BİZİM PASCAL

 

 

BİZİM PASCAL...

 

Pascal, Mr Samuel, Linda –Jean Claud dostlarımız...

Sevgili okurlarım, bu hafta sizlerle, yine bir anımı paylaşmak istiyorum. Yaşadığım bu hatırayı paylaşırken bir amacım da, medeni ülkelerde engelli insanlara verilen değeri vurgulamak ve engelli turizmin önemini örneklemek…

Ayrıca bencil ve maddi çıkarlar doğrultusunda yaşadıkları hatta daha da ileri giderek yozlaştıkları kanısında olduğumuz, yeri geldiğinde şark insanının yüksek maneviyatı ile onların insani duygularını mukayese etmeye çalıştığımız “Avrupalı insanların '' da insani değerlerini ve bakış açısını anlatmak istedim.

O yıl, oldukça yoğun çalışma döneminden sonra, benim ve eşimin gerçekten dinlenmeye çok ihtiyacımız vardı. Birkaç yıl önce gittiğimiz ve çok memnun kaldığımız Bodrum daki tatil köyü ne yeniden gitmeye karar verdik. Bu tatil köyü şirin, çok gösterişli olmayan, orta gelirli Avrupalı turistlerin tercih ettiği, yerli turistlerin azınlıkta kaldığı bir yerdi. Üç kişilik bir aile olarak mutlu tatilimize başladık.


Birkaç gün sonra yaklaşık kırk kişilik yeni bir turist kafilesi tatil köyüne giriş yaptı. Kafilenin içinde birkaç kişi görüntü ve tavırlarıyla zihinsel engelli olduğu ipucunu veriyordu. Kafile başkanı sonradan yakın dostum olan ve hala görüştüğüm Afrika kökenli Fransız Mr. Samuelle ile tanışarak konuştum. Bu kırk kişilik kafilenin tamamının zihinsel engellilerden oluştuğunu, onlara moral ve motivasyon için bu yıl Türkiye de tatil yapmaya karar verdiklerini, on beş gün tatil köyünde kalacaklarını şaşkınlıkla öğrendim.

Biz karı koca iyi ücretlerle çalıştığımız halde, böylesi bir tatil köyü bizler için oldukça lükstü ancak onların orta gelir grubundaki zihinsel engelliler için sıradan bir tatil yeriydi. Zihinsel engellilerin çoğunluğu görünüm itibariyle normal insandan asla farklı değillerdi, kafasında fötr şapkası ve boynunda fuları olan pipo içen profesör görüntülü bey, bir İngiliz Leydi edasıyla kahkahalar atan hanımefendinin, normal bir genç gibi tatil köyünün her aktivitesinden yararlanan genç kızın da zihinsel engelli olduğunu anlayınca gerçekten şaşırdım.

Ve bu engelli insanlar, tatil köyünün her köşesinden diğer turistler gibi yararlandırılıyorlar; en küçük ayrıntı kaçırılmıyor, animasyon gösterilerinden müzikli eğlenceye kadar yer alıyorlardı. Benim için en değerli tespit ise hiç kimse tarafından ne yadırganıyor ne de küçümseniyorlardı. Onlar önemsiz değil önemli insan muamelesi görüyorlardı. Hatta o tarihe denk gelen, basın ve medyada geniş yer alan “Güneş tutulması '' olayını açık havada gözlem için, bizler dahil pek çok kişi bulduğu kırık cam parçalarını çakmağın çıkardığı is ile karartıp gözlem için kullanmaya çalışırken, Mr Samuel in hepsine özel hazırlanmış gözlükler dağıtıp onların da olayı büyük ciddiyetle izlemelerini sağlamasını asla unutamayız.

Bizler halimizden memnunduk, her şey iyi gidiyordu; denize giriyor, eğlencelere katılıyor ve o zaman yaşı küçük olan gerek yemekte gerek havuzda anne, baba ilgisi gösterdiğimiz oğlumuzla yoğun ilgileniyorduk. Bu ilgi yakınımızda konuşlanan tanışınca adının Pascal olduğunu öğrendiğimiz çok yakışıklı engelli misafirin dikkati çekmiş. Bir öğlen yemeğinde, Mr Samuel yanımıza gelip “Sizi rahatsız etmez ise Pascal sizlerle aynı yemek masasında oturmak istiyor '' mesajını çekinerek iletti .

Biz üç kişiydik ve dört kişilik masada oturuyorduk, hemen kabul ettik. Koca masmavi gözleri ile kırk yaşlarındaki Pascal masamıza geldi ve başta göbeğini masa kenarına yaslayacak kadar samimi bir neşe içinde yerleşti. Pascal hem zihinsel engelli hem de konuşma engelliydi, sadece birkaç kelime konuşabildiğini, işaret dili ile anlaştığını öğrenmiştik. Pascal ın duygu ve düşüncelerini daha yakınen anlayan görevliler bize Pascal ın oğlumuza gösterdiğimiz ilgimizi kıskandığını onun da ilgi istediğini söylediler. Oysa Pascal şayet bir takım elbise giyse ve salona gelse İtalyan sanatçı “Franco Nero “ sanılabilirdi. Ama Pascal göbeğini sıkıca saran beyaz tişörtü, belinin yukarılarına kadar çektiği şortu ve kepi ile bir “koca çocuk '' tu.


Pascal a öğle yemeğini bir bizim oğlana bir ona yedirme yarışı ile yedirince, Pascal arkadaşlarına bağırarak ve beni göstererek '' PAPA, PAPA “ (Baba) diye sevinçle bağırıp el çırpıyordu. Pascal tatilin son gününe kadar bizim yanımızdan ayrılmadı. Kağıt oynarken yanımda, ona dondurma almam için yanımda, animasyonların ne olduğunu anlatmam için yanımda, havuzda denizde simidi ile yanımdaydı. Pascal artık ailemizin büyük oğluydu .

Mr. Samuel sık sık bize minnettar olduğunu, içine kapanık Pascal ın hayata döndüğünü anlatıyordu. Hele, hele animasyonlarda birinci olan Pascal ın sevinçten ağlamasını ve zıplamasını unutmak mümkün değil.

Pascal ın ana gruptan ayrılıp bizim aileye transfer olması, tatil köyündeki birçok turistin dikkatinden kaçmamıştı. Herkes takdirle bakıyor, zaman zaman da bunu sözle ifade ediyorlardı . Bu arada yine yemekhanede veya deniz kıyısında yakınımızda vakit geçiren orta yaşlı bir çiftin bize önceden havluları ile tuttukları şezlonglarda yer ayırması ile başlayan dostluğumuz da devam ediyordu. Belçikalı olan bu çift de, bizi çok sevmişti. Her ikisinin de ikinci evliği olduğunu öğrendiğimiz ve yetişkin çocukları ile bu birliktelikleri nedeni ile bozuştuklarını öğrendiğimiz bu yaşlı çift de bizi ve Pascal ı hayranlıkla izlediklerini ifade ettiler. Pascal, Belçikalı çift ve çevremizle çok güzel günler geçirdik .

Ve tatilin sonuna gelinmişti, ayrılık başladı. Önce Belçikalı çiftle veda ettik. 0 kadar duygusallardı ki her ikisi de ağlamaya başladı ve ismi Jean Claud olan bu Belçikalı dost bana bir hediye vermek istediğini ama yanlış anlaşılmaktan korktuğunu ifade etti. Olmayacağını ve hediyesini merak ettiğimi söyleyince, Brüksel itfaiyesinde çavuş olduğunu artık emekliliğinin geldiğini ve kendisine İtfaiye yönetimince ilk işe başladığı yıl verilen önündeki toka ve üzerindeki itfaiye arması hala yeni olan kemerini vermek istediğini söyledi.

Jean Claud ile sarıldık Sıra gelmişti oğlumuz Pascal dan ayrılmaya!... Mr Samuel in desteği ile Pascal a ayrılış zamanını anlatınca, Pascal ın katıla katıla
“PAPA, PAPA“ diye ağlaması hepimizi ağlattı. Pascal dan ayrılış hepimiz için zor oldu. Pascal bir çocuğun neşesine, mutluluğuna sahipti, en ufak şeyle mutlu oluyor bizleri de hem neşelendiriyor, hem mutlu ediyordu. Ve çok alışmıştık. Bizim oğlanla rekabeti bitmiş, onu seven kollayan bir ağabeyi olmuştu .

Geçen bir yıl içinde birkaç kez Pascal a sevimli kartpostallar gönderdik. Mr Samuel ve Linda –Jean Claud çiftiyle de mektuplaştık. Pascal ın bizden sonra çok üzüldüğünü ve Fransa nın kuzeyindeki köyüne dönene kadar kimseyle konuşmadığını, eliyle bıyık işareti yaparak ve Papa- Papa diyerek beni tarif ettiğini, herkesi hem güldürüp hem hüzünlendirdiğini bildirdiler. Belçikalı dostlar da bizi ısrarla davet ederek Brüksel de görmek istediklerini yazdılar.


Ve o yaz Brüksel e oradan da, yüksek lisans eğitimi yaptığım Den Helder a ( Hollanda) geçmeye karar verdik, Belçikalı dostların bir hafta misafiri olduk. Çoğu akrabamda görmediğimiz bir ilgi ve misafirperverlikle karşılandık. Çok mütevazi hayatları olan bu sevgi dolu çift, bizi mutlu etmek ve Brüksel i tanıtmak için büyük çaba gösteriyorlardı. Oysa gerçekten böylesi dostlarla onların mütevazi bahçesinde çay kahve sohbeti bile çok kıymetliydi, anlatacak ve birbirimizden öğrenecek çok konu vardı.

Bir sabah Linda-Jean Claud çiftinden bir teklif geldi: “Brüksel i gördünüz tanıdınız bir de “Brügg '' isimli görülmesi gereken bir şehrimiz daha var. Buraya dört saat uzaklıkta, sizleri oraya götürmeyi istiyoruz. İtiraz hakkınız yok biz planladık. Yarın hareket ediyoruz, hazırlıklarınızı yapın '' . dediler.
Avrupalı insanlar gerçekten, bizler gibi anında hareket etmez, yapacakları işleri önceden planlayıp detaylandırırlar. Dostlarımızın da bizim için böylesi bir gezi programını önceden hazırladıklarını anladık. Oysa bizim aklımızda, onların da geçen yıldan tanıdığı, Pascal ı görebilme düşüncesi vardı .
Onların samimiyetine içtenliğine sığınarak bu kez ben sordum: '' Bizim Pascal buraya ne kadar uzaklıkta..? “

Hemen haritalar açıldı, hesaplar yapıldı . Buna göre Pascal da Brügg gibi onlara 4-4,5 saat uzaktaydı. Linda, bu sorumdan Pascal ı görme arzumuzu anladı ve “ Pascal ın yaşadığı yer sıradan bir köy, enteresan hiçbir şey yok, onu da bilin . '' dedi. Ve bir süre kendi aralarında konuştuktan sonra “O zaman, size bir seçenek sunuyoruz ya Brügg ya Pascal ın köyü .. Siz karar verin '' dediler. Sizlerin de tahmin edeceği gibi Pascal ın köyüne karar verdik.

Çok duygusal olan Belçikalı dostlar inanın gözleri dolarak; “Brügg gibi kaçırılmayacak bir şehir yerine, mademki Pascal ı tercih ettiniz ki hem de Brügg ü görmeme pahasına, bu bizim için çok önemli bir insani duygu, bu nedenle sizleri hem Pascal ın köyüne hem Brügg e götüreceğiz. '' dediler.
Bizler “ Yok olmaz, Pascal ın köyünü görmemiz yeterli, daha sonra Brügg de kısmet olur '' dediysek de '' konu kapanmıştır '' dediler.

Pascal ın köyüne yola çıktık, gerçekten uzun bir yolculuktan sonra köye girerken hepimiz çok heyecanlıydık. Pascal ne yapacaktı, ailesi ve evleri nasıldı ? Bizi tanıyacak mıydı ?... Evlerinin kapısını çaldık, kapıyı açan yaşlı hanımın Pascal ın annesi olduğunu söyleyen Linda, ziyaret sebebimizi ve bizleri anımsattı. Pascal ın annesi heyecanla
'' Pascal, Pascal '' diye içeriye bağırarak seslendi. Koşarak gelen Pascal ın bizleri görüp de bir çocuk sevinci ile sarılışı, ağlaması asla unutulmayacak sahneydi .


Beni gösterip eliyle bıyık işareti yapıp “Papa, Papa '' diyordu . Oğluma ve eşime sarılıyordu . “Oğlumuz Pascal '' unutmamıştı bizleri. .! Bir süre sonra da Pascal ın yaşlı babası ile tanıştık . Son derece mütevazi bir beydi ancak yılların yorgunluğu sanki üstündeydi, ne Pascal la uğraşacak, ne de koşturacak hali vardı. Sanırım, Pascal, benim gibi kendisiyle yoğun ilgilenecek bir baba aramış ve beni uygun bulmuştu .

Linda nın tercümesi ile annesinden öğrendiğimize göre tatil sonrasında Pascal, hep bizleri sormuş; "onlar nerede yaşıyorlar, Papa, ne iş yapar ?" demiş. Pascal, bizlere kendisine gönderdiğimiz “mikili '' kartpostalları duvarına yapıştırdığı odasını ve bahçesini gezdirdi. Komşularının evlerini ve minik sevimli köpeğini tanıttı, bana anlamadığım el işaretli bir sürü soru sordu.

Akşama doğru yine üzücü ayrılık zamanı gelmişti, dönüş yine 4-4,5 saat sürecekti, kalkmamız gerekliydi. Yine duygu dolu ayrılış oldu ama bu kez Pascal daha olgundu, ağlamadı ama gözleri dolu doluydu, sanırım anne ve babasının yanında olması, onun kontrollü olmasını gerektiriyordu. Annesi ve babası bizlere minnet duygularını ifade edip, evimizde hala önemle sakladığımız manevi değeri yüksek hediyeler sundular ve biz de “Pascal oğlumuzu '' bir daha görmenin mutluluğu ile Brüksel e döndük...

Bu yaşadığım anı vesilesi ile Batı dünyasında engellilerin nasıl önemsendiği, ülkemizde engelli turizmine yönelik yurtiçi ve dışı organizasyonların arttırılmasının ekonomimize katkısı açısından ne kadar önemli olduğunu, misafirperverliğin sadece bizlere özgü olmadığını, herkesin gönül zenginliğine sahip olabileceğini, insanı sevmenin, insanca yaşamak için ne kadar önemli olduğunu bir kez daha yaşayıp anlamış oldum.


 

 
Serdar Taştanoğlu
Dragos Musıki Derneği Başkanı
27 Aralık 2015 Pazar

 
Not Bu yazım turizmhaberleri.com dan alınmıştır.

 

 Yorumlar
SERPIL SORKUN yorum yaptı... Yorum Ekleyin
Engelsiz Engelli 28.12.2015

Serdar bey yazınızı okudum ve cok duygulandım çünkü engelli kardeşleri olan benim için bu yazı veya anılarınız bizimde yaşadığımız anılar gibi.Bu yüzden size katılmamak elde değil.. Yazılarınızın devamını bekliyoruz. Saygılar

 
SINAN İBIŞ yorum yaptı... Yorum Ekleyin
İnsanları Sevelim 27.12.2015

Nilgün hanım vasıtası ile yazınızda engellilerle ilgili anınızı okudum, yıllardır bu kardeşlerimizin içerisinde geziyorum ve aldığımız manevi güçle sosyal dezavantajlı bireylerimiz ilgili ne yapabiliriz sorusuna cevap arıyoruz. İnsanları sevdiğinizi insanlar hissettiği sürece bugünü normali engellisi sizi hayatına katıyor. Duygunuza sağlık.

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 


. . .

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Henüz Yorum yok

İlk yorumu siz yazın.

Yorum Bırakın

E-Mail adresiniz yayınlanmaz.







Yazarın Diğer Makaleleri