SİYAH KOT

SİYAH KOT

Bir ömür boyunca hepimizin yaşadığı acı, tatlı, ekşi, tuzlu binlerce anı bulunur. Tüm bu tatlar hayatımızın renkleridir. Hayatımız adeta bir soyut ressamın yarattığı, bir renk cümbüşün yer aldığı tablo gibidir. Bu tablodaki renkler içinde elbette siyah ve siyahın tonlarının temsil ettiği “acı olaylar” da yer alır ve o kara renklerde hayat tablosunun olmazsa, olmazlarıdır. Ancak, ne yazık ki bazılarının “hayat tablosunda” bu renk skalasında siyah ve siyah tonları tablonun çok büyük kesimini kaplar ve bunların temsil ettiği büyük, çok büyük acılar yer alır. Böylesi tablolara sahip olanlar, mutlulukla tebessümle ortaya çıkarıp seyretmek, gururla göstermek duygusunda olmadıklarından beyin ve yürek galerilerinin içinde onu sarmalayıp, saklayarak  verdiği acının ya da acıların küllenmesi için “zaman” denilen sabır tünelinde beklemeye almak durumundadır. Acı olan şu ki günümüzde özellikle şark toplumlarında bu siyahın ağırlıklı yer aldığı tablolara sahip olanlar küçümsenmeyecek çoğunluğa ulaşmıştır.  Kimsenin hayatında böylesi tabloların olmamasını, oluşmamasını dileyerek renklerin dengeli olduğu soyut tablolara dönelim.

              

Hayatlarımızı sembolize eden bu soyut tablolarda yer alan ilk renklerin zaman içinde farklı renklere dönüştüğünü şaşırarak görebilirsiniz. Zamanında siyah veya gri olarak tablonuzda yer alan bir hadiseyi temsil eden  rengin yıllar sonra artık siyah veya gri tondan çıkıp belki bir mora belki bir pembeye dönüştüğünü şaşırarak görebilirsiniz. Bunun nedeni de tabloyu izleyen gözlerimiz ve beynimizin yıllar içinde olayları değerlendirmede elde ettiği tecrübe, değişim, alışkanlık ya da olgunluk gibi yeni kriterlere sahip olmasıdır.  Otuz  yıl önce sizin için siyah olan bir hadiseye bugünün gözlüğü ile baktığınızda artık siyah değil belki sarı belki de pembe görebiliriz.

İşte benim sizlerle paylaşacağım çocukluk zamanında bana o zaman çok siyah gelen beni çok üzen ve kızdıran bir hadise iken birkaç yıl  sonra  sanırım olaya olgunluk ve  empati ile bakmam sonucu sarı renge dönüşmesinin hikayesidir.

Bu anının önemi, benim tablomdaki renk değişimine maruz kalması değildir. Zamanında çocuk dünyama siyah olarak girmiş ve beni üzmüş olmasıdır. Ki bu özellikle “gerçek eğitimci” olmak isteyen ya da “nasıl iyi başarılı eğitimci olurum” diyenler için önemli bir derstir.Çocukların güzel mutlu dünyasını yıkmamaya özen göstermeyi öğrenmelidirler.

Babam bu ülkenin çile çekmiş ama bilinçli girdiği ve severek yaptığı eğitimcilik mesleğinin getirdiği zorlukları yılmadan aşmış ve ilkokul öğretmenliği ile başladığı eğitimcilik serüveninde Öğretmen, Müdür, Müfettiş,  Başmüfettiş, Ortaokul öğretmeni, Lise öğretmeni, Milli eğitim müdürü, Bakanlık şube müdürü,  teknik yüksekokul eğitim görevlisi, Daire başkanı, Genel müdür yardımcısı, Genel müdür başyardımcısı, Genel müdür,  Uzman gibi bir çok değerli makamda hizmet etmiştir. Değerli bir eğitimcinin çocukları olmamız bizlere asla bir şımarıklık,  rahatlık getirmemiş, bilakis daha fazla sorumluluk ve azim ile başarılı eğitim hayatlarına sahip olmamızı sağlamıştır. Örneğin okul arkadaşlarıma kendileri öğrenmediği sürece asla “benim babam müfettiş”, benim babam milli eğitim müdürü” ya da “benim babam Genel müdür” dememişimdir. Lise sonrası macera olması adına iki sevdiğim arkadaşımın çalıştığı matbaa da, onlarla olmak farklı bir atmosferi yaşamak adına birkaç ay “gece gazetesi baskısı ” için matbaa mücellitliği işine talip olduğumda, sanırım patrona "babamın o sırada genel müdür olduğunu" söylemiş olsaydım, böylesi cüzi bir rakama gece işinde çalışmamdaki  sebebi anlatamaz. Hatta o işe girme gerekçelerimden biri olan arkadaşlarımın ballandırarak anlattığı  gece alkol almayı seven patronun çoğu kez coşarak tüm gece personelini  sık sık gece kulübüne  götürmesi olduğunu itiraf etmem bile onu ikna etmeyeceği gibi ters tepebilecekti. Yine üniversitede iki yıla yakın plasiyerlik (pazarlamacılık) yaptığımda  patron dahil kimsenin ailem hakkında bilgi sahibi olmadığı gibi evde de yaptığım işi detaylarını  bilmemekteydi. Oysa evden yeterli harçlığım verilmesi yanında Rahmetli halam Bursa’dan  asgari ücrete yakın bir harçlık göndermekteydi. Benim amacım paradan ziyade  çalışmak, macera, insanlarla iç içe olmak, yeni insanlar ve ortamlar tanımaktı.

Malatya, Urfa, Çanakkale sonrası Biga’ya gelmiş, iki yıl orada yaşadıktan sonra tayinimiz İzmit’e çıkmıştı. “Tayinimiz” ifadesini özellikle kullandım. Zira “tayin” adı verilen kavram bir memurun bir yerden başka yere göreve gönderilmesi şeklinde basite indirgenmeyecek genel bir kavramdır. Tayin edilen kişinin ailesi varsa tüm aile fertleri için yeni birer sayfanın açılışı, o sayfalarla ailenin her fertlerinin sosyal, kültürel yaşantısına, alışkanlıklarına doğrudan dokunulması demektir. Bu nedenle bu hadise bizim içinde sadece babama gelen bir görev emri olmaktan çıkıp, tüm ailenin görev emri haline geliyordu. Her tayin haberini aldığındaki ruh hallerim bugün bile gözümün önündedir. Bu ifademle sadece tayinin getirdiği ayrılık iklimini kastedip bir tramva yaşadığımız sanılmasın, tayin kavramı elbette olumsuz duygular yaşatsa da yeni yerler, yeni dostluklar, yeni keşifler yaşayacağımızın habercisi olarak da büyük mutlulukta ve heyecanlar getirmekteydi.  

Bizler yani tüm aile fertleri öyle  mekanize olmuştuk ki  birkaç yılda bir gelen  tayin  haberini alır almaz, herkes gerçekleştireceği görevleri bilen  askeri birlik timinin bir seferberlik emri almışçasına işbaşı yapmasına veya bir anda  düdük çalmış bir komutandan gelen  emir ile  taarruza geçen askeri birlik gibi yapacağımız görevlerimize başlardık. Kimimiz "bardaklar" gibi kırılacak şeyleri, gazetelere sarıp kutulara koyma, kimimiz kumaş ve giysileri katlayıp denk yapılmasına yardım etme,  kimimiz   çiçekleri   korumaya alıp kutulara koyma, kimimizde  büyük eşyaların kamyona taşınmasına hazır hale getirmek  işinde  yardıma geçerdi. 

Tayinlerin sıkça gelmesi nedeni ile mi yoksa bütçemiz nedeni ile mi bilmiyorum tüm ev eşyalarımız en pratik şekilde, taşınmaya uygun modellerden seçilmişti, katlanan masalar,  iç içe geçen sandalyeler, sehpalar, iç içe giren dolaplar, sandıklar gibi...........

Ne yazık günümüzün nakliye şirketleri o yıllarda olmadığından tüm tedbirlerimize rağmen her tayin sonrası naklolan eşyalarımızda hasar ve kayıplar kaçınılmazdı. Bunlara ait hiç unutmadıklarım arasında şu an sizlere aktardığım İzmit tayinimizden, iki tayin öncesi yani Urfa’dan Çanakkale’ye tayinimizde gerçekleşmişti. Urfa’da kaldığımız üç yıl boyunca alıştığımız Urfanın yöresel peyniri ve tereyağından anında vazgeçememek adına babamın her ikisinden de birer teneke  yaptırmıştı. Ancak tereyağ tenekesinin  kamyonda bir şekilde delinmesi sonucunda eriyip akan tereyağının,  çok sevdiğimiz bir battaniye  ve yatağa  bulaşması sonucu  o tereyağ kokusunun ne kadar yıkanırsa yıkansın  neredeyse on  beş yıl battaniyeden çıkmamasını anımsadım.

Biga’dan İzmit’e tayin haberimiz geldiğinde neden bizimkilerin, bir ay önce okulun mehter takımına seçilmeme rağmen “ gelecek yıllarda burada olmayabiliriz,  boş yere elbise yaptırmış, olmayalım”   demelerinde ne kadar haklı olduklarına bu tayin haberi ile o an  tam olarak ikna olmuş, o sırada yaşadığım burukluğum tamamen ortadan kalkmıştı.

İzmit neresi? diye ilkokul Atlasımdaki Türkiye haritasına bakıp ilk mukayesemi İstanbul’a yakınlığı ile yapmış ve bunun getirdiği büyük bir sevinç olmuştu. Aşığı olduğum, doğduğum şehir, tüm sevdiğim akrabalarımın olduğu ve zaten nerede olursak olalım en az dört aya yakın tatil süremizde yaşadığımız şehir, İstanbul İzmite çok yakındı. Çünkü İstanbul benim “kabe”mdi.

Anneme bunu paylaştığımda bana Babama uygun İstanbul’da kadro olmadığı için en yakın yer İzmit’e tayinimizin çıktığını, böylece bir saat uzaklıktaki İstanbul’a yakın olma şansı yakalamış olarak  Annanemle  daha sık görüşebileceğimizi söylemesi üzerine annemle kucaklaştık.

İzmit’e  geldiğimizde  şehrin benim üzerimdeki ilk intibaı  çok sevimli ve çok ilginç bulduğumdur. Daha önce yaşadığımız şehirler hep düz platolar üzerine kurulu olduğundan İzmit’in tepeler üzerinde kurulu olması ve şehrin içinden tren geçmesi çok ilginç gelmişti. Tren her çocuğun dünyasında yer alan sevimli bir araç olduğundan günde birkaç kez yolların kapanması, geçitte beklenmesi sanki trenin geçişine saygı durmak gibi geliyordu ve hayranlıkla izliyordum.

Aslında bir büyünün içine girdiğimin ve neredeyse 50 yıl İzmit’ten asla uzak kalamama gibi çok kuvvetli bir bağın oluşmakta olduğunu o zaman nereden bilebilirdim ki.

Hızırreis ilk okuluna başladım.  Denizi sevmem deniz ile ilgili tarihi ve komutanları  bilmem nedeniyle “Hızırreis” isminde bir okula başlamak  gurur vericiydi. Üstelik o güne kadar her yerde hatta İzmit’te bile siyah olarak giyilen öğrenci önlükleri bu okulda maviydi. Mavi en sevdiğim renk olduğundan bu bile sanki bana birilerince uygun ortamın oluşturulmaya çaba gösterilmiş gibi geliyordu.

Bir bayan hocanımın sınıfına verildim. Bu hocanım çok tonton  ve çalışkan  bir öğretmendi. Zaman içinde evlenmediğini, içinde bulunduğumuz o yılların geleneği dikkate alındığında,  evlenme çağını bir hayli aşmıştı. Klasik eğitimler yanında sosyal olaylarla pişmemizi, el becerilerimizin artmasını istiyordu. Kısaca bir öğretmenin vermesi gereken müfredata tabi tüm bilgileri veriyordu. Ancak  eksik bir şeyler olduğunu,  öğretmenin sadece bilgi aktaran değil,  her konuda öğrencilerini sarıp sarmalayan  hatta  bir anne, baba  misali  şafkat ve hassasiyet göstermesi gereken olması gerektiğini  yaşanan olay veya olaylar ortaya koyabilmektedir.

İlk okulu bitirmemize az kalmıştı. Yıl sonunda sergilemek üzere folklor gruplarına seçmeler yapılmıştı. Dans konusunda çok yetenekli çok haraketli bir çocuk olduğumu söyleyemem, biraz “ağır abi tarzı” çocuktum. Örneğin asla güvercin takla denilen taklayı asla atamamışımdır. Biraz erken mi erkek  tavırlarına girmiştim yoksa o güne kadar beş farklı şehir içinde doğulu, batılı  değişik yapıda farklı arkadaşlar, farklı insan  kitleleri , farklı adetler yaşamam, oysa ailede  bunlardan ayrı İstanbul-Kıbrıs kültürü görmemden dolayı mı olgunlaşmıştım, bilemiyorum.' Şimdi çok güldüğüm bir basit çocukça hadiseye belki sizde güleceksiniz. Gerek folklor gerek beden eğitimi derslerinde soyunup eşofman giyerken normal olarak iç çamaşırlarımızla kalırken bugün çok moda ve yaygın olan slip tarzı külotlara o tarihlerde gıcık olduğumdan Rahmetli anneme “bana sakın kız külotu gibi külot alma,  asla giymem.”  demem karşısında Kadıncağız çok şaşırmış. “ Oğlum neden, ne oldu ki? çocuklar hep bunu giyiyorlar. Yoksa sınıftaki erkek arkadaşların giymiyor mu” sorusuna  “Giyen çok ama ben hoşlanmıyorum. Bana kız külotu gibi geliyor. Benimkileri ablama ver artık giymeyeceğim.  Bana şort tipi siyah külot al yada diktirt.” şeklindeki ültimatomuma anneciğim çokşaşırmış. Üzülmemem için bir terziye yeteri kadar sayıda ve talebim doğrultusundaki külotlardan diktirtilmişti. 

Yine o yaşlarda kısa pantolon, çocuklar için oldukça doğal olmasına rağmen iki senedir yaz aylarında kısa pantolon giymek istemiyor, uzun pantolonla dolaşmak hoşuma gidiyordu. İlkokulda saç modeliyle meşhur "Kuzey Vargın" isimli artistin saçına benzetmeye çalışıyordum. Demiryolunda şimdiki İş bankasının yan sokağındaki Babamın berberine gittiğimizde, babamın berbere saç kesimim için “alabrus olacak “demesine sinir oluyor, babam duymayacak şekilde  "Berber amca, biraz üste kalsın, Kuzey Vargın tipi yani " dememe berber kahkahalarla gülüyor “ Oğlum parayı baban verecek, onun talimatına karşı gelmeyelim”i  ekliyordu.

İşte böylesi bir ruh halinde ergenlik belirtileri gelmeye başlayan bendeniz, içinde olduğum folklar grubu ile  şimdiki  Seka park içinde kalan "kapalı spor" salonunda  gösteriye çıkacağımızın  haberini hocanımdan aldık.  Hocanım“ çocuklar kapalı spor salonu birkaç bin kişinin izleyeceği bir yer,  bizim dışımızda okuldaki diğer sınıflarında etkinlikleri  orada olacak.  Biz çok iyi olmalıyız. Herkes anne, babasına söylesin o gün erkek çocuklar siyah kumaş pantolon, beyaz gömlek giyecek, ayaklarınızda siyah ayakkabı olacak” dedi. Kızlara da sanırım daha renkli giysi tarifi yaptı.

O heyecanla eve geldim akşam annem ve babamın bulunduğu ortamda öğretmenimin mesajını anons ettim.  “ On beş gün sonra  kapalı spor salonunda giymek üzere siyah pantolon, beyaz kısa kollu gömlek, siyah kemer ve siyah ayakkabı isteniyor.” Annem babam birbirlerine baktılar. Babam “ Yavrum; dediğin tarihte okullar kapamış oluyor ve senin şu girdiğin kolej burs sonucuda gelmiş olacak. Belki kazanmış olursan Ankara’ya gidersin. Bildiğim kadarı ile kolej kıyafetinde siyah pantolon yok. Eğer İzmit merkez ortaokuluna gidersen, orada da okul pantolonları gri renkte. Şu durumda bu siyah pantolonu bu gösteri için sadece 15 dakika için giymiş olacaksın. Ya da bir başka bir sene giyebilirsin ki oda mümkün değil. Çünkü her yıl büyüyorsun, bir önceki kıyafetlerini asla kullanamıyorsun. Yinede biz biraz düşünelim " dedi

Ben çocuk aklımla büyüklerin hesaplarına müdahil olma lüksüm olmadığından konu orada kaldı ve zaten bir süre sonra unuttum. Ta ki gösteriye iki gün kala kadar.                     “Anneciğim ; şu siyah pantolon, kemer ayakkabı, gömlek işi nolacak “ dedim. Annemde “ Evet seninle bugün alışverişe çıkacağız. Biz şöyle düşündük . Sana  siyah kot pantolonu alacağız. Gece vakti orada kimse kot mu? kumaş mı? seçemez. Halk tribünlerden seyredecek zaten sizde hareket halindesiniz. On beş dakika için üç kot pantolon fiyatı tutacak kumaş pantolona gerek yok. Zaten sen yazın kısa pantolon giymek istemiyorsun. Böylece istediğin gibi uzun kot pantolon giymiş olursun.”  şeklinde düşüncelerini aktardı. Ne diyebilirdim ki. Çocuk aklıma rağmen son derece bilinçli mantıklı bir açıklama olduğuna ikna oldum. Hatta kısa pantolon giymeme ısrar etmeyecekleri için bu teklif hoşuma bile gitmiş, mutlu olmuştum.

Okul bitmiş. Karneleri almıştık. Başarılı bir öğrenciydim. Ancak henüz kolej sınav sonucum gelmemişti. Çok mutluydum, yaz tatiline giriyordum. Kapağı İstanbul’a atacak en az üç ay İstanbul’umda olacaktım.

Gösteri günü geldi. İster istemez bir heyecan başladı. Annem, babam, ablam, kardeşim hep birlikte kapalı spor salonuna yola koyulduk. Siyah kotumu , üstüme beyaz gömleğimi giymiş, saçlarımı limon suyuyla  azda olsa Kuzey Vargın stiline sokmuştum. Gören “oooo bu ne yakışıklık “ diyordu. Böylesi iltifatlara hangi yaşta olursan ol çok mutlu olunurdu.

 Bizimkiler tribünlere geçtiler. Bende heyecanla spor salonunun kulis kısmına geçtim. OO herkes oradaydı. Kızlar, erkekler sanırım herkes gösteriye hazırdı. Oda ne !!!Hocanımın gözleri yuvasından çıkarcasına bana bakıyordu. Birden avazı çıkıncaya kadar bağırmaya başladı. “Bu ne ya, Bu ne rezalettir böyle. Ben siyah kumaş giyilecek diyorum, kalkıp kotla geliyorsun.  Bu kendini bilmezlik nedir, bu utanmazlık nedir. Bu cüret nereden. İşi ucuza getirme mantığı mı!  Bu istediklerimi alanlar aptal mı ?”   Aman Allahım neler sayıyordu.  Hani derler ya “yer yarılsaydı da içine girseydim” yada “kuş olup uçsaydım”. Tüm oradakilerin gözü bende beni yukardan aşağı süzüyorlardı, şaşıran vardı, tebessümle bakan, acıyarak bakan, hatta gülen vardı.  Bacaklarımın titrediğini, durduramadığımı hatırlıyorum. Ancak erkeklik bünyeye gelmiş ya ağlamamak için elimi sıkıyorum. Neredeyse parmaklarım avcumun içine girecek. Ne yapacağımı bilemeden on dakika öyle kala kaldım. Bağırması ile yeniden toparladım. “Geç yerine.” Tüm neşem, heyecanım bitmişti. Nasıl oynayabilirdim ki, sanki ayaklarıma zincirle ağırlık bağlamışlardı. Yerinden kalkmıyorlardı. Ellerim buz gibiydi. Bu ellerle yanımdaki iki kızın elini nasıl tutabilirdim. Sanırım ilk şefkat desteği onlardan geldi. Ellerimi onlar sıkı sıkı tuttular. Her ikisinin ellerinden sanki “üzülme senin yanındayız” mesajı akıyordu. Kimsenin yüzüne bakamıyordum ki gözlerim hep yerdeydi. Sanki bir cüce olmuştum. Küçücüktüm, öyle hissediyordum hatta “daha da küçülsem kimse beni farketmese” diyordum. Müzik eşiliğinde sahneye çıktık. Ben mi çıktım, ruhum mu çıktı. İnanın hiç ama hiç bir şey hatırlamıyorum. Sonradan anlatıklarına göre bizimkiler kendilerini göstermek için neler yapmışlar. “ hiç bakmıyordun ki,  İnsan bir an başını çevirir, bakar. Nasıl heyecanlandık”  dediklerinde.  Ben de onlara   “ o sırada oynayan "Serdar" değildi ki, kimdi? bende bilmiyorum. Ben oynadığımın ve gösterinin ne zaman bittiğinin farkında bile değildim”  diyemedim. 

Kulise girer girmez anında oradan kaçtım. Resmen kaçtım. Ne hocanımı ne diğerlerini görmeye bir saniye bile tahammülüm yoktu. Bizimkilerin yanına da gitmedim. Doğruca kendi başıma eve  döndüm. Bizimkilere  bir şey söylemedim. Bunu yıllar sonra anlattığımda bile babam çok sinirlendi. " İyi ki o sıralarda söylememişim, aksi takdir de  Hocanım yanmıştı" diye düşündüm. Aradan bir hafta geçmişti. Evimize gelen posta bir önemli haberi müjdeliyordu. Girdiğim Yükseliş koleji yatılı burslu sınavını kazanmıştım. Lise son sınıfa kadar burslu okuma hakkını elde etmiştim.

  

Bu bir taşra öğrencisi, bir orta gelirli memur ailesi için piyango ikramiyesi gibi bir olaydı. Haber Hızırreis ilkokulunda  bomba etkisi yarattı. Hocanım çok mutlu olup, kendine pay çıkartmış “ Benim öğrencim” diye her yerde hava atıyormuş. Ancak veda etmek için bile gitmedim. Onu affetmem  bir yıl sürdü.  Yükseliş Kolejindeki başka bir öğretmenin benzer davranışı sonrası sanırım " lanet olsun. Bunların hepsi ayni mi” dedirtti, bilmiyorum.  Affettim onu.  Hatta Üniversite sonrası  İzmit’e tayinim çıkmıştı. İlk işim Hocanımdan başlamak üzere tüm öğretmenlerimi bulmak oldu. Bir kısmını buldum. Bulduklarım içinde bu Hocanımda vardı. Çiçek yaptırıp, evine gittim. Önce beni tanımadı sonra tanıtınca ağlayarak boynuma sarıldı. Saatlerce sohbet ettik ama asla o geceden bahsetmedik. Ben unutmamıştım ama acaba oda hatırlıyor mu? diye düşünmeden edemedim. Ancak hocanım yaşlı tonton biri olmuştu. Yalnız yaşıyordu. Haline üzüldüm. O tatsız olayı konuşmaya bile gerek yoktu. Zaten şu sözü yetmişti

Bunca mezun ettiğim öğrencim içinde sen dahil üç kişi beni unutmamışsınız,

"Benim hakikatli yavrum, gel seni bir daha öpeyim" ………………….

Serdar TAŞTANOĞLU

28.06.2020

 

  

 

 

 

 

15 Yorum

İnci Erdoğan Bl

İnci Erdoğan Bl

29 Haziran 2020
Çok güzel ama bir okadar iç burkan bir anı imiş.Şunu anlıyorum anlıyoruz ki Yaş kaç olursa olsun, çocuklukta yaşanan olumsuz üzücü bir olay hiç çıkmıyor icimizden..Bu yüzden ebeveynlerin , ve eğitimcilerin çocuklara karşı daha hassas ve ince düşünmesi gerektiği.Belki bilerek yapmadıkları, o anki pisikolojiyle verdikleri tepkiler olsada kalıcı izler bıraktığı bir gercek.Bir eğitimcinin yada Asker çocuğu olmakta ayrı bir zordur.Devamlı yer değiştirmek kendini biryere ait olmadığı bilinci taşır ,Devamlı hali hazirda gelişen değişimlerede açık olmayı ögretir.Sizinde çok yönlü olmanızın yegane sebebi , farklı kültürleri görüp yaşamanızdır.Yüreğinize kaleminize sağlık .Yeni yazılarınızı okumak dileğiyle , saygılar ...
Halit Çalışkan

Halit Çalışkan

29 Haziran 2020
Serdar hocam çocukluk anılarını nasıl böyle hatırlayıp yazabiliyorsun anlayamıyorum tebrik ederim öğretmenini ziyaret ettiğin için yine tebrik ederim sağlık olsun bu siyah kot seni üzmüş ama bunu bulamayanlar bile var hikayelerini ve seni seviyoruz yenilerini beklediğimizi unutma
Tuğba Aydın

Tuğba Aydın

29 Haziran 2020
Yüreğinize sağlık Serdar Bey, hüzünlü bir anı olsa da yine esprilerinizle renklendirmişsiniz.
Suna Gülgüden

Suna Gülgüden

29 Haziran 2020
Serdar hocam çok güzel bir yazı bayıldım. Ben de bir eğitimciyim ama bazı arkadaşkarın bu yanlış hareketlerini onaylamıyorum. Eğer herkesin içinde bağırmak yerine bir köşeye çekip de sebebini sorsaydı bu kafar yaralanmayacaktınız sanırım. Böyle bir davranışla bütün mutluluk ve heyecanınızı söndürmüş. Ama sizden iyi bir ders almış sanırım. Bize göre küçük olan bu öğrencilerin kocaman bir dünyaları var. Onlarla iyi, duygusal köprüler kurmak zorundayız. ACTION SPEAKS MORE THAN WORDS YANİ TAVIRLAR KELİMELERDEN DAHA ETKİLİDİR GİBİ bir kalıbımız var ingilizce de. Ben buna kesinlikle katılıyorum.Bütün öğrencilere aynı yakınlıkta ve sevgi dolu olmalıyız!! Yazınızı çok beğendim, tebrikler!!
Umran özbey

Umran özbey

29 Haziran 2020
Eğitimcilerin öğrenciye bakış açıları kadar eğitilenlerinde derin duygu barındıran düşüncelerini anlamak yine öğretmenlerimize düşüyor. O öğrencinin tasarlananın dışında giyimi varsa birebir önce nedenini alması bu yanlışı yaşatmazdı.
Ayşe gücün

Ayşe gücün

29 Haziran 2020
Çocuklukta yaşananlar olumlu olumsuz olaylar hayata karektere izleri olacaktır . Bu küçük olay bellide bu kadar hoşgörülü olmanızda etkisi olmuştur ufku geniş hocam
Yeşim Bülbül

Yeşim Bülbül

29 Haziran 2020
Başkanım o kadar etkilenerek okudum ki yazınızı. Sizin hikayelerinizi okumak çok zevkli çok akıcı öğretmenimize bende kzdim
Aylin Tamakan

Aylin Tamakan

29 Haziran 2020
Kaleminize sağlık, bazı anılar çok hış olmasa da hoşlukla hatırlanması güzel :)
Nilgün tezer

Nilgün tezer

30 Haziran 2020
Serdar hocam, Demekki bu olay sizi çok etkilemişki bu kadar detaylı hatırliyorsunuz. Ne büyük incelik etmiş, hocanızı ziyaret etmişsiniz...
Ceyda Çiltaş

Ceyda Çiltaş

30 Haziran 2020
Hocam geçmişimiz bizi her zaman hüzüne boğuyor nedense, ister güzel ister üzücü anılar olsun hatırlamak içimizi burkuyor. Vefa gerçekten de çok değerli bir meziyet, sizi tebrik ediyorum..
Gülten Aydeniz

Gülten Aydeniz

30 Haziran 2020
Merakla beklediğim yazınızı çok değişik duygular içinde okudum, bir daha okudum . Aile kavramını çok güzel anlatmışsınız. O zamanlar herkes idareli yaşamak zorundaydi. En güzeli affedici yüreğiniz.
Ayşegül Açıkell

Ayşegül Açıkell

01 Temmuz 2020
Kaleminize sağlık. Anınızı film şeridi gibi izlettiniz bize
Bingül Oğuz

Bingül Oğuz

01 Temmuz 2020
Sevgili dostum anı tarzı yazınızı okudum.Drogos cemiyetindeki başarınızın nedenini daha iyi anladım. Yazınız muhteşem şiir diliyle yazılmış.Hayat başarınız ise kendi ayakları üzerinde durmayı bilen bir gencin başarısı.Yaşamınızı kendiniz kurup yönlenirmişsiniz.Bu zeka ve eğitim meselesi, kutlarım.Eşinizi seçerken bile bu başarı görünüyor.Bana gönderme nezaketini göstermeniz beni çok memnun etti.Kutlarım.Derneği de nerelere taşıdınız. Ben şu an Sapancada kalıyorum.Esinizle gelirseniz sizi ağırlamaktan mutluluk duyacağım .Sevgi ve selamlarımı güzel eşinize ve size gönderiyorum.
Sonay Ovissi

Sonay Ovissi

03 Temmuz 2020
Serdar bey Kaleminize yureginize saglik bende paylasiminizi okurken bir nostaljiyle kendi anilarimi hatirladim.Samimiyetiniz ve acik yurekli olusunuzla paylastiginiz anilariniz icin tesekkurler.Sevgiyle kaliniz.
Veysel Özyurt

Veysel Özyurt

04 Temmuz 2020
Serdarcığım yazılarınızı bir film izler gibi okuyorum. Çok güzel ve detaylı yazılarınızın sanayi bakanlığı bölümünü ne zaman yazacağınız merakla bekliyorum

Yorum Bırakın

E-Mail adresiniz yayınlanmaz.







Yazarın Diğer Makaleleri