KRALİÇE'NİN BALIĞI-2

Makedonya Konseri ve gezi notları-2
Kalacağımız otel ve konser mekanımız göl kıyısında kesinlikle filmlerde bile nadiren görülebilecek bir muhteşem bir konumdaydı. Herkes büyülenmişti. Bazı kıyılarda çok estetik sazlıklar bulunan koyu lacivert dingin gölün etrafını yemyeşil dağlarla çevrilmişti. Flamingoların uçtuğu ve bir dokunuşla başlayan su üzerindeki birbirini tetikleyen halelerin oluştuğu göl ve çevresi tam bir doğa harikasıydı. Şahsen ben gerek yurdumuzda gerek yurtdışında oldukça çok göl görmüştüm ama böyle büyüleyici olanla ilk kez karşılaşıyordum. Deniz seviyesinden yedi yüz metre yükseklikte bulunan Avrupa nın en eski ve en derin bu gölün ayrıca en berrak göllerin başında geldiğini öğrendik. Makedonların neden Ohri ye Cennetten düşen damla dediklerini anlamış olduk. Tek kelime ile haklıydılar.

Hemen odalarımıza yerleşip konser için prova yapmamız gerekiyordu. Grup içinde gölü gören ve görmeyen oda farklılıklarından doğan kriz kısa sürede çözüldü. Odalarımıza yerleştikten sonra aşağıda konser mekanında provamızı yaptık. Birkaç saat sonra konserimiz başlayacaktı. Sahne dekoru, ses düzeni hazırlıkları tamamlandı. Bir süre sonra da bizi Ohri ye davet eden soydaş dernek yönetimi ve üyeleri gelmeye başladı.

Dernek başkanı ve yönetimi oldukça iyi niyetliydi ancak dar zaman içinde yeterli duyuruyu yapamadıklarını itiraf ettiler. Önemli değildi Dragos Musıki Derneği amatör bir dernek olmasına rağmen mantalite olarak profesyonelleşmiştik. Salonda bir kişi bile olsa ona bir konser salonu doluluğundaki seyirciden en ufak farkı olmayacak bir konser icra etme kuralını ilke edinmiştik. Nitekim istediğimiz yoğunlukta olmasa da gelen seyirciye coşkulu bir konser gerçekleştirdik.

Koromuz arkasından da yıllardır tanıdığım Bulgaristan Türklerinden piyanist şantör Birhan kardeşim, repertuarındaki Balkan dillerinden oluşan coşkulu şarkılar ile seyirciyi coşturdu. Sıra kendi eğlenmemize gelmişti. Otantik müzik yapılan yerler soruşturduk. Otelin önerdiği mekanda klasik Makedon müziği yapılmaktaydı. Gece saate kadar eğlendikten sonra yatmadan önce bir sürede otelin bahçesinde ay ışının göle vurduğu o şahane romantik manzarayı seyrettik.
Ertesi gün ekibim güzel bir geziyi hak etmişti.

Ohri de görülmeye değer müthiş yerler olduğunu öğrenmiştik. Ev sahibi dernek vasıtası ile bulduğumuz Makedonyalı soydaş rehberimiz bizleri önce göl kenarında yer alan su üzerine inşa edilmiş ilkel evlerin bulunduğu yerleşim yerine götürdü. Burası milattan önce 700 yıllarına ait ancak su altında kalan orijinallerinden esinlenerek inşa edilmiş “Bay of Bones '' Müzesi olarak bilinen su kentiydi.

Daha sonra gölü yüksek bir tepeden kucaklayan da St Jovan kilisesine götürdüler. Bahçesinde tavus kuşlarının dolaştığı tarihi kilisenin gerek mimarisi gerek bulunduğu nokta büyüleyiciydi. Kiliseyi gezdikten sonra milli park Galicica ya geçtik. Burası berraklığından, derinliği net anlaşılamayan lagünlerin bulunduğu doğa harikası bir yerdi. Lagünler üzerinde tekne turları yapılıyordu. Bizde beş tekne kiralayarak lagünlerde mini bir tekne turu gerçekleştirdik.

Ekibin beş teknesinden de çocuklar gibi coşarak söylenen şarkılar birbirine karışıyordu. Gördüğümüz güzellikler karşısında istisnasız hepimiz mutluluk sarhoşu olmuştuk.
Tekne turu ile aldığımız bol oksijen bizi acıktırmıştı. Rehberimiz öğle yemeğimizi Ohri gölünü Makedonya ile paylaşan komşusu Arnavutluk a götürüp Progradec şehrinde alacağımızı söyledi. Ohri gölünün dünyaca ünlü benekli balığı “Belvica '' yı yine bu bölgenin ünlü üzüm rakısı “Jolte '' ile yeme önerisini itirazsız kabul ettik. Bu balık sadece Ohri gölünde yetişen ve pullarından meşhur Ohri incisi elde edilen bir balık olduğunu öğrendik. Ayrıca bu balıkla ilgili şu hikaye de anlatıldı.

Belvica balığı, Ohri gölünde üreyip daha sonra gölden beslenen ve Adriyatik denizine dökülen nehirlerle Adriyatik e, oradan Okyanusa açıldıktan sonra ayni yolla Ohri gölüne dönmektelermiş. Lezzetli oluşlarındaki sırda balığın bu farklı ortamlarda yaşamasından kaynaklanıyormuş. Bu lezzetli balığın tutkunu da çokmuş. Bunlar içinde en meşhuru İngiltere kraliçesi Elizabeth miş. Kraliçe hazretlerinin Pazar günlerine ait yemek menüsünde kesinlikle bu balık yer alırmış.

Ohri den sonra gördüğümüz bir Arnavutluk şehri olan Progradec, Makedonya şehirlerine göre daha geri kalmış fakirliğin acımasızca ortaya döküldüğü bir şehirdi. Ohri ve çevresinin dini mekanların bolca görüldüğü bir bölge olduğunu öğrendik. Örneğin günümüze kadar kalan on cami bir tekke ve göl etrafında 365 adet kilise olduğu ifade edildiyse de sayma olanağımız olamadığı için söylenenlere itibar etme durumunda kaldık.

Grubumuzla rüya aleminde dolaştığımızı düşünürken ve sevgili bayanlarımızın ev yapımı kremi unuttuğunu düşünürken, bu kez hem önceden bilgisi olup hem de burada anlatılanlardan dolayı arzularının kamçılandığı “Ohri incili '' takıları satın almak üzerine hazırlıkları olduğunu öğrenmem geç olmadı. Kaldığımız otel şehir merkezi dışında olduğundan grubumuzdaki nerede ise bayanların tamamı inci satan yerlere ne zaman ve nasıl gidebileceklerini sordular. Oysa hiç zamanımız kalmamıştı.

Ertesi gün Pazardı ve sabah erken saatlerde dönüşe geçecek ve yolumuzu Atatürk ümüzün askeri eğitim gördüğü Manastır a (Pitola) yöneltecek, şehri gezdikten sonra Atamızın okuduğu okulda, o havayı teneffüs edecektik. Bu durumda ya inci alışverişi yapılacak Manastır’a uğramadan yola devam edilecek ya da İnci satın almadan vazgeçilerek Manastır’a gidilecek, orası ve Atamızın okulu görülüp ondan sonra dönüşe geçilecekti. Seçeneklerin ikisi de çok önem arz ediyordu.

Seçeneklerden biri Atamıza ait bir yeri görme diğeri ise bayanların en zayıf olduğu bir konu olan aksesuar alışverişi hem de nadir bulunan Ohri incili takıların alınmasıydı. İlk kez tüm ekip kesin karar veremez bir açmaza girdik. Bunun üzerine ne yapabileceğimi düşünüp başta Rehberimizden görüş alınca mucizeyi bir çözüm ortaya çıktı. Rehberin çok yakın arkadaşı olan bir kuyumcu Pazar günü olmasına rağmen dükkanını bizim için saat 06.30 da açacaktı. Böylece hem bu alışveriş işini gerçekleştirmiş olacak hem de Manastırı görmüş olacaktık. Aynen planladığımız gibi oldu nerede ise bayanların tamamı kuyumcuyu doldurdu ve o sahneler de görülmeye değerdi.

Dükkan açılır açılmaz içeri itişerek giriliş, dükkanın içindeki her şeyin anında tespit edilmesi, fiyatların sorulması, kola, kulağa veya boyuna takılanların birbirlerine gösterilip fikir alınması, birinin alması üzerine baktığını bırakıp, aynısınden istenmesi, yoksa benzerinin sorulması, pazarlık yapılması. Bu sahnelerin baş kısımlarını izleyen biz erkekler hızlı hatta koşar adımlarla meydandaki tek ve henüz açılmış kafeye gidip, konuşlandık ve iki saatlik hoş bir çay, kahve sohbeti gerçekleştirdikten sonra neşe ve mutluluk katsayıları tavan yapmış bayan grubumuzun mutluluk şarkıları ile Manastıra doğru yol aldık.

Manastır’ın Üsküp ve Ohri ye göre daha küçük ve gösterişsiz bir şehir olduğunu gördük. Zaten bu şehrin bizim için en değerli yönü Atatürk ümüzün okuduğu askeri lisenin burada olmasıydı. Müze haline dönüştürülen bu okula giren herkes çok heyecanlanıp, Atamıza ait resim heykel ve eşyaları izlerken gözyaşlarımızı tutamadık. Sanata olan ilgileri ile ruhlarının naifliği tartışmasız yüksek olan çağdaş bireylerin yer aldığı ekibimle Atamızın okulunda oldukça duygusal saatler yaşadık.

Büyük kurtarıcımız ve bugünün Türkiye sin de özgür ve çağdaş yaşayan herkesin istisnasız borçlu olduğu Atamız, Gazi Mustafa Kemal Atatürk ümüzün okulda yer alan sözü hepimizi bir kez daha etkiledi ve düşündürdü:
“Sizler, yani yeni Türkiye’nin genç evlatları! Yorulsanız dahi beni takip edeceksiniz... Dinlenmemek üzere yürümeye karar verenler, asla ve asla yorulmazlar. Türk Gençliği gayeye, bizim yüksek idealimize durmadan, yorulmadan yürüyecektir.“



 src=/img/haber/manset/makedonya81.JPG border=0 width=450 hspace=5 vspace=5>


 Serdar Taştanoğlu
Dragos Musıki Derneği Başkanı
21 Ekim 2016 Cuma   Bu yazım turizmhaberleri.com dan alınmıştır.

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Henüz Yorum yok

İlk yorumu siz yazın.

Yorum Bırakın

E-Mail adresiniz yayınlanmaz.







Yazarın Diğer Makaleleri