EFE, VENEDİK-TRİESTE-RİJEKA-ZAGREP

EFE, VENEDİK-TRİESTE-RİJEKA-ZAGREP

Seyahat notları....

En üst kattaki odamızın penceresinden, gündüz saatlerine göre oldukça sakinleşmiş ana caddeyi, çevresindeki tarihi binaları ve o saatte kendilerince bir sebeple, orada olan insanları ipad ile videoya kaydediyordum. Bu caddenin sabah saatlerindeki yoğun trafiğini, oradaki insanların coşkularını da kayıtlarıma almıştım.

Şu an ise elimde olmadan, bu binanın içinde olmanın getirdiği, ayrı bir heyecanı yaşıyordum. Oldum olası tarihi mekanlarda bulunduğumda, böylesi bir heyecanı hissederim. Ama bu kez Trieste nin en eski tarihi binalarından birinde geceyi geçirecek olmanın, üzerimde özel bir heyecanı vardı. Yaşı nerede ise 150 yıla yaklaşmaktaydı. Bu yaşlı ve yorgun bina, bir zamanlar Trieste postanesi olarak hizmet vermişti. Şimdilerde ise bir otel: Albergo alla Posta .

Hem bu otelde, hem de Trieste deki ilk gecemizdi. Dün geldiğimiz Venedik ten sonra buranın çok sıradan bir şehir olduğu şeklindeki düşüncemizi, yaptığımız sıradışı şehir gezimiz değiştirmişti. Bu şehir hiç göründüğü gibi sıradan bir şehir değildi. Her zamanki gibi sıradışı şehir tanıma yöntemimizi, bu şehir içinde uygulamıştık. Başka bir ifade ile turizmdeki söz sahibi otoritelerin, şehirlerin onların istedikleri biçimde algılanması, tanınması ve kabul ettirmesi baskısını, uzun yıllar önce yırtıp atmış, ziyaret ettiğimiz şehirleri kendi penceremizden tanıma yöntemimizi, burada da uygulamaya koymuştuk.

 

Bizim yöntemin ana mantığına basit bir örnek vermek gerekirse; karşınıza çıkan makyajlı, şık giyimli, bakımlı, hoş bir kadını görüp, beğenmek ve onu o haliyle tanımak yerine, o kadını makyajsız haliyle yakalayıp, onun sade ve sıradan gerçekçi haliyle iç içe olmak, kimselerin görmediği özelliklerini ortaya çıkarıp, buna göre sevilmesi gerekiyorsa sevmek şekli denilebilir.

Bu yöntem şehirle aramızda kurduğumuz kalbi ilişkiyi daha kuvvetli kılıyor, birbirimize sadakatimiz uzun yıllar devam ediyordu. Bu yöntemimiz sonunda tanıştığımız Trieste nin de sevilecek, unutulmayacak bir şehir olduğunu anladık. Venedik kadar şuh ve albenisi olmasa da, birçok şehirden daha akılda kalacak özelliklere haizdi. Bu şehirde olmak benim için birkaç anlamda önem taşıyordu. Bu şehir Avrupa nın önemli limanına sahipti ve yıllarca çalıştığım deniz sektöründeki ilk görevim olan hesap kontrol işlerinde, Trieste limanından gelen hesapları incelemiş olduğumdan, o dönemde bu şehrin adı hemen hemen her gün beynime defalarca misafir olmuştu.

  

Ayrıca Avrupa dan Türkiye ye yapılan Ro Ro taşımacılığı ( kara vasıtalarını taşıyan gemileriler) ile hem stratejik hem de özellikle bu yolu çok kullanan Avrupalı gurbetçilerimizce çok bilinir bir limanın şehriydi. Benim için özel bir başka önemi ise, çalıştığım o dönemde, şirketin açtığı yurtdışına stajyer gönderme sınavına girip, kazanmıştım. Sınav sonucuna göre bir liman şehri belirleniyordu. Sonuçlar açıklandığında gönderileceğim limanın Trieste olduğu bildirilmişti . Ama ne yazık ki aynı tarihlerde başka sınava girerek kazandığım, Hollanda yüksek lisans bursunu tercih etmiştim. Böylece bu şehre gelme şansımı istemeyerek sonlandırmıştım. Kısaca Trieste ile Den Helder arasındaki tercihte Trieste kaybetmişti ya da ben bir anlamda Trieste ye ihanet edip, onu tercih etmemiştim.

 

İşte bu reddedilen şehri, yıllar sonra görme fırsatı yakalamıştım, ona kendimi affettirme zamanıydı. Hollanda daki yüksek lisansımda yazdığım tezin ana teması “Ro Ro taşımacılığının gelecek yıllardaki önemi ve stratejisi '' idi ve tezimde sanki bu reddettiğim şehre, kendimi bağışlatmak istercesine, sıkça adına yer vermiştim. Sanırım ona yaptığım jest yeterli değildi, benim bizzat gelmemle, bu af sağlanabilecekti.

Trieste ile kavuşma heyecanıma bir ilave daha olmuştu. Kısa zamanda çok içten duygu sevgiye sahip olduğumuz, Kosova nın çok değerli sanat ve müzik adamı, dostum Reşit İsmet in eşi ile yarın Trieste ye gelecek olmasıydı. Bir kez de onların anlatımıyla Trieste yi keşfedecektik. Daha sonra da Reşit Hoca bizi yılın yarısını yaşadığı Hırvatistan daki Selce beldesine götürecek ve orada onun hayatı ve eserlerinin tanıtılacağı, sunumunu bizzat gerçekleştireceğim “Sanata Hizmet Edenler “ programının canlı yayınını yapacaktık.

  

Reşit İsmet ile çok iyi dost olmuştuk ve bu dostluğumuzun kesişme noktası, her ikimizin de sanata hizmet etmesiydi. Sanata hizmet edenler programının doğmasına sebep ise internet üzerinden müzik ağırlıklı sanat programları yapan ve çok sevilen bir kanalın sahibi dostumun bir talebiydi. Benden resim sanatına hizmet edenleri ve eserlerini tanıtan bir program yaparak birlikte sunmamızı istemişti. Projenin uygulama öncesi, ismi henüz kesinleşmemişti. Programın isminin “Sanata hizmet edenler '' olması önerimi, itirazsız mutlulukla kabul etmişti. Buna çok sevinmiştim. Böylece sadece resim sanatı ve sanatçılarının tanıtımı ile sınırlanmayacaktım. İlerde müzik dahil geniş bir yelpazede, sanatçılarla yolculuğa devam edecektik.

İlk programı İstanbul da gerçekleştirmiş ve konuk ettiğim değerli sanatçı, ressam, müzisyen Rezzan Peynircioğlu ve eserlerinin canlı yayını büyük ilgi görmüştü. Programın en büyük avantajı, canlı yayınlanmasıydı. Benim için her sanat faaliyetinin bir sonraki aşamasında çıtayı yükseltme hedefim, bu program içinde geçerliydi. Seyircinin ilgisini devamlı tutmak için farklı bir şey yapılmalıydı.

Bu düşüncelerin geçtiği gecenin ertesi sabahı ikinci programın kurgusu oluşmuştu bile. Yıllar önce Napoli, Roma, Milano şehirlerini tanıdığımız İtalya nın bir türlü sıra gelmeyen diğer şehirlerinden ikisi Venedik, Trieste seyahatini eşimle planlamıştık. Ben de ön hazırlıklar için İtalya haritasını açmış, bu iki şehre ait gezi planlarımı yaparken, Hırvatistan ın ve Reşit Hocanın yaşadığı şehrin, Trieste ye ne kadar yakın olduğunu görünce, Reşit Hocaya açtığım telefonda program hakkında bilgi vermiştim. Onun bu programda yer alması teklifimde mutabık olduktan sonra hepimiz heyecanlanmıştık. “Sanata Hizmet edenler “ program için Trieste den Rijeka ya geçiyorduk.

Reşit İsmet hem ressam hem müzik adamı olarak hem de Türk kültürünü 50 yıldır Kosova dan duyuran bir sanatçı olarak bu programı hak eden bir onur konuğumuz olacaktı.

Kosova Türk ü çift, Reşit hoca ve eşi ile Albergo alla Posta otelde, sabah erken saatlerde buluşmamız oldukça mutluluk doluydu . Yugoslavya döneminde orada bulamadıkları bazı ihtiyaçları için sıkça Trieste ye geldiklerini, anıları olan bu şehirde şimdi bizimle buluşmaktan çok mutlu olduklarını ifade ettiler.

Ben, ipad ile Venedik ten itibaren yakalamaya çalıştığım enteresan yer ve tespitleri ölümsüz kılmaya çalışıyor, yine kayıt altına alıyordum. Reşit Hoca bize Trieste de görmediğimiz yerleri de gösterdikten sonra arabasının rotasını Rijeka ya doğru kırdı. Mesafe takriben bir buçuk saat civarındaydı. Güzergah üzerinde olan Slovenya dan geçiyorduk. Doğa muhteşemdi. Hava çok güzel ve pırıl pırıldı. Yine sakin olan otoban, seyahate katkıda bulunuyor, aracın yağ gibi akmasına kolaylık sağlıyordu.

Aracın önünde oturduğumdan, yol boyunca gördüğüm güzellikleri ipad ime kaydetmeye devam ediyor, genelde ön camdan yaptığım kayıtlara daha geniş açı sağlamak ve güzel bir görüntünün süresini uzatmak adına bazen ipad imi açık olan yan camdan dışarı çıkarıyordum. Ne oldu? Nasıl oldu? anlayamadığım bir güç ipadı elimden çekti, uçurdu. Şaşkınlık içindeydim. Çekim halindeki ipad im inanılmaz biçimde belki beş metre havaya yükselerek resmen uçmuştu ve bu uçuşu hem yan pencereden hem de dikiz aynasından saniye saniye izlemiştim. Ağlamaklı sesle “ipad im uçtu arkadaşlar '' dedim.

Otobandaydık, ne yapmamız lazımdı. Bilemiyordum. Allahtan trafik yoğunluğu yoktu. Nadiren araçlar bizi solluyordu. Reşit hoca aracı en sağa çekti. Araçtan inip, yola baktığımda, ipad in otobanın ortasında sere serpe yattığını içim cız ederek izledim. Hiçbir aracın gelmediğine emin olunca, koşup yerden aldığımda ne göreyim; ipad im görevine devam ediyor, harıl harıl kayıt yapıyordu. Hoş ağzı burnu dağılmış, ön camı, taş atılan otobüs camına dönmüştü. Ama bu vefalı dost, “Gazi '' olsa bile görevine devam demişti. Hepimiz zavallı ipad imin haline ve gerek uçarken gerek düşerken ve de yattığı yerden yaptığı çekimleri seyrettiğimizde, katıla katıla güldük.

 

Rijeka, Hırvatistan ın güzel bir liman şehriydi. Deniz olan her şehre hayran olduğumdan Rijeka yı da sevmiştim. Ancak onu detaylı tanımaya vaktimiz olmadığından sadece araçla yapılan şehir turu ve test edilen dondurmasının tadından geçerli puanı almıştı. Yolumuza devam ettik. Reşit Hocanın güzel bir sürprizi vardı. Bize birkaç yıl önce açılan Hırvatistan ın ilk cami olduğunu öğrendiğimiz o güne kadar gördüğüm en modern görünümlü cami ile bizi buluşturdu. “Demek ki istenirse bu kadar modern cami yapılabiliyordu. '' diye düşündük. Bu caminin içindeki bölümlerini gezerken Reşit Hocanın açılış armağanı Caminin yağlıboya tablosunu görünce gururlanmış ve heyecanlanmıştık.

 

  

Reşit Hoca eşi oğlu gelini ve iki torunu ile Rijeka nın yazlık beldesi Selce de işletmeciliğini yaptığı restoran ve üstündeki evlerinde hep birlikte mutlu bir şekilde yaşıyorlardı. Reşit Hocanın güzel afacan torunları Efe ve Mete, çocuk seven herkesin sarılmadan, bağrına basmadan duramayacağı güzel çocuklardı. Efe nin cana yakınlığı, öğrenme ve öğrendiklerini uygulama merakı ayrıca şaşırtıcı şekilde Galatasaray a olan aşkı, ona ait en detay bilgilere sahip olup ve bizlere aktarması, bizim de onu sabırla dinlememiz sonucunda Efe ile sıkı bir arkadaşlık kurmuştuk. Efe benim buradaki küçük arkadaşımdı.

  

O gün canlı yayın yapılacaktı, her şey eksiksiz olmalıydı. Bu heyecan ile sabah erken kalkıp restorantın bahçesindeki masaya konuşlanarak, bilgisayarımda programla ilgili çalışmalar yapmaya başlamıştım ki, kapı açıldı ve Efe bahçeye çıktı. Henüz sabahın çok erken saatiydi. “ Efe, Günaydın koçum! Hayrola sen de benim gibi erkencisin“ dediğimde “Evet, erken kalkmam gerekti , zira restorantın ekmeklerini almam lazım. Dedemler henüz uyuyorlar. Ekmek alma görevi benimdir. Ancak dedem bana akşamdan yeterli para bırakmayı unutmuş, üzerini sen tamamlar mısın? Ben onu uyandırmak istemiyorum. '' demesi üzerine “ Efe cim üzülme, ben de para var. Gereken tutarı sana vereyim . '' dedim.

-“Yakında bir market var. İstersen beraber gidelim. Orayı da görmüş olursun '' dedi.

Yakındaki markete gittiğimizde, Efe ekmekleri kontrol ettikten sonra onların bayat olduğuna karar verdi ve bana “Aşağıda bir fırın var. Gel oradan alalım '' dedi. O kadar neşeli ve mutluydu ki, nasıl kırabilirdim?.

-“Tamam, hadi gel gidelim." dedim.

 

Yol boyunca bana çevreyi tanıttı, kapıda gördüğü bayanlar ve beylerle selamlaşıyor, bazıları ile kısa sohbetler yapıyor, onlara beni tanıtıyordu. Efe, bir çocuk değil, küçük bir adamdı . Efe nin bu kadar sosyal ve yaşından büyük davranışına hayran kalmıştım. Bu eğlenceli sabah yürüyüşü sırasında, fırının o kadar da yakın olmadığını anlayamamıştım. Fırına geldiğimizde Efe içeri girip beş ekmek aldı. Ancak bu ekmekler bizim İstanbul daki klasik ekmeklerin iki mislinden daha büyük olduğundan en az on ekmek almış gibi bir durumu oldu. Fırından gelen mis gibi ekmek ve çörek kokuları ile ben bile acıktığıma göre minik arkadaşımın da acıkmış olabileceğini düşündüm. “Efe açıktın mı istersen şu çöreklerden alalım“ diye sorunca “Evet. Hem de çok. Ama buradan almayalım. Karşıdaki şu pastanenin böreği çok güzeldir. Orada oturup, yiyelim '' şeklindeki bu samimi isteğe de asla karşı koyamazdım.

“Peki o zaman oraya gidelim. Sana börek ısmarlayayım. '' dediğimde, Efe nin o masmavi güzel gözleri ışıl ışıl gülümsedi. Pastane sahibini tanıdığını, onunla da yaptığı samimi sohbetinden anladım. Gerçekten de Balkan ülkelerinde börek ve pasta ürünleri inanılmaz güzel ve lezzetli yapılmaktaydı ve burada da yapılanların muhteşem olduğu görünüşlerinden belli oluyordu.

Efe ile böreklerimizi ve limonatalarımızı büyük iştahla yiyip içerken, bana çevre hakkında bilgi aktarmayı ihmal etmiyordu. Böreklerimiz bitince eve doğru dönüşe geçtik ve eve vardığımızda Reşit hoca başta herkesin bizi kapıda karşıladığını görünce şaşırdık. Ama haklıydılar. Biz Efe ile böreklerimizi keyifli bir muhabbet ile yerken, onlar Efeyi yatağında ve bahçede göremeyince korkmuşlar. Hele hele benimle olabileceğine hiç ihtimal vermedikleri için paniğe kapılıp, aramaya başlamışlar.

Yapılan ilk araştırma sonunda da gelen bilgilerden, Efe nin bir adamla dolaştığı, hatta birlikte börek yendiği bilgilerine ulaşınca, Efe nin yanındaki o adamın ben olduğuna kanaat getirip, rahatlamışlardı. Ben ise onların meraklı bakışları karşısında “ Restorant için ekmek almaya gittik '' şeklindeki açıklamama neden herkesin çok güldüğünü anlamamıştım. Ama Reşit Hocanın restoranına sabah saatinde hiçbir zaman bu kadar çok ekmek alınmadığı gibi, Efe'ye verilen böyle bir görev olmadığı açıklayınca, o küçük şeytanın sabah macerasına beni de ortak ettiğini anladım. Öğleden sonra Reşit Hoca ile gerçekleştirdiğimiz canlı yayının oldukça ilgi çektiğini, gelen telefonlar, beğeniler ve maillerden anlamıştık. Sanatseverlerin takdirini kazanmak güzel bir duyguydu.

 

Bu gezimizde Selce ve diğer beldelerde gördüğümüz çok önemli bir turizm olayına da şahit olmuştuk: Karavan Turizmi. Örneğin Selce de en az bin karavan için yapılmış doğal parkı ile içindeki marketleri, ortak kullanılacak kafeleri, mutfak, duş ve tuvaletleri ile ayrı bir dünya yaratılmıştı. Her biri dört yıldızlı otel konforundaki karavanların çam ağaçları altında doğaya hiçbir zarar verilmeden yerleştirilmiş olması, karavan sahiplerinin böylesi muhteşem ortamda tatillerinin tadını çıkarmalarını, hem kıskanarak hem de sorgulayarak izledik.

Neden ülkemizde de bu turizm şekline ağırlık verilmediğini, karavanıyla yurtdışından ülkemize nadiren gelen turistlerin böylesi yerler bulamaması ve rastgele bir yerde konaklaması sonucunda yaşadığı olumsuzluk haberlerini anımsamamıza sebep oldu ve üzüldük. Buradaki karavan sahibi yazlıkçılar ve görevlilerle yaptığımız sohbetlerde Avrupa nın muhtelif yerlerinden gelen turistlerin, karavan yerlerini aylık, yıllık hatta birkaç yıllık kiraladıklarını ve hem onların kamp yerinin çok avantajı olduğunu öğrendik.

 

Bu şirin yerden ve bu sevimli cana yakın aileden ayrılmak zordu. Ama seyahat planımızda çok merak ettiğimiz turizm çevrelerinde çok adı duyulmayan Zagrep e gitmek üzere ayrılmak zorundaydık. Dört saat sürecek yolculuğumuzu otobüs ile yapacaktık. Bizi otobüse götürecek Reşit Hocanın arabasına Efe ile Mete nin cebren binmeleri çok hoştu. Onlarsız bir veda seremonisi zaten anlamsız olurdu. Altı bağlı Mete nin biz otobüse binerken yerdeki su birikintisine önce ayağı ile vurup yolcu refakatçilerine su sıçratması ve bu muzurluğundan dolayı attığı kahkahalarını, bu eylem tatmin etmeyince de bu kez kendini suya atıp, poposu ile daha fazla su sıçratmasını, dedesi Reşit İsmet in bir yandan onu durdurma paniği diğer yandan refakatçilerden özür dilemesini, otobüsün içinden kahkahalarla izliyorduk. Arkadaşım Efe ise biraz buruk, biraz şaşkın bir ifade ile bizlere el sallıyordu.

 

Zagreb in görülmesi gereken şehirler listesinde neden yer almadığını iki saatlik ön şehir turumuz sonrası hayretle merak ettik. Tarihi binaları ve yolların tam şehircilik örneği olarak yaratılmış bir plan üzerinde yer alması ve çok ucuz olması bu düşüncemizi yaratmıştı.

Şehir merkezine ulaşımı ve şehrin her yerinin dolaşılmasını o kadar kolaylaştırmışlardı ki hiçbir dil bilmeyen kişi şehri rahatlıkla gezebilirdi. Ulaşım kolaylığı yanında, hem tarihi binaların fazlalığı hem de modern kafe ve restoranlarının çokluğu ve özellikle gençlerle dolu olması, girdiğimiz ortamların mutlu ve neşeli atmosferlerine imrenerek bakıyorduk. Tek sıkıntı Euro nun henüz her yerde geçerli olmamasıydı.

Zagrep Havaalanından uçağımıza bindikten sonra yaklaşık iki saat süren yolculuğun sonuna geldiğimizi, Kaptanın “Sayın yolcular iniş için alçalıyoruz. '' anonsu ile anladık.

Her zaman olduğu gibi sevdiğim şarkı yine onu meşhur eden buğulu sesten kulaklarımda yankılanmaya başladı:

HAVASINA SUYUNA, TAŞINA TOPRAĞINA,

BİN CAN FEDA BENİM YURDUMA

Rahmetli Ayten Alpman ne güzel ifade etmişti, ülkesine aşık bizlerin duygularını. Nereye gidersem gideyim, nereyi beğenirsem beğeneyim; henüz onun yerini alacak ondan güzelini bulamamıştım yurdumun...

 

Serdar Taştanoğlu

Dragos Musıki Derneği Başkanı

15 Şubat 2016 Pazartesi

 

YORUMLAR

ZELİHA BETUL HALAÇ yorum yaptı...    

Şehir ve İnsan ilşkileri       23.02.2016

Serdar bey böyle bir güzel dünya tanıttığınız için çok teşekkürler, göremiyeceğim, gezemiyecegim yerleri dolaştırdığınız ve heyecan kattığınız için minnettarım.

 

SEMRA TÜREL yorum yaptı...  

 

KUTLARIM SEVGİLİ SERDAR TAŞTANOĞLU BAŞKANIM       16.02.2016

UZAKLARI YAKIN EDEN KIYMETLİ KALEMİNİZİ KUTLARIM SEVGİLERİMLE

 

AYŞEN KOLÇAK yorum yaptı...

Sanki Yanınızdaydım...       16.02.2016

Ne kadar sıcak, ne kadar içten. Sizinle birlikte gezdigim hissini oluşturdunuz. Çok teşekkürler. Sevgiler.

 

ŞEVKİ yorum yaptı...  

Prizren`den Selamlar.16.02.2016

Diğer yazıda gibi, bu yazıda da, seyahat boyunca görüp yaşadıklarınızı yazıya ustaca dökmenizden dolayı, sizi tebrik ediyorum. Saygı ve selamlar.

Henüz Yorum yok

İlk yorumu siz yazın.

Yorum Bırakın

E-Mail adresiniz yayınlanmaz.







Yazarın Diğer Makaleleri