atabildiniz” diye onlardan hesap sorulacaktı. İşte dostlar “her nimetin bir külfeti vardır”, derler ya. Ben bu külfeti de defalarca yaşadım. Doç Dr.Haluk BERKMEN 13.02.2023

Henüz Yorum yok

İlk yorumu siz yazın.

Yorum Bırakın

E-Mail adresiniz yayınlanmaz.