ŞİŞLİLİ TALİN'DEN … TALİNDEKİ MARİKA'YA

Gezi notlarım...

 

 

Çocukluk yıllarımdı, ilkokula gittiğim dönemlerdi sanırım, Şişli de oturan büyük teyzemlere yaptığım bir ziyarette ilk kez duymuştum bu ismi: “Talin '' . Talin, üst kattaki komşu kızının ismiydi. Nedendir bilmem, bu isim çok hoşuma gitmişti. Belki de o güne kadar hiç duymadığımdan ilginç gelmişti. İstanbul a geldiğimde Anneannemde kalıp, büyük teyzemlere yaptığım ziyaretlerin en önemli sebebi yaşıtım teyze oğlum ve onun arkadaşlarıydı. Teyzemlerin evinin bulunduğu o dar ara sokakta onların oyunlarına ben de katılırdım. Ancak Talin asla sokağa çıkıp oyunlara katılmıyordu. O daima ikinci kattaki evlerinin penceresinden bizleri seyretmekle yetiniyordu. Bu kızda bir gizem vardı. Ne olduğunu asla öğrenemediğim bir gizem. Yıllar sonra Helsinki den Estonya nın başkenti Talin e geçerken birden bunu anımsadım. İtiraf etmeliyim ki bu şehir de bana oldukça gizemli gelmekteydi, aynen adaşı “Talin kız '' gibi. Bu his beni heyecanlandırdı, Talin kızdaki gizemi öğrenmek kısmet olmamıştı ama Talin şehrinin gizemini öğrenecektim.

Helsinki den Talin e geçişin en kolay yolunun deniz yolculuğu olduğunu öğrenince hemen soluğu Helsinki limanında aldık. Helsinki den Talin e her gün sefer yapan iki denizcilik şirketi olduğunu, bunlardan birisinin Fin diğerinin Estonya ya ait olduğunu öğrendik. İyi bir tüketicinin yapabileceği en belirgin davranış olan her iki firmadan da fiyat almak eylemini biz de yaptık. Sonuç şaşırtıcıydı. Fin şirketinin fiyatı diğerine göre çok uygundu. Bu durumda herkesin Fin şirketini tercih etmesi ve diğerinin de bu rekabet karşısında iş yapamaz olması gerekmez mi? diye düşünmeden edemedik. Ama iki şirket yıllardan bu yana hala rekabet edebildiğine göre demek ki Estonya şirketinin de yeterli bir pazar payı mevcuttu. Belki de her şirket kendi vatandaşlarınca tercih edilip korunuyordu. Bu bilinmezliği çözecek yeterli araştırmayı yapma olanağım yoktu. Tabi ki biz uygun fiyatlı Fin şirketinden biletlerimiz aldık.

Bir süre sonra da gemiye geçtik. Gemi tek kelime muhteşemdi. Benzerine Atina-Girit yolculuğunda binmiştim. Ama sanırım bu o güne kadar gördüğüm en büyük gemiydi. Gemide “yok yok '' denilecek bir tarif en kolay yol sanırım. Marketten, kafeteryaya, pubdan, oyun salonlarına, restoranlardan, havuzlara kadar her şey mevcuttu. Değişik salonlarda oturup özellikle canlı müzikleri takip ederek seyahatin nasıl geçtiğini anlayamadık. Bir dört saatlik yolculuk daha rahatlıkla göze alınabilirdi. Gemi düdüğünü duyunca Talin e yaklaştığımızı hissettik. Heyecan başlıyordu. Talin nasıl bir yerdi? “Acaba yaşayan insanlar nasıldı, kime, hangi millete benziyorlardı '' şeklindeki sorular beynimde uçuşmaya başlamıştı bile.

Eşime hemen “güverteye çıkalım '' dedim. Haklı olarak “üşürüz '' diye istemedi. “Ben çıkıyorum“ dedim. Geminin Talin limanına ağır ağır girişinde Talin ile tanışıyordum. İlk izlenimim yeşilin ve doğal güzelliğin hakim olduğuydu. Ortada devasa gökdelenler, gözü rahatsız edici bir şehir silueti yoktu. Liman çok sakindi. Elimdeki notlara tekrar bakınca Estonya nın 1.3 milyon, Talin in ise 400 bin nüfusa sahip olduğu, topraklarının yarısının ormanlarla kaplı olduğu ve ülkede 1.500 den fazla ada olduğu bilgisi yer alıyordu.

Bu ülke halkına, “ülkelerinde bizim toplu konut idaresi ve bizdeki vahşi müteahhitlerin olmaması ile ne kadar şanslı olduklarını bilmeleri ve şükretmelerini “ söylemek isterdim. Ama zaten bu insanlara bir şey söylemeye gerek olmadığını şu diğer bilgileri okuyunca anladım: Bu ülke halkı Küba ile birlikte dünyada en yüksek (yüzde 99,8) okuma yazma oranına sahipti. Bu küçük ülke bilgisayar yazılımları ile kendini dünyaya duyurmuştu. Örneğin Skpe Fin-Estonya ortaklığı ile kurulmuştu. Böyle bir eğitim seviyesine sahip halkın ülkelerini de her türlü saldırıya karşı koruyabilecek yeterliliğe kavuşmuş olduğunu düşündük.

Gemiden iner inmez doğruca turist enformasyon masasına gidip, önce otelimize ulaşım tarifini sonra da şehir hakkında bilgiler aldık. Birçok Avrupa şehri gibi Talin de iki kısımdan oluşmaktaymış. Eski Talin ve yeni Talin. Aslında bu bilgiyi otel rezervasyonum sırasında öğrenmiş ve özellikle eski Talinden yer bulmayı başarmıştım. Ancak böylesi tercihler bazen hayal kırıklığına uğratmıştır. Bir şehrin eski mi yoksa yeni yerleşim yerini mi tercih etmek kumar gibidir. Şehrine göre farklılık arz eder. Bu bilinmezlikte heyecanımızı arttırmıştı. Eski Talin nasıl bir yerdi? Otel tercihimiz isabetli miydi?
Eski Talin etrafı iki kilometrelik surlarla çevrili birkaç ana kapıdan girişi olan ve sur içinde cadde ve sokaklardan oluşmaktaydı. Tüm yapılar aslına uygun tertemiz korunmuş orta çağdan kalma yapılardı. Şehre araçla girmek mümkün değildi. Çok dar cadde ve sokakları vardı ve yöneticiler yolları genişletip, dokuyu bozma gibi bir çılgınlık yapmamışlardı.

Biz de iki biblo gibi duran kulenin olduğu kapıdan geçerek eski şehre girdik. Bir anda Ortaçağa ait bir film setine gelmiş gibi hissettik kendimizi. İri kaldırım taşları olan sokaklardan tekerlekli valizimizi taşımak biraz sevimsiz gelse de konumu çok merkezi noktada olan otelimize ulaşmak fazla sürmedi. Otelimiz de tarihi bir binadaydı ama modernize edilerek şirin bir hale sokulmuştu. Ancak alışılmış otel odalarının en az iki misli olması, tavanının çok yüksek olması ve klasik bir dekorasyona sahip olması ile kendimizi o dönemde yaşıyor hissettirdi. İtalya Trieste de bir önceki yıl kaldığımız yüzyıllık “Albergo ala posta '' otelini hatırladık. Ancak burası çok daha eskiydi, 15. yüzyıldan kalma bir binaydı. “Bu odada kim bilir kimler kalmıştı ve neler yaşanmıştı? '' diye düşünmeden edemedim.

Resepsiyona bakan bayanın kayıt defterine kişisel bilgilerimizi işlerken Türk olduğumuzu anlayıp aniden “ Hoş geldiniz, Nasılsınız? demesine şaşırdık. Ancak ilk önce onun çok turistik bir otel olmasından dolayı Türkçe bildiğini düşündük. Oysa biz sormadan o İstanbul da ve Antalya da kaldığını söyledi. Ben kendi adıma ne yaptınız oralarda diye sormaya çekindim.

Valizimizi odaya bırakır bırakmaz şehre “Merhaba '' dedik. Estonya daima Litvanya ve Letonya ile birlikte anılsa da Estonyalıların diğer ikisinden ayrı bir ırk, Finlilerle akraba olduğunu, Estoncanın da Türkçenin bağlı olduğu Ural-Altay dil grubunda yer aldığını, öğrenince bayağı mutlu oldum. Finlilerle akraba olduğumuza göre bu durumda Estonyalılarla da akraba oluyorduk. O halde Estonyalıların da biz Türkler gibi sıcakkanlı insanlar olması gerekiyordu.

Bunun ilk örneğini birkaç saat içinde yaşadık. Nasıl olduğunu anlatmadan önce Otel sonrası neler yaptığımdan bahsedip sonra örneği anlatayım. Eski Talin Pompee tepesine kurulmuş ve surlarla çevrilmişti. Bizde şehri gezmeye bu tepeden başladık. Buradaki seyir terasından tüm şehir önümüze serilmiş olduğundan, yerleşimi ve şehrin önemli yapılarının mevkilerini daha kolay anlayabilmiştik. Kısa bir yürüyüş mesafesi sonrası Town hall Raekoja plats a ulaştık. Bu bina 13. yüzyıldan beri ayakta olan bir binaydı. Tüm dokusu korunmuştu. Binanın bulunduğu yer aynı zamanda eski şehrin (old town) merkeziydi. Burada ayrıca şehir meydanı da yer almaktaydı. Tüm sanatsal etkinliklerin yapıldığı oldukça büyük bu meydanda kafeler, restoranlar yer aldığı gibi sık sık halk pazarı ve kermeslerin kurulduğunu öğrendik.

Meydanın yakınında çok ünlü Aleksandre Nevsk katedrali ve Parlamento binası, en eski kafe, en eski eczane ve birkaç müze ve seyir terasları bulunmaktaydı. 1400 yıllarda kurulup hala hizmet vermekte olan eczaneyi görmek heyecanlandırdı. “Bu eczane kurulduğunda henüz biz Türkler İstanbul u fethetmemiştik. '' dedim eşime. Bu kadar eski yapıyı nasıl pırıl pırıl muhafaza etmişlerdi? Gerçi Talin Unesco nun koruması altında kültür mirası bir şehirdi. Biz de böyle koruma altına alınan yerleri bu şekilde koruyor muyduk.?

Bir şeyler atıştırmak ve kahve içmek için yer ararken 1864 yılında kurulan Maiasmokk Kafeyi bulduk. İçeri girdiğimizde bu kafe daha ziyade müzeye giriş hissi uyandırıyordu. Girişte kasada oturan yaşlı bey herkese gülümsüyor ve Estonyalı olduklarını düşündüklerine kendi dilinde, farklı olduğunu düşündüklerine de milliyetlerini sorup, onların dillerinde “Merhaba '' diyordu. Bizim Türk olduğumuzu öğrenince ne yapacağını merak ettim. Hatta belki de yüz vermez gibi ön yargıda bulunduysam da yanıldım. Son derece kibar ve güler yüzlü bu yaşlı amcam Türkçe “Merhaba, Hoş geldiniz '' dedikten sonra kasadan çıkıp bize misafir köşesi olduğunu düşündüğüm yeri gösterdi. Bize özel ilgi göstermesi açıkçası gururlandırdı. 1955 yılından beri burayı işlettiğini söyledi.

Hala dinç, görevinin başında ve dünyanın değişik ülkelerinden gelen müşterilerini saygı ile karşılayan bu beyin Avrupa da meşhur Kalev çikolata firması sahibi olduğunu, bu kafenin de bir yerde üretilen çikolataların bir teşhir yeri olduğunu öğrenmem geç olmadı. Başarı bu davranışlardan belli değil miydi? Biz de olsa çevresi veya çoluk çocuğu “Artık yaşlandın, dinlen, geç kenara otur, bu işlerle uğraşma '' şeklindeki baskıları ile o kişinin yaşam enerjisini istemeden yok mu ederlerdi? Adının Otto olduğunu öğrendiğimiz bu bey ile özel bir röportaj gerçekleştirdik.

Onun birkaç kez Türkiye ye geldiğini, fındık satıcıları ile ticari işler yaptığının yer aldığı kısa hayat hikayesini kayda almak onu ve bizleri çok mutlu etti. Mr Otto nun ikramı olan çok sevdiğim marzipan çikolatalara bayıldım. Kafedeki mutlu saatlerden sonra çok az bir yürüme mesafesinden sonra St Olaf s kilisesine geldik. 1200 lü yıllardan beri ayakta olan 124 metre yüksekliğindeki kilisenin şehrin en önemli simgelerinden biri olduğunu öğrendik.

Gelelim biraz önce anlatmak istediğim benzerlik örneğine. Eski şehirde gezilebilecek neresi varsa bitirmiştik. Sıra surların dışındaki hayatı görmeye gelmişti. Elimizdeki haritaya göre yeni Talin deniz kıyısında, eski şehrin doğusu ve batısına uzanan geniş bir alanı kapsıyordu. Yaptığımız araştırma sonunda görülmesi gereken yerlerden biri de “Kadriog '' denilen bölgeydi. Oraya girmek üzere şehir içi otobüslerinden birine bindik. Boş olan birbirine bakan dörtlü koltuklara oturduk. Karşımızda da bir bayan oturuyordu.

Elimizde harita bir durak panosuna, bir dışarıya endişeli bakışlarımızı gören kadın sonunda dayanamadı İngilizce “yardım edebilir miyim, nereyi arıyorsunuz '' dedi. Ben de “ Kardiorg parkına gitmek istiyoruz ancak parka en yakın durak hangisi kestiremedik '' dedim. “Merak etmeyin, daha çok var. Ben size haber vereceğim '' dedi. Oldukça güleç yüzlü, sıcakkanlı bu bayana teşekkürlerimizi bildirdik, isminin Marika olduğunu öğrendiğimiz bu bayan İstanbul dan geldiğimizi öğrenince heyecanlandı. Çok mutlu olduğunu söyledi. Kendisinin öğretmen olduğunu geçen yıl İstanbul a seminere geldiğini orada öğretmen arkadaşları olduğunu ilave etti. Güzel sanatlar lisesinde yatılı okuyan oğlunu ziyaret amacı ile Talin de bulunduğunu, Talin e yakın bir kasabada yaşadığını, eğer planlanmış programı olmasa bize severek refakat edeceğini dile getirdi. Bu sözler bizi çok mutlu etti. Marika sonunda ineceğimiz durağı hatırlattı ve vedalaştık. Bu davranışlar bizden davranışlardı. Avrupa da çokça rastlanır davranışlardan değildi. Bir şey sorarsanız yardımcı olurlardı ama kendi isteği ile yardım teklifi bize özgü davranıştı.

Kadriorg semtinin aynı adlı parkının gerçekten görmeye değer bir park olduğuna karar verdik. Parkın içindeki eski sarayın bir bölümünde yer alan resim müzesi de görmeye değer bir yerdi.
Talin de yerel tatları denemek üzere keşfe başladık. Estonya mutfağının İskandinavya, Rusya ve Alman mutfaklarının lezzetlerini taşıdığını öğrendik. Et, sosis, patates, krema, turşu, salatalar ve esmer ekmek Estonya mutfağının ana malzemelerinden bazılarını oluşturuyordu.

Estonya nın milli ve ünlü yemeği kan sosisi (verivorst) ve yanında lahana turşusu (sauerkraut) yemeği “mulgikapsad '' olduğunu öğrenmemize rağmen deneme cesareti gösteremedik. Estonya yemekleri arasında yaban domuzu, büyük boynuzlu geyik, geyik mangal, ayı etinin de çok önemli yeri olduğunu Kohuke adlı tatlının, aromalı lorun çikolata ile kaplanması ile yapıldığını Estonya nın milli tatlısı kamanın ise pişirilip kurutulmuş çavdar, arpa, bezelye, süt, şeker ve baldan yapıldığını öğrendik. Ancak bir restoranda tattığımız fıstık helvası çok lezzetliydi bizim tahin helvasına çok benziyordu.

Ertesi gün son günümüzdü; Talin deki hemen hemen tüm görülecek yerleri görmüştük. Sırada ne alabiliriz düşüncesi ile alışveriş yerlerinde dolaşırken karşımıza Marika öğretmen ve oğlu çıkmaz mı, sanki eski dostları görmüşçesine nasıl kucaklaştık. Demek ki Talin küçük bir şehirdi ama iyi ki öyleydi bu güzel duyguyu bize yaşattı. Hep birlikte bir kafede oturup sohbet ettik ve dostluğumuzu daim kılma sözleri verdik.

Talin den ayrılmamıza 3-4 saat kalmıştı. Otelimize yakın yerlerde vakit geçirmeye karar verdik. Birden kulağımıza müzik sesleri gelmeye başladı. Müzik sevdalısı bir çift olarak komut almışçasına sesin geldiği noktaya kilitlenip hızlı adımlarla yürümeye başladık. Müziğin eski şehir meydanından geldiğini anlamamız geç olmadı. Meydana ulaştığımızda büyükçe bir sahne kurulduğunu çevresine de standların yer aldığını sahnede ise yerel kıyafetlerle dans edildiğini görüp bizde herkes gibi coştuk. Müzisyenlere ve katılımcılara yakın olup sorular sormamızla bu günün Estonya etkin gruplar müzik festivali olduğunu öğrendik.

Başkurtlar diye yazılmış standı görünce heyecanla başında kalpak, pala bıyıklı gence Türkçe “ Merhaba '' dedim. O da Türkçe karşılık verdi. “ Güzel bir Türkçe konuşan Türk kardeşe rastlamak beni çok mutlu etti. '' ifademe “ Hayır. Ben Türk değil, Başkurtum '' şeklinde verdiği yanıta şaşırdık. Bu gence kimse Başkurtların bir Türk kökeni olduğunu öğretmemişti demek ki. Biz de en güçlü Türk devleti olarak soydaşlarımıza aynı etnik kökenlerimiz olduğunu anlatan bir liderlik görevimizi gerçekleştirememiştik.

Şimdi durup biz anlatsak anlayamayacağını tahmin ettiğimizden ve de müziği kaçırmak istemediğimizden oradan uzaklaşıp yine sahnenin yanına geldik. Müzik grupları ile kaynaşmak zor olmadı. Adres, telefon alışverişleri ve hatıra fotoğraflarının arkasından otele gitme zamanı gelmişti. Otelden valizimizi alıp otobüsle Havaalanına ulaştık. Bu şirin ülkeyi görmekle ne iyi etmiştik. Geride Mr. Otto ve Marika gibi iki dost bırakmış olmak da kazanç hanemize yazılmıştı.

Serdar Taştanoğlu

Dragos Musıki Derneği Başkanı
20 Aralık 2016 Salı         Bu yazım turizmhaberleri.com dan alınmıştır.

 

 

 

 

Henüz Yorum yok

İlk yorumu siz yazın.

Yorum Bırakın

E-Mail adresiniz yayınlanmaz.







Yazarın Diğer Makaleleri