İSTANBUL ANILARIM IV

BEŞİKTAŞ...

Yıldız Parkını doya doya gezdikten sonra bu istikametten Boğaz’ın kuzeyine ilerlersek Çırağan Sarayını geçtikten sonra İstanbul’un sevilen merkezlerinden birisi olan Beşiktaş’ın Ortaköy semti karşımıza çıkar. Ortaköy’ün tarihinden gelen en önemli özelliği farklı kültürlerden Türk, Rum, Ermeni ve Yahudi topluluklarının ve farklı inançların bir arada dostluk içinde yaşamasıdır. Bu yapı günümüze kadar gelmiştir.

 


Açıklama: C:UserssamsungDesktopİSTANBUL ANILARIM494edd55e-3c06-4603-b280-4ea4ae05ce88.jpg

Ortaköy’e bugünkü çehre ve özelliğini kazandıran, iskelenin arkasındaki Ortaköy Meydanı’nın en belirgin ve egemen mimari öğesi Ortaköy Camii’dir. Mehmed Ağa tarafından 18. yy’ın başlarında yaptırılan cami, Abdülmecid tarafından tamamen yıktırılarak denize uzanan rıhtım üzerine Mimar Nigoğos Balyan’a yeniden yaptırılmıştır.

Günümüzde Ortaköy Meydan ve çevresi, sanat atölyeleri, kahveler, bar ve lokantalar, pazar günleri açılan elişi, antika ve sanat pazarıyla, gece gündüz canlı bir buluşma merkezi haline gelmiştir. Büyük teyzemlerin bir süre yaşadığı Ortaköyde oturdukları evin ana cadde üzerinde bir apartmanın bodrum katı olduğunu hatırlıyorum. Çocuk aklımla teyzemlerin penceleri önünden geçen ve sadece ayakkabıların, çoraplı, çorapsız ve pantolonlu bacakların göründüğü bu dairede neden oturduklarına akıl erdiremediğime şimdi gülümsüyorum. Kafamın karışmasına sebep olan husus onların gelir durumunu bizimle mukayese etmemden kaynaklanıyordu . Biz onlardan daha az gelire sahipken İzmit’in en merkezi yerinde, park, çay bahçesi, meydan manzaralı çok ferah ve geniş bir dairede oturmamıza karşın onların bodrum katında bu ayak bacak manzaralı yerde oturmalarıydı. Oysa İstanbul Ortaköy’de ana cadde üzerindeki apartman ile İzmit’in ana caddesindeki apartmanın rayiç değerlerine ait mukayeyi yapamayacak kadar küçüktüm. Küçük olmak, çocuk olmak böyle bir şeydi.

Beşiktaş ve çocuk aklı derken bir anımı daha hatırladım. Hadi onuda sizinle paylaşayım: 1950’li yıllarda çocukluktan genç kızlığa geçiş yapan annemi tanıyan eş, dost ve arkadaşlarından hep şunu duyarak büyüdük. “Süheyla, Beşiktaş güzeliydi. '' Bu iltifatı o kadar duymuşum ki işte bir gün çocuk aklımla anneme “Anneciğim gerçekten sen Beşiktaş güzeli miydin? yarışmaya falan mı girmiştin. '' şeklindeki soruma annemin çok gülerek “Yok, yavrucum, yarışmaya falan girmedim. Bu sıfat konu, komşu arkadaşlarımın bana olan iltifatları. Ama ben açıkçası en samimi arkadaşım sarışın Nursel kadar güzel degildim. Bana göre o Beşiktaş’ın en güzel kızıydı. Onunla sokağa çıktığımızda birimiz sarışın diğerimiz esmer çok dikkati çekerdik“diye açıklama getirdiğini asla unutamam. Ancak sonraki yıllar annemin fiziki güzelliğinden çok ruhunun güzelliği, iyilikseverliği, merhameti, yumuşak huyu üzerine olan övgüleri çok daha fazla duyarak annemle daha çok gururlanmışımdır. Annemden bana geçen en değerli genin merhamet ve insan sevgisi olduğunu düşünerek, anacığımı rahmet ve şükranla anıyorum.

Beşiktaş, İstanbul’da yaşamak için en stratejik semtlerden biridir. Her merkezi noktaya çok yakındır. Taksim, Ortaköy, Şişli, Esentepe hatta Mecidiyeköy bile yürüme mesafesindedir, Beşiktaş’tan Kadıköy’e bir vapurla, Karaköy Eminönü tarafına bir otobüsle Boğazın Avrupa kıyılarına otobüs veya vapur ile ulaşabilirsiniz. Beşiktaş’ta yaşamak hem Büyükşehirde yaşadığınızı hissettirir hem de sıcak ve sakin görüntüsüyle “mahalleli“ duygusunu hissettirir. Bünyesindeki toplam yedi üniversitesi ile Türkiye’nin en çok öğrenci barındıran semtidir.

Beşiktaşlılar takımlarına yürekten bağlıdırlar, asla provakasyon yapmadan büyük aşkla bağlı olduklarını hisseder, bu sevgilerine saygı duyarsınız. Ben de kendimi bildim bileli Beşiktaşlıyımdır. Şimdi yerinde plazalar olan Fulya stadını gören daireyi bilinçli tutmamış olmama rağmen fanatik arkadaşlarımın bunu bilinçli yaptığımı, antremanları ve hazırlık maçları seyreden biri olarak kıskandıklarını sıkça ifade ettilerse de, ne yazık onlara oturduğum beş yıl sürede hiçbir antremanı ve hazırlık maçını seyretmediğimi açıklama fırsatı ve cesareti bulamamışımdır.

Ortaköy’den sonra Kuruçeşme gelir. Kuruçeşme, İstanbul Boğazı’nın kıyısında, Beşiktaş ilçesine bağlı, Ortaköy ile Arnavutköy arasında sahil boyunca uzanan ve arkasındaki sarp kayalık tepelerde yer alan semttir. Paha biçilemez muhteşem ahşap evleri, zarafeti ile nostaljik dokusunu kaybetmeyen bir sahil semtidir. Bir zamanlar kömür ve kum depolama yerine dönüşen Kuruçeşme’nin aslında çok bol suyu olan çeşmesinden dolayı “Koruçeşme“ olarak anıldığı zamanla Kuruçeşme’ye dönüştüğü iddia edilir. Kuru veya koru olması çok önemli olmamasına rağmen semte ismini veren çeşmenin, II.Mehmed’in Tezkireci başısı Osman Efendi tarafından yaptırıldığı ve bugün de ibadete açık olan camiinin alt katında ve doğu cephesinde olduğu bilgisini paylaşmak isterim.

Kuruçeşme kıyılarından boğaz’a bakınca kıyıya çok yakın bir adacık yer alır. Şimdilerde “Galatasaray Adası“ veya “Suada“ denilen bu adacık hakkında da bildiklerimi paylaşmak isterim: Osmanlı maliyesinin 1875 yılında iflas etmesi üzerine, Çırağan Sarayı, Beylerbeyi Sarayı, Akaretler Sıra Evleri, Beyoğlu ndaki Taşkışla, Aksaray daki Valide Camii gibi onlarca güzel eseri ile İstanbul u süsleyip, kültürümüze kazandıran mimar Sarkis Balyan olan borçlarını ödeyemez hale gelince Sultan 2. Abdülhamit alacaklarına karşı suadasını Sarkis Balyan a vermiştir. 1881 de adanın sahibi olan Sarkis Balyan da ada üzerine iki katlı bir konak yaptırır. Böylece adanın adı o andan sonra Sarkis Bey Adasına dönüşür. Sarkis Balyan bu konağında vefat edene kadar bu adada yaşar


  

Sonraki üç yıl boyunca Balyan ın varislerinden kimse adada kalmayınca Osmanlı, adanın boş olduğu ve vergi borçlarının da ödenmediği gerekçesiyle adaya el koyar. Böylece Osmanlı yukarıda adı geçen yapıları bedavaya yaptırmış olur. Ada bir süreliğine Türkiye nin ilk denizcilik işletmesi olan Şirket-i Hayriye ye kiralanmış ve uzun yıllar Boğaz gemilerinin yakıt ihtiyaçlarının karşılanma merkezi olarak kullanılmıştır. 1957 de Galatasaray Klübü Başkanı Sadık Giz adayı satın alır. Adanın adı o vakitten sonra “Galatasaray Adası“ olarak kalmıştır.

Kuruçeşme semtinden sonra Bebek semti gelir. Benim için Bebek semti denilince aklıma ilk önce o tarihlerde emekleyen oğlumuzu gezmeğe götürdüğümüz Bebek parkını ve oğlumuzun çimenlerde gördüğü kedileri yakalamak aşkıyla emeklemekten yürümeye geçtiği gün gelir.

 

Bizlere o gün yaşattığı o müthiş sevinci eşimle hiç unutamayız. Sonrada tadıyla, kokusuyla ve görüntüsü ile her defasında ağzımı sulandıran ve şu an bile tadını ağzımda hissettiğim Bebek badem ezmesi aklıma düşer. Çocukken büyüklerimle gittiğimiz bir dükkanda kapağı metal külah şeklindeki iri kavanozdan maşa ile alınan silindir silgi şeklindeki badem ezmelerinin tadını asla unutamam. Badem ezmesine düşkünlüğüm de sanırım ta o zamanlardan kalmış olsa gerek; düşkünlüğüm o kadar aşırıdır ki Hamburg’ta bulunurken o dildeki karşılığı “Marzipan“ olan badem ezmesinin üretim merkezinin Lübeck şehri olduğunu öğrenince, gidiş gelişi beş saat süren seyahatte araba kullanmayı göze alarak oraya gitmişimdir. Ne yazık ki ne orada ne de daha sonra yediğim badem ezmelerinde çocukluğumda yediğim Bebek badem ezmelerinin tadını asla ve asla hiçbir yerde hiçbir zaman bulamayacağıma emin olmuşumdur.

Bebek semtinin adı Osmanlı döneminden gelmiştir. Fatih Sultan Mehmed’in Rumeli Hisarı’nın yapımı ve kuşatma sırasında asayişi sağlamak üzere Bebek Çelebi lakaplı bir bölükbaşıyı tayin eder. Bebek Çelebi de herkesin hayranlık duyduğu bir köşk ve bir bahçe inşaa eder. Semt ölümünden sonra onun adıyla anılır. Bebek semti Beşiktaş ilçesinin boğazın kuzey yönündeki son semtidir ve ileriye devam edince Arnavutköy gelinir. Birçok kişi Beşiktaş’ın Boğazda yer alan bu muhteşem semtiyle Gaziosmanpaşa ve Çatalca ilçeleri ile komşu olan İstanbul’un dördüncü büyük çoğrafi alana sahip ilçesi Arnavutköy ile birbirine karıştırılmaktadır.

Tarihi adıyla Taksiarhi yani Melekler köyü olan Arnavutköy semtinin bu şekilde anılmasının sebebi Başmelek Mihael’in mozaik bir ikonasının da buradaki kilisede saklanmasından kaynaklanmasıdır. Sonraki yıllar İstanbul’un fethinden sonra çevreye yerleştirilen Arnavut asıllı yeniçerilerden dolayı Osmanlı döneminden beri Arnavutköy olarak anılmaya başlamıştır.

Bizans döneminde üzüm bağları, Osmanlı dönemindeyse çileğiyle meşhur olan Arnavutköy tepelerinden mis gibi çilek kokuları yayılırmış. 19. Yüzyılın ortalarına kadar nüfusunun çoğunluğunu Rum ve Musevilerin oluşturduğu; bakımlı, güzel, canlı bir Rum köyü olarak bilinen Arnavutköy, Osmanlının son dönemlerinde meyhaneleri ve eğlence yerleri dolayısıyla küçük Beyoğlu olarak da adlandırılırmış.

Ayazmaları, bağları, bahçeleri, koruluklar arasındaki köşkleri, sahil boyunca dizilen yalıları ile meşhur eski Arnavutköy’ün çehresi günümüzde tümüyle değişmiştir. 1960 lı yıllardan sonra Ortaköy’den Arnavutköy’e uzanan yol, çok dar olduğu ve ihtiyaca cevap veremediği için, önce deniz tarafındaki binaların büyük bölümü yıkılarak otobüslerin geçtiği yol, sahil yolu haline getirilmiştir. Bu sırada ahşap binalar yıktırılarak yerlerine beton binaların yapılmasına da başlanmıştır. 1980 sonrasında, sahil yolunun genişletilmesi sırasında denizin içinden geçirilen ‘kazıklı yol sayesindeyse yalılar da ‘yalı olmaktan çıkmıştır.

Yalı değince buradaki en eski ve büyük yalı Ayvaz Paşazade yalısıdır. Ali Vafi Köşkü olarak da bilinen bu yalıyı Giritli Ali Vafi Bey Ermeni bir bankerden satın alınır. Yalının arkasında da Ali Vafi Korusu bulunur. 1919 da çıkan bir yangın sonucunda yanan yalı, 1980 li yıllarda aslına uygun olarak yeniden inşa edilir. Dar sokakları, taş ya da ahşap evleri, boğaz manzarası ve tarihi yapıtları ile görülmesi gereken yerlerdendir.

Balık tutmaya aşırı merakı olan teyzeoğlumla Arnavutköy ün en dikkat çekici yeri olan Akıntı Burnu na gidip burada balık tutardık. Ben asla tek başına sabır gösteremeyeceğim bu eylemi seviyor “muş gibi yapıp“ o muhteşem doğa içinde olmak, boğazı seyretmek için katlanırdım. Buradaki manzaraya karşı içilen çayın bambaşka bir tada büründüğünü söylememe gerek olmadığını düşünüyorum.

Buraya ait unutulmaz anılarımdan biri de teyzeoğlumun arabasında oturup bozağı seyrettiğimiz bir gece arabanın radyosunda çalan ve ilk kez duyup hayran olduğum Sezen Aksu’nun “Firuze“ isimli şarkısıdır. Alacakaranlıkta masmavi deniz karşıda yemyeşil sırtlar denizde tekneler ve Firuze şarkısının o muhteşem atmosferde şarkının yarattığı ruh halinini tasvirini sizlerin hayalgücüne bırakmak istiyorum. İşte Arnavutköy bana yaşattığı o günkü duygu sağanağını hatırlatır. Başka bir ifade ile ne zaman Firuze’yi duysam hemen Arnavutköy’ün “Akıntı burnu“ aklıma düşer.

Sahilde yer alan Sultan II. Mahmut tarafından oğlu Şehzade Tevfik için yapılan Tevfikiye Camii yani diğer bilinen adları ile Arnavutköy Camii ya da Akıntı Burnu Camii dikdörtgen planlı, tek minareli ahşap çatılı ve dört kaplı olarak inşa edilmiştir. Boğaza hâkim geniş bir avlu içinde yapılan bu tarihi camii günümüze sağlam olarak ulaşmıştır. Harika bir tarihi görünüme sahip bu camiyi ziyaret ettikten sonra hemen alt tarafında bulunan sosyal tesiste dinlenmenizi öneririm.
Arnavutköy e gelince 1900 yıllarında inşa edilen muhteşem bir işçiliğe sahip olan iç ve dış mimarisi ile etkileyen Ayia Strati Rum Ortodoks Taksiarhi Kilisesini gezmemek mümkün değildir.

Bu kilisenin içerisinde Osmanlı devletinde paşa, vezir ve büyük elçi gibi önemli makamlarda hizmet eden Arnavutköy de yaşayan Rum asıllı Kostantinos Mousouros Paşa ve ailesine ait bir kabristan bulunmaktadır. Kilisenin bahçesinde bulunan Başmelek lere ithaf edilen İstanbul Patrikleri için yapılan mezar görüntüsü ile oldukça dikkat çekicidir.

Günümüze sağlam olarak ulaşan eşsiz manzarası ve muhteşem mimarisi ile görülmesi gereken yerlerden biri olan Boyalı Köşk’ü yani İzzetabad Kasrı’ndan da bahsetmek isterim. 1797 yılında Sandrazam İzzet Mehmet Paşa tarafından III. Selim Han için inşa edilen köşkün, çıkan bir yangın sonucu yanması sonucu sonraki yıllarında tekrar yapılmıştır. Günümüze sağlam olarak ulaşan bu tarihi köşk de eşsiz manzarası ve muhteşem mimarisi ile gerçekten görülmesi gereken yerlerdendir. Arnavutköy ün gizli kalmış bahçelerinden birine konuşlanmış mahallenin yenilerinden Kavanoz, Begüm Bakkal ın moda tasarım atölyesi, 1953 te inşa edilen, zarif ve sade üslubu ile öne çıkan Sadıkoğlu Yalısı da yine görmeden gidilmeyecek yerlerdendir. Ayrıca görsel sanata meraklı olanların Arnavutköydeki Taksiarhis Rum Kilisesi’nin karşısındaki Mano seramik atölyesini gezmelerini öneririm.

Boğazı takip ederek kuzeye doğru ilerlersek önce Aşiyan semtine sonrada Rumeli hisarına varılır. İstanbul’un en muhteşem manzaralarından biri olduğunu düşündüğüm Rumelihisarı gelir. Eşim ile evliliğimizin ilk aylarında iş çıkışı buluşup, eve bile uğramadan doğruca Rumelihisar’ın önündeki çay bahçelerine gelirdik. Ayrıca Rumeli hisarındaki sanatsal etkinlikleri kaçırmamaya çalışırdık. Farsça kuş yuvası anlamına gelen Aşiyan bende duygusal bir yoğunluk yaratır.

Aşiyan mezarlığı müzesi ve içindeki çok sevdiğim, saygı ve hayranlık duyduğum ebedi istirahatcıları Orhan Veli Kanık, Tevfik Fikret, Yahya Kemal Beyatlı, Ahmet Hamdi Tanpınar, Edip Cansever, Münir Nurettin Selçuk, Attilâ İlhan, Özdemir Asaf, Tezer Özlü, Osman Yağmurdereli, Gündüz Kılıç, Medine Müdafii Fahreddin Paşa, Demirtaş Ceyhun, Sadi Irmak gibi değerleri barındırır.

Özellikle Tevfik Fikret’in hayatı, oğlu ile hüzünlü ilişkisi, okuduğum baba oğul’un mektupları beni çok etkilemiştir. Oğlu Haluk’un iyi yetişmesi için elinden geleni yapan, iyi bir tahsil için yurtdışına gönderen Tevfik Fikret’in, din değiştirmesinden daha çok vatana bir daha dönmeyen oğlu için çektiği acıyı, bende aynı idealle yurtdışına eğitime gönderdiğim ve şükürler olsun vatana dönmüş olan bir oğul babası olarak yüreğimde hissedip çok üzülmüşümdür. Aşiyan semti ayrıca güftekarı Şemsi Belli, Bestekarı Muzaffer İlkar olan Hicaz makamındaki çok sevdiğim ve eşimle muhtelif konserlerde düet yaptığımız “Gönül penceresinden ansızın bakıp geçtin“veya diğer bilinen adıyla “Aşiyan yolları“ şarkısını ve o şarkıyı okuduğumuz konserin anılarını hatırlatır. Ne muhteşem bir şarkıdır .Haydi hep birlikte söyleyelim mi?

Gönül penceresinden ansızın bakıp geçtin
Bir yangının külünü yeniden yakıp geçtin
Madem ki son şarkının kırık bir güftesiydim
Niçin yarım bıraktın neden bırakıp gittin
Bir yangının külünü yeniden yakıp geçtin

Ne çok sevmiştim seni ne çok hatırlar mısın
Aşiyan yollarından seslensem duyar mısın
Hala beni düşünür ve hala anar mısın
Bir bahar seli gibi yolumdan akıp geçtin
Bir yangının külünü yeniden yakıp geçtin


Serdar Taştanoğlu
Dragos Musıki Derneği Başkanı
14 Mayıs 2018 Pazartesi

 Yorumlar


MEHMET ATAK yorum yaptı...23.05.2018

Tarihe Yolculuk

Herkesin anlayabileceği sade bir anlatımla İstanbul'u geçmişten bugüne bu kadar güzel canlandırmak tebrike şayandır. Sayın Taştanoğlu'nun zihnine ve kalemine sağlık !..  

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Henüz Yorum yok

İlk yorumu siz yazın.

Yorum Bırakın

E-Mail adresiniz yayınlanmaz.







Yazarın Diğer Makaleleri