İSTANBUL ANILARIM III

İSTANBUL ANILARIM III

BEŞİKTAŞ...

Emre ile İngilizce derslerine onların evinde başladık. Kısa bir süre sonra Emre nin çok zeki bir çocuk olduğunu ama yeni doğan kız kardeşine gösterilen aşırı ilgiye tepki olarak, ailenin büyüklerinin dikkatlerini üzerine çekmeğe çalıştığını anlamam zor olmadı. Emre amacına ulaşmak için ders çalışmak yerine, yaramazlıklara başvuruyordu. İlk işim Emre nin güvenini kazanmak, sonra da sevildiğini hissettirmek oldu. Bir süre sonra başkalarına göre mucizevi, bana göre olağan sonuç Emre İngilizce derslerinde harikalar yaratmaya başladı. Ortaya çıkan başarı üzerine okulundaki İngilizce öğretmeni beni tanımak istedi. İş bu kadarla kalmadı. Başarı beni Emre nin aile çevresinde kısa zamanla ünlü bir hoca yaptı. Emre nin annesi Banu hanım aracılığı ile yeni ders alma talepleri gelmeye başladı. İlk olarak Banu hanımın yakın arkadaşlarından biri olan Tülay hanım kızlarına ders vermemi talep ediyordu. Bize çok yakın Fulya semtinde oturduklarını öğrenince, kabul ettim. Evime yakın bir mesafedeki yeni öğrencilerimle tanışmak beni çok mutlu etti.

Aralarında iki yaş fark bulunan kız öğrencilerim de Emre gibi cıvıl cıvıllardı. Önce büyüğü sonra küçüğü çalıştırmaya başladım. Huyları farklı olan kız kardeşlerin ikisiyle de sağlam bir güven ve sevgi köprüsü oluşturduk. Televizyonda izledikten sonra etkilenip kendime uyguladığım “Hafıza Teknikleri '' metotlarını, bu kez öğrencilerime uyguluyordum. Böylece İngilizce ezberlenmesi gereken uzun metinleri ve onlarca kelimeyi bu tekniklerle kolayca öğretebiliyordum. Evin reisi babası, işadamı ve spor camiasında tanınan bir kulübün üst düzey yöneticisiydi. Kızlarının güzel performansı onu çok mutlu etmekteydi. Ancak bir gün beklenmeyen acı bir olay hepimizi şok etti.

Kızların sevgili babalarının Maslak da trafik kazası sonucunda vefat ettiği haberi bu güzel ve mutlu ailenin yüreğine! kor gibi düştü. Bu ansızın gelen acı haber yıllar sonra müzik camiasında dostluk kurduğum Sanatçı Işıl Ay ın rahmetli ağabeyi Savaş Ay tarafından “A takımı '' isimli, o sıralarda çok izlenen programında da yer verdi. Ben de o eve girip çıkan aileye çok yakın biri olarak, gerçekten bu zamansız acı kayıptan çok etkilenmiştim. Babalarına düşkün kızlar ne yapacaktı? Nasıl toparlanacaklardı? Tülay hanım o acılı haliyle “Hocam, kızlar sana emanet, onları sen ayakta tutarsın. Desteğini ve yapacaklarını biliyorum ve şu sıralarda bizim için çok önemlisiniz“ şeklindeki ağlayarak aktardığı duygusu beni daha da sorumlu kıldı.

Hem onların hayata yeniden tutunmalarına çalışıyor, hem de derslerine destek oluyordum. Bu şekilde bir sezonu sonlandırdık. Neyse ki Emre de, kızlar da iyi seviyede sınıfları geçtiler. Yaz tatilinde bile öğrencilerimle irtibatım devam ediyordu. Onlar benim öğrencilerim değil çocuklarımdı. Yeni eğitim yılında yeniden üç öğrencimle eğitime devam ederken kızlarla aynı apartmanda oturan komşusu, Burcu ve Pelin in başarısını gözlemleyip, İngilizce dersi zayıf evin büyük oğlu Berkay için soluğu Tülay hanım da alınca, ben de ertesi gün kendimi üst katta, ders verirken buldum.

Referanslarla tavsiye edilen ve aranan bir İngilizce öğretmeni olmuştum. İtiraf etmem gerekirse o sıralarda derslere yetişmem için ilk arabam “Serçe '' mi taksitle de almıştım. Artık derslere arabamla yetişiyordum ve aldığım ücretlerle de taksitlerimi ödüyordum. Artık gündüzleri asli görevim Müfettişliği, akşam üstü ve hafta sonları İngilizce öğretmenliği ile değiştiriyor, arada da babama açtığım kitap kırtasiye dükkanındaki işlere destek olmaya çalışıyor, dükkanımıza gerekli olan girdi, çıktının tedarik işleri ile ilgileniyordum. Özellikle Tahtakale den, Cağaloğlu ndan, Çapa dan kitap ve kırtasiye malzemeleri temin edecek pazarlar ve şahıslar buluyor, dükkanımıza getiriyordum. Böylece sevdiğim birkaç mesleğin zevkini bir arada yaşıyordum. Ayrıca yine hafta sonları zamanımın bir kısmını ailem dışında resim ve müziğe ayırıyordum. Semtimizdeki önemli sanat merkezi olan resim ve heykel müzesinin resim atölyesine devam ediyor, bir arkadaş grubumun gerçekleştirdiği fasıllara katılıyordum. Bu arada öğrencim Berkay‘ın ailesi Tarabya ya taşındı.

Sanırım kumaş fabrikaları olan ailenin maddi durumu oldukça iyiydi ve Tarabya da müstakil bir ev yaptırmışlardı. Berkay ın ailesi küçük oğullarına da Tarabya daki yeni evlerinde ders vermem konusunda beni maddi ve manevi ikna ettiler. Böylece Beşiktaş, Fulya, Tarabya, arasında mekik dokuyordum. Derken mahalleden bir arkadaşımın referansı ile birde 4. Levent ten bir kız öğrencim daha kervana eklendi. Bununla da bitmedi bu kez işyerimden bir arkadaşım yakını olan ve Göztepe de oturan bir diş hekiminin kızına ders vermem konusunda çok baskı yaptı. Israrlara rağmen ders alma taleplerini hemen kabul etmeme nedenim şımarmamdan veya ücreti yükseltme gayretimden değil zamanımın olmaması veya aileme yeteri kadar kalmamasıydı. Göztepe dersini de kabul edince haftada bir akşamda Göztepe ye gidip gelmeye başladım.

Artık kendimce bir program yapmış herşeyimi o programa göre ayarlamışken yine Tülay hanım aracılığı ile anne babalarını aynı anda trafik kazasında kaybeden Türkiye nin sayılı zenginlerinden olan ailenin, birisi 15 yaşında erkek diğeri 12 yaşında kız iki kardeşe ders talebini bu kez duygusal nedenlerle geri çeviremedim. Oldukça varlıklı bu ailenin evine gelen giden Amerikalısı, İngilizi, dersane hocası başta olmak üzere, neredeyse eve gelmeyen İngilizce öğretmeni kalmamış olmasına rağmen hiçbiri bu çocuklara ders konusunda başarılı olamadığından şanslarını benimle de denemek istediklerini öğrendim. Bu durum beni önce korkuttu. Bu işin ehli hocalar başarılı olamadıysa ne ne yapabilirim diye düşünüyor ama ders çalışma sorunlu çocuklar üzerine uzman olduğumu düşünerek kendimi cesaretleniyordum. Şansımı denemeye, en azından bu şansız çocukları tanımaya, manen destek olmaya karar verip, derslere başladım.

Orada da şu sorunu tespit etmiştim. Sorun Nadir ve Nil in zengin akrabalarının bu çocukların anne baba kayıplarını maddiyatla telafi edilebileceğini sanıp, onların her arzusunu fazlasıyla yerine getirmeleriydi. Bu yanlış davranış biçimi ile ders çalışmayan, sorunlu, şımarık, asi çocuklar yaratmışlardı. Nadir in ilk dersimizde “ hocam bak! Muştam nasıl? yakında sustalı da alacağım. Sana ders arasında “sıtrit faytır“ isimli oyunu göstereyim. Nasıl dövüşüyorlar inanamazsın.“ şeklindeki konuşmasını şaşkınlıkla dinlemiştim.

Çalışma metodum belliydi. Herzamanki gibi sevgi, saygı, disiplin temel ilkelerimdi. Hele hele şımarıklığa asla tahammülüm yoktu. Her ikisine acıdığımı asla belli etmediğim gibi olduğumdan sert ama şefkatli davranarak gönüllerini kazandım. Onlardan da çok kısa zamanda olumlu reaksiyon almaya başladım. Tek sorunum vakit idi. Zaman bana yetmiyordu. Artık hafta sonlarım da derslerle dolmuştu. İster, istemez resim atölyesi ve fasıl çalışmalarımı sonlandırdım. Neyse ki Fulya daki derslerimden Etiler e Nadir in amcasının son model mercedes özel bir makam aracı ile aldırılıp, bırakılma lüksümün sağlanması, öğretmenlik mesleğinin onurunu biraz daha fazla yaşamama sebep oldu. Bir kısmı sorunlu, bir kısmı ilgisiz kalmış öğrencilerimle bir sevgi yumağı oluşturmuştum. Her biri çok özel ve benim için çok kıymetliydi. Sanırım bu mesleğin en önemli tarafı burada yatmakta idi. Hayat bana orta birinci sınıfta bir yatılı okul öğrencisi olduğumda, öğretmenliğin ne kadar önemli olduğunu, bir insanın hayat çizgisini bile değiştirecek güce sahip olunduğunu bir bedel öğreterek! öğretmişti. (Merak edenler “Resim öğretmenim“ başlıklı yazımı okuyabilirler.) Zaten çocuklara düşkün biri olduğumdan onların bulunduğu ruh hallerini empati duygumla birleştirince, onlarla bütünleşiyordum. Sevgi ile yolu gözlenen öğretmen olmak beni çok mutlu ediyordu. Ama öğretmenlik serüvenlerim ve çalışma tempom ne yazık ki Anadolu yakasına, büyüklerimin yakınına taşınma zorunluluğum ile minimuma indi ve bir süre sonrada kıtalar arası geliş, gidişin yarattığı trafik çilemin isyana dönüşmesi ile son buldu. Mevcut öğrencilerim üzerine yeni öğrenci kabul etmiyordum. Eski öğrencilerime de gerekeni yapmıştım, hepsini okullarından mezun olması heyecanını yaşadım.

En güzel ve gurur duyduğum anılardan biri de yıllar sonra bir gün Müfettiş arkadaşlarımla öğle tatilinde, Taksim de dolaşırken yakışıklı bir genç adamın “Hocam '' diyerek sarılıp elimi öpmesiydi. Meslektaşlarımın şaşkınlıklarına çok gülmüştüm. Benim kırmızı yanaklı Nadir im genç yakışıklı bir işadamı olmuş ve bana olan sevgi ve saygısını hala kaybetmemişti. Heyecanla söylediği söz bana verilecek en değerli hediyeye eş değerdi. “Hocam, bizim için yaptıklarınızı unutmuyor, ben ve Nil sizi çok özlüyoruz. '' demesi benim için maddi değerlerle ölçülmeyecek kadar kıymetliydi.

Aradan yirmi yılın üzerinde bir zaman geçtikten sonra bu yazının hazırlık safhasında bir muhteşem olayı daha yaşama mutluluğumu sözcüklerle ifade edemem. Sosyal medyanın en yararlı yönünü olan “kişi arama '' yöntemlerini kullanarak önce Tülin hanımı sonra da öğrencilerim olan kızları Burcu ve Pelin i bulmak oldu. Hepsininin soyadı değişmiş olduğundan daha önceleri arayıp bulamamış olmama rağmen bir tesadüfle elde ettiğim ip ucu ile onları bulmuştum. Burcu nun bir aylık bebeği vardı. Bu çok sevdiğim ama zaman içinde kaybetdiysem de sevgileri eksilmemiş öğrencilerimle buluşmak bana birkez daha akrabalığın zorunlu bir bağ, dostluğun ise çıkarsız sadece sevgiden oluşan bağ olduğunu gösterdi. Kızlarla asla bir daha irtibatı kaybetmemeye sözleştik.

Beşiktaş ta yaşadığım benim için çok değerli bu anıları sizlerle paylaştıktan sonra güzel Beşiktaş ı birlikte gezmeye devam edelim. Beşiktaş İskelesinden Boğazın kuzey istikametine ilerlersek, karşımıza Feriye sarayları çıkar. Size önce Feriye saraylarını sonra da bunların yerini alan köklü eğitim kurumlarından bahsetmek isterim. Feriye Sarayı ya da Sarayları Beşiktaş ile Ortaköy arasında, Çırağan Caddesi boyunca uzanan Osmanlı saraylarıdır. Boğaziçi nde Osmanlı Hanedanı için yaptırılan ilk saray, Dolmabahçe Sarayı‘dır. Daha sonra Çırağan Sarayı yaptırılmış, bu iki saray da Osmanlı ailesine yetmeyince, Çırağan Sarayı yla Ortaköy Camii arasındaki kıyı şeridinde ek binalar yaptırılmıştır. Ermeni mimarlar Balyanlar tarafından inşaa edilen bu binalar, ikincil binalar ya da yan binalar anlamında “Feriye Sarayları '' olarak adlandırılmıştır. Deniz tarafında üç ana bina, bir cariyeler koğuşu, iki katlı küçük bir binadan oluşan yapılar topluluğu ile yol tarafında ek binalar bu sarayı oluşturmaktadır.

Bu binalarda padişahın uygun gördüğü hanedan mensupları ile kışlık dairesi bulunmayan kişiler otururlarmış. Tahttan indirilen Abdülaziz, dört gün Topkapı Sarayı nda kaldıktan sonra Feriye Sarayı na nakledilmiş ancak kendi yaptırmış olduğu bu sarayda, bilekleri kesilmiş olarak ölü bulunmuştur. Kimileri bu ölümü intihar değil cinayet olarak açıklamaktadır. Halifeliğin kaldırılmasından, yurtdışı edilmelerine kadar bazı hanedan mensupları bu sarayda ikamet etmiştir. Bir süre boş kalan saraylar sonrasında eğitim kurumları tarafında kullanılmaya başlanmıştır. 1927 yılında binaların bir bölümüne Yüksek Denizcilik Okulu diğer bir bölümüne Kabataş Erkek Lisesi yerleşmiştir. Sonraki yıllarda Ortaokul olarak kullanılan bir binası da “Pansiyon Binası '' olarak eklenmiştir. Galatasaray Lisesi ne kız öğrenci alınınca, Feriye Sarayları nın bir kısmı lisenin kız bölümü olarak kullanılmıştır. Okulun bitişiğindeki eski kömür deposu ve sonradan Tekel deposu olan “Feriye Karakolu ve Zaptiye Koğuşları '' , restore edilerek Kabataş Erkek Lisesi ne eklenmiştir. Yüksek Denizcilik Okulu nun Tuzla ya taşınması üzerine boşaltılan binalarda, Ziya Kalkavan Anadolu Deniz Meslek Lisesi olarak hizmet vermeğe, Galatasaray Lisesi nin kız bölümü olarak kullanılan binalar da ise Galatasaray Üniversitesince kullanılmaya başlamıştır. Sarayların bakımsız bir halde uzun yıllar boş kalan diğer bir kısmı ise Kabataş Eğitim Vakfı tarafından restore edildikten sonra “Feriye Lokantası“ olarak hizmete açılmıştır.

Feriye saraylarını geçince Çırağan Kempinski Otelinin muhteşem görüntüsü karşımıza çıkar. Oysa bu otelin yerinde uzun yıllar görkemli şekilde yer alan Çırağan sarayı nın hazinli bir öyküsü vardır. Bir yazar Çırağan sarayı için kullanmış olduğu şu ifade çok hoşuma gitmiştir, ben de sizinle paylaşmak isterim: “Bazı yapılar vardır, sadece dışarıdan baktığınızda bile bir şeyler anlatır. Bunlardan biri de Osmanlı İmparatorluğu nun efsane sarayı Çırağan dır.“ Nasıl güzel bir tasvir yapmış değil mi? Osmanlı sarayları arasında Avrupalı yaşama hayranlık duyan Osmanlı padişahlarının ilk göz ağrısı olan bu sarayın hem ihtişamlı hem de hüzünlü bir hikâyesi vardır. Asıl ismi, Farsçada “kandil, ışık '' anlamına gelen “çerağan '' dan gelir. Osmanlı İmparatorluğu nun son dönemine tanıklık etse de öyküsü aslında daha eskiye dayanır.

Sarayın bulunduğu yerde Osmanlı Kaptan-ı Derya sı Kılıç Ali Paşa nın ahşap bir yalısı yer alıyormuş ve 17. yüzyılda bu bölgede çiçek bahçeleri kurulduğundan burası “Kazancıoğlu Bahçeleri '' adıyla anılırmış. Lale Devri nin sadrazamı İbrahim Paşa, aynı zamanda III. Ahmed in kardeşi olan karısı Fatma Sultan için ahşap bir yalı yaptırır. III. Ahmed in de katıldığı en şaşaalı eğlenceler de muhteşem bahçelere ve manzaraya sahip olan bu yalıda düzenlenmeye başlanmış. Özellikle gece düzenlenen ve kandillerle aydınlanan, ışık oyunları ve çiçeklerle süslenen eğlenceler, bu mekânın “Çerağan '' olarak anılmasını sağlamış. Daha sonra padişah II. Mahmud, yalının yanındaki yapıları yıktırır.

Yerine, dönemin ünlü mimarlarından Garabet Balyan a yeniliği ve değişimi yansıtacak, Batı ile Osmanlı mimarisinin sentezi olan görkemli bir saray yapmasını emreder. Bu emrin sonucunu görmek kısmet olmaz. Daha sonra tahta çıkan Sultan Abdülmecid, eski Çırağan Sarayı nı yıktırıp yerine Batı tarzında yeni bir sarayın inşasını başlatır, ama ne yazık ki tamamlanmasını göremeden o da hakka yürür. Yerine Sultan Abdülaziz geçer, bu kez de Sarayın inşası tamamen değişir. Doğu mimarisinden esinlenilen ve Kuzey Afrika İslam mimarisine uygun yeni saray nihayet 1871 yılında tamamlanır. Som altından kapıları ile ışıl ışıl, göz kamaştırıcı bir güzelliği olan bu sarayın her bir aksesuarı da özel olarak yaptırılır. Hatta Alman İmparatoru Kaiser Wilhelm bir gezisinde som altından yaptırılan saray kapılarını çok beğendiğini söyler ve bunun üzerine kapıların bir kısmı kendisine armağan edilir. Bugün bu kapıların Berlin Müzesi nde sergilenmektedir.

Tahta geçen V. Murad, Batı tarzında eğitim almış, müziğe yetenekli bir padişahtır. Piyano çalar ve hem Batı hem de Osmanlı musikisi tarzında besteler yapar. Ancak akli dengesini yitirdiği iddia edilen V. Murad, tahttan indirilir ve bugün Beşiktaş Lisesi olarak bilinen Çırağan ın harem bölümünde, ölene dek hapis hayatı yaşar.

II. Abdülhamit in tahta çıkmasıyla Osmanlı İmparatorluğu gibi Çırağan Sarayı da eski görkemini kaybetmeye başlar. Eski hareketli, görkemli günleri geride kalsa da Çırağan Sarayı güngörmüş, vefalı duruşuyla saltanattan uzaklaştırılan padişahların son günlerini geçirdiği bir mekân haline gelir. 1909 da ise parlamento binası olarak kullanılmaya başlanır. Ancak 1910 da kalorifer bacasından çıkan alevlerin çatıyı sarmasıyla başlayan yangın sonucunda, beş saat içerisinde tümüyle yanan saraydan geriye yalnızca dış duvarlar kalır. Yangın sırasında, sarayda bulunan paha biçilmez antikalar, yağlıboya tablolar ile çok sayıda değerli kitap ve belge kül olur. Metruk bina, İstanbul un işgali sırasında bir Fransız kıtası tarafından “Bizo Kışlası '' adıyla kullanılır. 1930 larda ise Beşiktaş Kulübü nün futbol sahası olur. 1986 yılına gelindiğinde ise Çırağan Sarayı nın 5 yıldızlı bir otele dönüşümünün serüveni başlar. 1990 yılında “Çırağan Palace Kempinski İstanbul '' adıyla, eski sarayın hemen yanında ve onun mimarisine uygun olarak inşa edilen, dönemin Boğaz kıyısındaki tek beş yıldızlı oteli açılır. İki yıl süren restorasyon çalışmalarının ardından da eski saray bölümü yeniden kapılarını açar.

Saraydan çıkıp yolun karşısına geçersek tam karşımıza Yıldız Parkı ve içinde Yıldız Sarayı buluruz. Kanuni Sultan Süleyman dönemindeki kayıtlarda ilk kez ismine rastlanan “Kazancıoğlu Bahçesi '' olarak anılmaya başlanan Yıldız Korusu, lale devrinin masalımsı “Çerağan eğlenceleri nin düzenlendiği yer olarak da tarihte yer almıştır. Yıldız Köşkü nün de içinde yer aldığı korulukta, yeniçeri teşkilatı kaldırıldıktan sonra kurulan Asakir-i Mansureyi Muhammediye nin eğitimlerinin de burada yapıldığı bilinmektedir.

Bezm-i Alem Sultan ın da bir kasır inşa ettirdiği ve Sultan Abdülaziz in ise Çırağan Sarayı nı yaptırdıktan sonra kendisinin de hayran kaldığı bu koruluğu, bugünkü ana cadde üzerinde bir kısmı halen ayakta duran taş ve mermer işlemeli köprüyle saraya bağladığı ve o dönemde sadece padişah ile yakın çevresinin kullanabildiği koru o zamanlar da “Mabeyn Bahçesi '' adı ile anılmıştır.

Tahta çıktıktan sonra Yıldız Sarayı na yerleşen II. Abdülhamid in Malta, Çadır, Şale, Kaskat, Limonluk, Set ve Cihannüma köşkleri ile Saray Tiyatrosu nu inşa ettirirken, yerli ve yabancı uzmanlara büyük paralar harcayarak düzenlettiği koru için hatıra defterinde “her metre karesine altın döküldü '' ifadesine yer verdiği biliniyor. Daha sonra Yıldız Sarayı kompleksi üç bölüme ayrılır. Şale Köşkü TBMM ye, koruluk ile içindeki Malta ve Çadır köşkleri ise İstanbul Belediyesine verilir.

1940 tan itibaren koru “Yıldız Parkı '' adını almıştır. 1960-70 li yılları arasında bakımsız kalan park, 1979 yılında Türkiye Turing ve Otomobil Kurumu Genel Müdürü Çelik Gülersoy ile İstanbul Belediye Başkanı Aytekin Kotil arasında imzalanan protokolle, içindeki köşkler restore edilerek yeniden düzenlenmiş ve kullanıma açılmıştır. Yıldız Parkında, aralarında 400 yıllık olanlarla birlikte nadir bulunan sekoyaların yanı sıra çamlar, sedirler, köknar, ladin, dişbudak, porsuk, ardıç, akçaağaç, meşe, yalancı akasya, sofora, atkestanesi, menengiç, Çin şemsiye ağacı, Amerikan lale ağacı, acem dutu, sabunağacı, kaymakağacı ve oya ağacı gibi çoğunluğu yabancı kökenli 120 den fazla egzotik ağaç ve çalı türü bulunmaktadır.

Serdar Taştanoğlu

Dragos Musıki Derneği Başkanı

13 Nisan 2018 Cuma

SEVGI ÇAKıR yorum yaptı... Yorum Ekleyin

Sevgili Serdar Hocam 21.04.2018

Sevgi dolu kalbinizle bir sürü öğrenci kazanmışsınız ve onları en iyi yerlerde görmek için hep çalışmışsınız. Emeklerinizin karşılığını da okuduğum yazınızdan anladığıma göre almışsınız. Sizin gibi özel bir öğretmeni yıllar da geçse hatta asırlarda geçse kimse unutamaz. Ne kadar şanslı biriyim ki sizin gibi sevgi dolu,tatlı mı tatlı bir öğretmenim oldu. Her defasında Zeynep hocama teşekkür ediyorum korosuna davet edip beni sizin gibi sevgi dolu, müzik ruhlu, Atatürk aşkınla yanıp tutuşan çok değerli bir öğretmenle tanışma fırsatı verdiği için. Yazınız her zaman ki gibi harika. Sizi çoook seviyorum. 

BIRGÜL ÇETIN yorum yaptı... Yorum Ekleyin

Harika.. 16.04.2018

Serdar bey yazınızı 2 kez okudum. Sanki o çocuklara ders veren benmişim gibi duygusallaştım bir an... Sonra dan fark ettim ki ! yazınızı olurken kendi kendime gülümsemişim. Ne kadar güzel.... Devamını bekliyoruz..

SUZAN KÖYMEN yorum yaptı... Yorum Ekleyin

Koca Yürekli Insan. 16.04.2018

Size sizi anlatmak o kadar zor ki... Zamanı zamana sığdıramayan her güzelliği paylaşan paylaştıkça çoğaltan etrafına ki insanların deniz halkaları gibi yayan yakamoz gibi misali her dalda iz bırakan insanları karpuzsuz bırakan koltuklarında taşıyan TAŞTANOĞLU Ser"baş" "dar"komutan,lider siz ne güzel insansınız Suzan ablana tanrının hediyesi olan aileye şükürler olsun ayağına TAŞ değmesin sevgiler.. tanrıya emanet ol canım.. ABLAN SUZAN KÖYMEN.

 

Henüz Yorum yok

İlk yorumu siz yazın.

Yorum Bırakın

E-Mail adresiniz yayınlanmaz.







Yazarın Diğer Makaleleri