İSTANBUL ANILARIM II

BEŞİKTAŞ...

Bir önceki yazımda birlikte gezmeye başladığımız, Beşiktaş'ı, isterseniz kaldığımız yerden gezmeye devam edelim ve yeri geldiğinde yine anı sandığımdan çıkardıklarımı sizlerle paylaşayım.

Biz, Türkler için çok büyük önemi olan Dolmabahçe Sarayını gezdikten sonra kıyı şeridinden Ortaköy istikametine doğru devam edecek olursak, önümüze önce Başbakanlık ofisleri çıkar, onları geçtikten sonra Deniz müzesi ile karşılaşılır. Ülkemizin askeri denizcilik alanında en büyük müzesi olması yanında, içerdiği koleksiyon çeşitliliği açısından dünyanın da sayılı askeri deniz müzelerinden birisidir.

Deniz müzesi 1900 yıllarının başında Bahriye Nazırı yani Donanma Bakanı Hasan Hüsnü Paşa tarafından kurulup, muhtelif yerlerde konuşlandıktan sonra 1961 yılında bugünkÜ yerinde, kalıcı bir müze olarak açılmıştır. 2013 yılında mevcut benzin istasyon kaldırılarak yerine müzenin yeni giriş bölümü yapılmıştır. Denize ve deniz resimlerine olan aşırı ilgim dışında ikinci yüksek lisansını Denizcilik işletmesi dalında yaparak, denizcilik sektörüne onyedi yıl hizmet vermiş biri olarak, birçok ülkelerdeki Deniz müzelerini gezdiğimi, deniz müzemizin sahip olduğu zengin kolleksiyonları ile bu alanda görülmesi gereken müzelerinden biri olduğunu övünerek söyleyebilirim.

 

Müzenin bitiminden sonra Barbaros Hayrettin Paşa türbesi ve anıtının yer aldığı Beşiktaş meydanına ve onların tam karşısında yer alan, tarihi Beşiktaş iskelesi ile Üsküdar a giden motorların kalktığı motor iskelesine ulaşılır. Tarihimizin şanlı komutanı Barbaros Hayrettin Paşayı, ebedi istirahatgahı olan türbesini ve sanatsal değeri yüksek anıtını daha sonra da Cumhuriyetimizin kuruluş dönemi önemli mimari örneklerinden tarihi Beşiktaş iskelesini kısaca anlatmak isterim.

Tarih kitaplarımızda detaylı şekilde okuduğumuz Paşayı bir tarih anlatıcısı pozisyonun da değil de, farklı yönleriyle sizlere tanıtmak arzusundayım. Asıl adı Hızır olduğu halde Barbaros ve Hayreddin lakaplarıyla tanınır. Batılılar kızıl renkteki sakalından dolayı, ağabeyi Oruç a verdikleri “Barbarossa“ adını daha sonra Hızır içinde kullandıklarından, Barbaros diye tanınmıştır. İtalyanca Barbarossa kızıl sakal manasına gelmektedir. Din ve devlet yolunda yaptığı büyük işlerden dolayı Kanuni Sultan Süleyman tarafından da “Dinde hayırlı olan '' manasına gelen “Hayrettin '' ismi  verilmiştir.

Kuzey Afrika dan İspanya ya kadar uzanan bir coğrafyada adını duyan herkesi hazır ola geçiren paşanın, bir zamanlar çömlekçilik ve ticaretle uğraşan sıradan biri iken ağabeyiyle birlikte korsanlık yapmaya karar verdiğini öğrendiğimde çok şaşırmıştım. Hızır Reis, Midilli Adası nda dünyaya gelmiş. Babası Türk, annesi ise Katerina adında bir Rummuş. Hızır reisin dört kardeşi varmış; Oruç, Hızır, İshak, İlyas. Hızır reis korsanlıkla başladığı deniz savaşlarındaki başarısı, Cezayiri ele geçirmesi ve daha sonra Osmanlı hükümdarı Kanuni Sultan Süleymanın gözüne girmesi sonucunda Osmanlı donanmasının başına getirilmiş. Başta Preveze deniz zaferi olmak üzere birçok zafer kazanan Barbaros, Avrupa da büyük nam salmış.

Avrupalılar çocuklarını Barbaros geliyor diye korkutur hale gelmişler. Kaptan-ı derya ünvanı da alan Barbaros Hayrettin paşa İstanbula dönmüş ve yaşamına Beşiktaş ta devam etmiş. 76 yaşında Beşiktaş ta vefat etmiş. Sağlığında Beşiktaş ta yaptırdığı medresenin yanına Mimar Sinan tarafından yaptırılan türbeye defnedilmiştir. Onun ölümü için dünyada “Mate reisü l-bahr '' yani denizin reisi öldü denilmiş.

 

       

Barbaros Hayreddin Paşa zamanında Osmanlı denizciliği gücünün zirvesine ulaşmış, onun mektebinde yetişen değerli denizciler ve teşkilatlı tersane sayesinde bu güç varlığını bir süre daha devam ettirmiştir. Barbaros Hayreddin Paşa, alim ve cesur bir komutanmış. İri yapılı ve kumral tenli, saçı, sakalı, kaşları ve kirpikleri çok gürmüş. Ömrü denizlerde geçtiğinden Rumca, Arapça, İspanyolca, İtalyanca ve Fransızca gibi Akdeniz dillerini çok iyi bilirmiş. Barbaros Hayreddin, İstanbul da bir cami, bir medrese bir de sübyan mektebi (şimdiki ana okulu) inşa ettirmiştir.

Türbesi, vasiyetindeki “deniz sesi işitilen bir yere gömülmek '' isteğinin gerçekleştirilmesinden dolayı hayatının son yıllarını geçirdiği Beşiktaş ta bulunmaktadır. Barbaros Hayrettin Paşa türbesi ise sekizgen planda olup sağır kubbeli girişi revaklı bir yapıdır. Kesme küfeki taşından yapılmıştır. Girişteki revaklı kısım, iki tam ikisi yarım sütun üzerindedir. Osmanlı donanması sefere çıkmadan önce bir gelenek olarak ziyaret ettiği türbede Barbaros Hayrettin Paşa dışında hanımı Bala Hatun, Cafer Paşa ve Cezayirli Hasan Paşa yatmaktadırlar. Türbe yaşadığı yalının yakınındadır. Yalı zamanla ortadan kalkmış türbenin etrafıda mezarlık haline gelmiştir. 1944 yılında mezarlık kaldırılmış yerine meydan ve anıtı inşa ettirilmiştir.

Türbesinin hemen yanına yapılan Barbaros anıtının yüzü Barbaros un türbesine dönük ve onu işaret eder şekildedir. 1944 yılında açılışını İnönü nün yaptığı anıt dönemi parası ile elli iki bin liraya yapılmıştır. Anıtın boyu oniki metre, bronz dökülen kısmı yedi tondur. Heykelin taş kaidesinin sol tarafında Yahya Kemal Beyatlı nın şu dizeleri yer alır.

Yahya Kemal Beyatlı

Deniz ufkunda bu top sesleri nerden geliyor?

Barbaros, belki, donanmayla seferden geliyor!

Adalardan mı? Tunus tan mı, Cezayir den mi?

Hür ufuklarda donanmış iki yüz pare gemi

Yeni doğmuş aya baktıkları yerden geliyor;

O mübarek gemiler hangi seherden geliyor?

 

Beşiktaş İskelesine gelince, ilginç bir mimarisi olan iskele binası 1913 te Şirket-i Hayriye yani bugünkü “Deniz yolları '' tarafından mimar Ali Talat Bey e yaptırılmış. 1941yılında yapılan restorasyonda deniz cephesine dik üç bölümden oluşan zemin kattaki bekleme salonunda sivri kemerli revaklı bölüm kapatılmış ve 1948 yılındaki başka bir restorasyonda da bu kez bölmelerin kaldırılmasıyla salon tek mekan haline gelmiştir. Geniş teraslı, üst kat ise ilk yapıldığı yıllardan 1950 li yıllara kadar düğün salonu olarak kullanılmış, 1979 da kısmen camlı bölmeler ile kapatılmış ve bina bugünkü halini almıştır.

Deniz Müzesinin boğaza bakan Dolmabahçe yönünde yer alan çok büyük ama sevimsiz bina ise benim Beşiktaş ta oturduğum 80 li yıllarda Tekel idaresine ait bir binaydı ve tütün deposu olarak kullanılmaktaydı. Bu bina 1929 da mimar Victor Adaman tarafından yapılmış olup bir süre Grundig televizyon fabrikası olarak da kullanılmıştı, 1985 yılından son birkaç yıla kadar kullanılmayan bu binayı şimdilerde Tekfen Holding in otel yapmak üzere aldığını biliyorum.

Onun önünde de halen Boğaz a ve Kadıköy e giden vapurların uğradığı mini iskele yer alır. Özellikle hafta sonları oğlumuzun pusetinin alt kısmına nevalemizi doldurup, bu iskeleden Boğazın en son uğrak yerine kadar gidip orada pikniğimizi yapıp dönmek en büyük keyfimizdi. Bu keyfin en lüks lokanta olmaktan çok daha değerli olduğunu anlamak için ne yazık hayatı tanımak, yaşamak gerekiyormuş.

             

Babamdan öğrendiğime göre o tarihlerde Beşiktaş iskelesinin yanında olan şimdi yerinde yeller esen ülkemizin önemli şairleri Neyzen Tevfik in, Edip Cansever in, Salah Birsel in uğrak yeri olan “İskele Gazinosu '' adında klasik bir de meyhane bulunurmuş. Bu ünlü şairlerimizin Boğazda böylesine güzel bir yeri üs edinmelerinin, ruh alemlerini beslemeleri için ne kadar isabetli seçim yaptıklarını düşünmüşümdür.

Deniz Müzesinin yola bakan cephesinin tam karşısında Beşiktaş ın içlerine uzanan Ortabahçe caddesinin hemen başında yer alan “Kamburun bahçesi '' bir zamanlar Beşiktaş ın önemli bir gazinosuydu. Diğer büyük rakipleri ise Maçka Taşlık, Küçükçiftlik ile Taksimdeki Maksim gazinolarıydı. Bu gazinoların sanata, müziğe olağanüstü hizmetleri bulunmuştur.

  

Kamburun Bahçesi

Büyüklerimden Beşiktaş Kamburun bahçesinde dönemin ünlüleri Hamiyet Yüceses ve Abdullah Yüce nin her gece mahşeri kalabalık bir seyirciyle izlendiklerini, Hamiyet Yüceses in “Her yer karanlık“ (diğer bilinen adı ile Makber) Abdullah Yüce nin “ Bu ne sevgi ah, bu ne ızdırap“ şarkılarının milli marş gibi dillerden düşmediğini defaatlerle dinlemişimdir. Bende kendimi şanslı addetmekteyim. Zira söz konusu yerlerde icra edilen muhteşem fasılları ve konserleri henüz ilkokula başlamadığım o yıllarda izleme fırsatını yakalamıştım. O konserlerdeki Musıki zevki, sıcaklığı, saygı ve adabı asla unutamam. Benim oturduğum 1980 li yıllarda Kamburun bahçesinin; aile bahçesi ve canlı müzik gibi temel özelliklerini kaybetmiş sıradan bir çay bahçesi olarak hayatını idame ettirdiğine şahit olmuşumdur.

İlk yazımda bahsettiğim Maçka silahanesini mihenk noktası alırsak, tam karşısında Maçka parkı, kuzey yönünde Teşvikiye semti güney batı yönünde ise Akaretlerdeki araç trafiğinin tersine işleyen bu kez Dolmabahçe ye inilen Taşlık-Küçükçiftlik yolu mevcuttur. Bu yol üzerinde üzerinde de Cumhuriyetimizin önemli Devlet adamı İsmet İnönü nün konağı ve heykeli bulunur. Oysa 1980 yıllara kadar konağın karşısında eskiden devrin en meşhur gazinolarından olan “Taşlık gazinosu“ bulunmaktaydı. Taşlık gazinosu İstanbul boğazı ve Marmara denizi ne nazır harikulade bir manzaraya sahipti. Şimdi bu arazide Swiss oteli bulunmaktadır. Modern bir yapı olan Swiss oteli başta Dolmabahçe sarayı olmak üzere arkasındaki tüm tarihi eserlerin yer aldığı o bölgenin muhteşem silueti bozmuştur.

  

 

Maçka İnönü Anıtı

Beşiktaş Taşlık Parkı nın ağaçları arasında yer alan Atlı İnönü Anıtı, İstanbul un en büyük, en görkemli anıt heykellerinden biridir. Anıtın dramatik bir öyküsü vardır. Anıt, Taşlık Parkı için değil, İnönü Gezisi (Taksim Gezisi) için tasarlanmış. Anıtın kaidesi önce Taksim gezisine yani diğer adıyla İnönü Gezisi ne dikilmiş olmasına rağmen anıt, kaidesiyle bu parkta hiçbir zaman buluşamıştır. Anıtın hikayesi şöyle başlar:

Atatürk, İstanbul şehir planını yapması için Fransız mimar Henri Prost u İstanbula davet etmiştir. Prost, İstanbul Belediyesi ile 1936 da sözleşme imzalar. Prost un hazırladığı “İstanbul Nâzım Planı '' çerçevesinde, 1937 de Taksim Topçu Kışlası yıkılır, kışlanın üzerinde bulunduğu Taksim Bahçesi ni daha sonra inşa edilen yaya köprüsüyle, araç trafiğini kesmeden Harbiye parkına bağlar. 1940 ta açılan parka “İnönü Gezisi '' ismi verilir. Prost un planda belirlediği noktaya, parkın girişine konacak İnönü Anıtı, İstanbul Valisi ve belediye Başkanı Dr. Lütfi Kırdar tarafından Rudolf Belling e sipariş edilir. Cumhuriyet in ilk yılları, henüz büyük ölçekli anıtların yapılmadığı, olanakların oldukça sınırlı olduğu dönemlerdir. 1940 yılına gelindiğinde, İstanbul da sadece üç anıt-heykel bulunmaktadır: Sarayburnu Atatürk Anıtı, Taksim Cumhuriyet Anıtı, Harbiye Atatürk Anıtı.

Taksim , Sarayburnu, Harbiye   ATATÜRK Anıtları

Yapımı 1943 yılının son aylarında tamamlanan anıtın bronz dökümünü Macar döküm ustası Fiçek Karoly tarafından Beyoğlu nda, gerçekleştirilir. Belediye, kaide için yeniden bir yarışma açar ve 180 bin lira bütçe ayırır. Yedi buçuk metre boyundaki kaide, 1944 te tamamlanarak “İnönü Gezisi '' nin Taksim Meydanı na bakan giriş merdivenlerinin üzerindeki terasa yerleştirilse de Millî Türk Talebe Birliği üyesi gençlerin tepkileri nedeniyle anıt yerine konamaz. Kaide, 1982 yılına kadar boş kalır. Ayrıca II. Dünya Savaşı nın devam ettiği ve savaş ekonomisinin hüküm sürdüğü bir dönemde anıta yapılan harcamalar eleştirilere neden olur. 1949 yılında vali ve belediye başkanlığı görevinden alınan Lütfi Kırdar ın yerine Dr. Fahrettin Kerim Gökay göreve başlar. Heykelin yerine konması bir yana kaidesinin kaldırılması için Belediye Meclisi nde sert tartışmalar yaşanır. Fahrettin Kerim Gökay, bu anıtın bir tarih ifadesi, kitabe üzerindeki zaferlerin de Türk milletinin malı ifadeleri olduğu savı ile karşı koyar.

Bu arada iktidar değişmiştir. Belediye Meclisi kaidenin kaldırılması için iki defa karar almasına rağmen, Adnan Menderes in müdahalesiyle kaide yerinde kalır. Heykel ise tramvay deposuna kaldırtılır. Yıllarca depolarda bekletilen anıtın varlığı zamanla unutulur. İnönü nün 25 Aralık 1973 tarihinde ölümünden sonra anıtın izi sürülür. Heykel parçalanmış ve başsız olarak bulunur. Dönemin parasıyla 700-800 bin lira harcanarak yıllarca depolarda çürüyen anıt-heykelin dikilmesi için ancak dokuz yıl sonra, 1982 yılındaki girişimler ile başlar. Dolmabahçe Parkı rampası, Kabataş, Taşlık Parkı seçeneklerinden, İnönü nün evi önündeki Taşlık Parkı seçilir. Zarar gören on ton ağırlığındaki ve beş metre yüksekliğindeki bronz anıtın onarımı için yaklaşık 14 milyon lira harcanır. Taksim Gezisi ndeki kaide sökülerek Taşlık Parkı na taşınır. Heykelle kaide tam otuz sekiz yıl sonra buluşturulur. Anıt, Lozan Antlaşması nın 59. yıl dönümü olan 24 Temmuz 1982 de törenle açılır. Hem İsmet İnönü nün, hem de Rudolf Belling in anıtın açılışını görmeye ömürleri yetmez. Taşlık Parkı na yolu düşenler Cumhuriyet in ve Türkiye siyasi tarihinin bir döneminin görsel simgesini izlemelerini öneririm.

Bu yoldan aşağıya inilince, sol tarafta Dolmabahçe sarayı ve cami, tam karşısında eski adları İnönü ve Mithatpaşa stadı olan BJK stadı, sağ tarafta eskiden Harbiye ve Nişantaşı na ulaşan yol ile 80 li yıllarda açılan Taksim ve dolapdere istikametine giden yol yer alır. Yakın zamanda İnönü, Mithatpaşa, Dolmabahçe isimlerine alıştığımız stad yıkılarak yerine devasa bir yapı ile o trafik lokasyonuna uygun olmayan bir stat yapılmıştır. Ad olarakta ülkemizdeki birçok stada konulduğu üzere oldukça sevimsiz bir ad “Arena '' konulmuştur.

    

İnönü Stadyumu   solda   şimdiki adıyla Arena sağda

Futbolun bir spor dalı olarak dostluk, beraberlik ruhunu geliştirmesi gerekirken, eski çağlarda gladyatörlerin dövüştüğü, daha sonra boğa güreşi gibi vahşi ölümcül gösterilerin yapıldığı yerlerin adlarının verilmesini asla kabul edememişimdir. Hele hele Atatürk adı taşıyan stadlardan o yüce insanın adının kaldırılarak, Arena gibi vahşeti çağrıştıran bir adı konması başta Kurtarıcımız ve Önderimiz Atamıza karşı yapılmış tam anlamıyla utanılacak bir davranıştır. Sanırım en yakın zamanda bu yanlıştan dönülecektir.

Fanatik olmayan hani klasik olmuş ifade ile “doğduğundan beri Beşiktaş taraftarı '' biri olarak burada kısaca sizlere yok edilen eski, tarihi BJK Stadından da bahsetmek isterim. 1939 da İtalya dan davet edilen ve bu konuda uzmanlığı bulunan dünyaca ünlü stadyum mimarı Paolo Vietti Violi, Türk mimarlar Fazıl Aysu ve Şinasi Şahingiray la birlikte stadı tasarlarlar. Stadın temeli, 19 Mayıs 1939 da Dolmabahçe Sarayı nın eski has ahırlarının bulunduğu arazide atılırsa da kısa bir süre sonra II. Dünya Savaşı nın getirdiği sıkıntılar inşaatı engeller. Bu nedenle 19 Mayıs 1943 te yeniden bir temel atma töreni daha yapılır. Stad, 27 Kasım 1947 de Beşiktaş ile İsveç in AIK Solna takımı arasında oynanan maçla açılır. O takımda oyuncu olan sonrada klübün efsane başkanı olan Süleyman Seba nın 40. dakikada attığı o ilk gol ile 11 Mayıs 2013 te Gençlerbirliği ile yapılan kapanış maçının 73. dakikasında Holosko nun attığı son gol olarak eski stadın tarihçesinde yerini almıştır.

Biraz önce gazinolardan bahsedip de yine Dolmabahçe de faaliyet göstermiş Küçükçiftlik Parkını ve önemini vurgulamadan geçmek haksızlık olur. Zira bu gazino uzun yıllar müstesna bir aile gazinosu olarak işletilmiş, Behiye Aksoy ve Hamiyet Yüceses gibi efsane isimler orada da sahne almış, Zeki Müren ilk kez burada gazino sahnelerine adım atmıştır. Ancak Türkiye de eğlence dünyasının bir anavatanı varsa o da süphesiz Maksim Gazinosu dur.

  

Maksim Gazinosu

Taksim de yer alan bu Maksim Gazinosu ndan, müziğe gönül vermiş biri olarak size bahsetmek isterim. Büyük yıldızların yükselişine ve bir dönemin gece hayatına tanıklık eden bu efsane mekanın kuruluşu çok eskilere dayanır. Bunun hikayesi ise; Amerika dan Çarlık Rusya sına giden ve Moskova da bir bar açan siyahi Frederick Thomas bir Rus kızıyla evlenir. Zamanla orada, “Siyah Rus“ olarak anılır.

 

Frederick Thomas

Amerika da siyahi köle bir ailenin çocuğu olarak doğan Thomas, özgürlüklerini elde edene kadar ailesiyle birlikte tarlalarda büyür. Sonra beyaz bir toprak ağasıyla mücadele ederler, kaybederler ve kaçmak zorunda kalırlar. Kaçış sırasında babası bir cinayete kurban gider. Thomas aradığı huzuru Moskova da bulur. Gazinolarda en alttan başlayarak her türlü işi yapan Thomas müşterilerden kazandığı yüklü miktarda parayla bir kaç mekan açar içlerinde en ünlüsü de “Maxim“ adlı mekandır. Hem Rusya da hem de Avrupa da kısa sürede şöhreti yayılır. Ne yazık başı beladan kurtulmayan Thomas, bu sefer 1917 de patlak veren Bolşevik hareketinden kaçmak zorunda kalır ve kaçıp İstanbula gelir. Burada önce oyun salonları açar ve tanınmaya başlar.

   

                              

Thomas İstanbul da da ünlenmiştir, Taksim Sineması olarak bilinen ve sonraları Devlet Tiyatroları nin Taksim Sahnesi olarak anılacak mekanın bitişiğine yeni eğlence merkezini kurar. Adını da ilk göz ağrısı olan Maxim ile Taksim isimlerini harman ederek “Maksim“ koyar. Cumhuriyet öncesinde Osmanlı sosyetesi ve işgal güçlerinin uğrak yeri olan Maksim, Cumhuriyet sonrasında Türkiye Cumhuriyeti nin modernleşme çabalarının bir halkası olarak batı kültürünü İstanbul sosyetesine getiren en önemli mekanların başında yer alır. Thomas 1928 de hayatını kaybeder. Ardında İstanbul gecelerini bize miras bırakır.               

Fahrettin Aslan isimli girişimci, 1959 yılında Maksim in yeniden eğlence dünyasına kazandırır. Gazinolar aslında çok önemli sosyalleşme okullarıydı. Ailenin tüm üyelerine hatta yakın hısım, akrabanın biletleri bile alınsa bile orta halli bir ailenin bütçesine dokunmayan Gazino konserleri hem eğlence hemde başlıbaşına genel kültürdü. Müzik nasıl dinlenir.? Sosyal ortamda nasıl davranılır.? gibi pek çok önemli davranış biçimini kazandıran unsurlardı. Ne yazık 80 li ve 90 lı yıllarda maddi manevi açıdan bozulmaya başlamış ve sonun da devrini kapatmışlardır.

   Maaile Gazinodayız Annem babam anneannem  ablam teyzem eniştem  

Bana göre bu kültürün son bulmasında en önemli etkenler; halkın kendilerine olan aşırı ve ilgisi istismar eden haddini bilmeyen, paradan başka birşey düşünmeyen aşırı çıkarcı, paragöz ve egoist sözde sanatçılar ile birbirleriyle amansız rekabetleri nedeni ile kaliteyi kenara iten yine aşırı para hırslı patronlar yanında televizyon denilen sihirli kutunun etkisiyle devirlerini kapatmışlardır. Böyle olunca da gazinolar, halkın yerine sadece parası olanın gideceği yerler haline gelmiş müzik, sanat önceliğini kaybetmiştir. Çocukluk ve gençlik dönemlerimde Beşiktaş Kamburun bahçesi, Küçükçiftlik, Maksim, Yenikapı, Şişli, Çamlıca gazinolarında program ve konserler seyretme şanslarını yakalamış olmanın gururunu yaşamaktayım.

Şimdi sıra yine anı sandığımı açmaya geldi. Geçen yazımda sizlerle paylaşmış olduğum hayatımdaki en önemli zaferlerimden birini içeren “Ömer Lütfi kitap kırtasiye '' başlıklı anımı aktarmıştım. Ömer lütfi Kitap kırtasiyede başlayan ve Beşiktaş tan Etiler, Akadlar oradan Tarabya ya kadar uzanan bir başka serüvenimi de aktardıktan sonra Beşiktaş tan ayrılarak aşığı olduğum İstanbul umun diğer güzel semtlerinde dolaşmaya devam edeceğiz.

 Babama açtığım kitap, kırtasiye dükkanımızın işletmesine alışmıştık. Herkesin bir görevi vardı. Dükkanı Zahide açıyor, birkaç saat sonra dükkanın patronu babam geliyor, canı istediği zaman ayrılıyor, ben iş çıkışı dükkanı Zahide den devralıyordum. Hafta sonları ise işin patronu babam ve satış elemanı Zahide izin yaptıklarından dükkanı ben açıyordum. Hem de öylesine mutlu ve neşeyle açıyordum ki o günler benim hayatımın en mutlu günleriydi desem yalan olmaz. Devlet memuriyetinin mevcut keskin kuralları üzerine ilave olarak bir de Denetim görevlisi olmanın getirdiği emir komuta durumunun yarattığı sistem asla karakter yapıma uymadığından bu üniformadan kurtulup müşterileri çocuk yani o tertemiz küçük insanlar olan özgür dünyaya “merhaba '' diyerek özgürlük elbisesini giymek, inanılmaz keyif veriyordu.

  

İşte yine mutlu bir hafta sonuydu. Komşu esnafla kapı önünde içilen kahve sonrası dükkanda yaşayacağım sürprizin benim üç, dört ay önce babama yaptığım sürprizden aşağı kalır yanı yoktu. Babam kırk yıl süren bir eğitim maratonu yaşamış ve biz de onunla birlikte o maratonda yer almıştık. Mardin ın Midyat ilçesi Selhi köyünde sınıf öğretmenliği ile başlayan eğitim serüveni Samsun, Gebze, Kayseri, Malatya, Urfa, Çanakkale, Biga, İzmit, Bursa, Ankara illerinde devam eden ve eğitimin her kademesinde severek aşk ile görev alınarak, okul müdürlüğü , ilköğretim müfettişliği, Milli eğitim müdürlüğü, şube müdürlüğü, daire başkanlığı, genel müdür yardımcılığı, genel müdür baş yardımcılığı, genel müdürlük, uzmanlık, sosyal bilimler hocalığı, resim öğretmenliği, yazarlık sıfatları ile Milli eğitime kırk yıl hizmet eden babamın hayali emekli olunca yine kağıttan kalemden özellikle öğrencilerden kopmamak adına bir kitap kırtasiye dükkanına sahip olmak olduğunu asla unutmayarak şükürler olsun bir evlat olarak gerçekleştirmesine vesile olmuştum.

Benim hayallerimde ise sanat, müzik, turizm, halkla ilişkiler yoğunlaşmak yanında kırk yıl içinde biz çocuklarına ve binlerce öğrenciye eğitim veren, yol gösteren bir babanın oğlu olarak, öğretmenliğe ister istemez bir hayranlık duyuyor, öğretmenliğin yaşattığı duygusal zenginliği önemsiyordum. Ancak bu arzu ve hayallerim doğrultusunda eğitim yapma şansı bulamamış, iktisat, işletme, denizcilik gibi aklımda hayalimde olmayan eğitimler almak zorunda kalmıştım. “Öğretmenlik“ arzumun, kapı önünde içilen kahve sonrası hayalden gerçeğe dönüşeceğini asla bilemezdim. Sokağın başından sağa sola telaşla koşturan sürekli bir apartmanın kapı zilinden diğerine koşturan bir bayan, nihayet dükkanımızın kapı önünde duran bana yöneldi.

- “Beyefendi, buralar da bir İngilizce öğretmeni varmış. Ama bulamıyorum. Siz tanıyor musunuz.? '' dedi. Bir isim söyledi.

Ben de “Hayır. Tanımıyorum . Karşı komşu burada çok eski belki o tanıyabilir. Ona soralım. '' yanıtını verdim. Ama ne yazık o da, bayanın aradığı İngilizce öğretmenini tanımıyordu. Kadıncağızın yüzünden hayallerinin yıkıldığını görmek zor değildi. “Beyefendi peki, bildiğiniz biri var mı ? diye yeni bir soru sordu. “İnanın, bilmiyorum. Ben, zaten akşamları bir iki saatliğine ve Cumartesileri uğruyorum. Mahalleyi çok tanımıyorum. Hayırdır. Bu ısrarlı İngilizce öğretmeni arayışınız nedendir.? Merak ettim.? “ deyince “Beyefendi, bizim oğlanın İngilizce notları çok zayıf, iki hafta sonra çok önemli bir yazılısı var. Ona şans yaratmaya çalışıyorum. Hem onun için hem de bizim için çok önemli bir durum '' deyince. Ben de “Kaçıncı sınıfta okuyor. Bakın şayet bu mahalledeyseniz, akşamları dükkana gelsin. Ben yardımcı olmaya çalışayım. '' dedim.

Gelecek yazımda; yine İstanbulu birlikte gezip, tanıyacak, çok sevdiğim İngilizce öğretmenim Mrs Wendy ve öğrencilerimin bazıları ile otuz yıl sonra buluşmalarımdan bahsedeceğim.    |                                         

 

Serdar Taştanoğlu

Dragos Musıki Derneği Başkanı

09 Ocak 2018 Salı

 

 Yorumlar

RAZIYE YARDıM yorum yaptı...         

Tarih Kokan İstanbul Anıları II         11.01.2018

Bir okurunuz olarak siz değerli yazarımız Serdar Taştanoğlu'na çok teşekkür ederim, evimize kadar gelip sanki bizimle sohbet edermişcesine bize içten ve samimiyetle anlatmışsınız ki kendimi İstanbul'un tarih kokan sokaklarında buldum diyebilirim hele Barbaros Hayrettin Paşa'yı tam suretiyle tanıtmanız, Atlı İnönü Anıtınin hikayesi hepside çok etkileyici artık bir de tarih hocam olduğunu düşünüyorum.. Ve Sevgili hocam yeni anılar sandığınızdan değerli hazinelerinizi okumak için sabırsızlıkla beklediğimi bilmenizi isterim. kendimi çok şanslı hissediyorum size sonsuz teşekkürlerimi Sunarım.. Saygımla, Raziye Yardım

 

 

 

 

 

 

Henüz Yorum yok

İlk yorumu siz yazın.

Yorum Bırakın

E-Mail adresiniz yayınlanmaz.







Yazarın Diğer Makaleleri