PRİZREN'İN KAHRAMANLARI I

İnsanoğlunun yaşamı için en hayati öneme sahip olan iki unsurdan birisinin hava, diğerinin su olduğunu hepimiz biliyoruz.
Bunlardan suyun taşıdığı öneme yönelik olarak insanoğlu yerleşik yaşama geçerken “kalıcı yer seçim '' inde tercihlerini çoğunlukla hep suya yakın olma içgüdüsü ile ya onun kaynağına ya da akıp giden yollarına yapmışlardır. Suyun kullanılma alanları uygarlıklarla gelişmiştir. Örneğin biz Türkler suyu hem temel ihtiyaç kaynağı hem de temizlik için en önemli araç olarak görmüşüzdür. İslamiyetin kabul edilmesinden sonra da suyun içilmesi ve ibadetteki rolüne aracı olmanın önemli bir hizmet ve dini açıdan sevap, hayır işi kabul edilmesi düşüncesi ile suyun kullanılmasının esas alındığı mimariyi de geliştirip yaygınlaştırmıştır.
Bu düşünceden hareketle Osmanlı imparatorluğunda yaptığı su tesisleri; sarnıçlar, kemerler, hamamlar, şadırvanlar ve çeşmeler şehirlerin en önemli figürleri, mihenk noktaları olmuşlardır. Suyun en yaygın kullanılma tesisi olan “çeşmeler '' Osmanlı şehirlerinin temel özelliklerinden biri, şehirlerin en merkezi noktaları olmuştur. Bunun yüzlerce örneğini ben ve eminim ki sizler de Anadolu muzun muhtelif şehir ve kasabalarda görmüşüzdür. Balkanları keşfettiğimde aynı özelliğin buradaki Osmanlı hakimiyetinde yüzyıllarca kalmış şehirlerde de mevcut olduğunu görünce hiç şaşırmadım. Bu güzel özellik nedeniyle de o şehri kendime çok yakın ve sıcak hissetmişimdir.
Aklıma ilk gelenler örnekler arasında Prizreni, Üsküb'ü ve Saraybosna yı sayabilirim. Tüm bu çeşmelerin ortak özelliği yaz, kış demeden durmaksızın akmalarıdır. Suların bu akışı geçen zamana ne çok benzer. Hepimiz yaşadığımız zaman için “su gibi akıp geçti '' deriz. Bende ne zaman akan bir çeşme görsem suyunu içtikten sonra bir süre akışını seyrederim. Böylece göremediğim zamanın akışını bir şekilde suyun akışında görmüş olurum. Bu seyir sırasında da çeşmenin varlığını sürdürdüğü medeniyeti bulunduğu ortamı ve yaşadığı çağları hayal ederek çeşmenin nelere şahit olduğunu de hissetmeye çalışırım.
Kosova nın Prizren şehri, Bosna Hersek in Saraybosna ve Makedonya nın Üsküp şehirlerini ayrı zaman dilimlerinde o şehirlerin sakini olan dostlarım tarafından gezdirilirken hepsi ağız birliği yapmışçasına şehrin sembolü çeşmeleri için şunu söylemişlerdir; “Bu çeşmenin suyunu içenler, tekrar bu şehre gelirler.“ Bunu ilk kez Prizren de duyunca belli etmeden bıyık altından gülmüştüm. İçimden “ne komik bir şehir efsanesi“ demiştim. Ancak Prizren e üç yıl içinde dört kez gitmiş olmama ne dersiniz. Üsküp ü gezdiren Alil hocanın bana “Hocam bu çeşmenin suyu çok lezzetlidir. Ancak içersen tekrar gelirirsin '' sözü üzerinden iki yıl sonra Üsküb e yeniden gittim. Bu seyahatten sonra da Saraybosna gezimde yine çeşme önünde ifade edilen tekrar gelme efsanesi duyduğumda “hayda yine aynı efsane. Hadi bakalım tutacak mı göreceğiz? “ diye espri bile yaptıktan sadece on ay sonra yeniden Saray Bosna ya gitmemi siz nasıl yorumlarsınız bilmem ama ben bundan sonra asla “su efsaneleri '' ile dalga geçmeme kararı aldım.!
Tarihi ve coğrafyayı çok seven ve hayatı boyunca gezip ööğrenmeye kendini adamış biri olmama rağmen Prizren hakkında fazla bilgimin olmamasına çok utanmışımdır. Prizren i öğrenme ve orayı ziyaret etme sebebim müzik vasıtası ile olmuştur. Sosyal medya vasıtası ile Prizren de Türk Müziği faaliyetlerinde bulunan bir müzik adamı ile tanıştım. Önce haritada Prizren i bulup hakkında bir şeyler öğrenmeye çalıştım.
Prizren in nüfusunun yaklaşık 250 bin civarında olduğunu Kosova da yaşayan en fazla Türkün bu şehirde olduğunu, buna göre bu şehirde 25 bin Türkün yaşadığını şehrin nüfusunun büyük bir kısmını Müslüman Arnavutların oluşturduğunu şehrin neredeyse tamamının Türkçe konuştuğunu öğrendim. Söz konusu müzik adamının yıllarca Kosova radyosunda sanatçı olarak görev yapmış, emekli olduktan sonra “Doğru yol '' derneğinde müzik faaliyetlerinde bulunduktan sonra Balkan Musıki Derneğini kurduğunu öğrendim. Yaylı tanbur üstadı Aluş Nuş isimli bu müzik adamı son derece donanımlı bir hocaydı. Kurduğumuz dostluk sonrası bizi Prizren e davet etti. Onun orada kurduğu derneği ile benim İstanbul da kurduğum Derneğim Dragos Musıki ile ortak bir konser projesi geliştirdik. Grubumla uçakla Priştine ye geldik. Oradan yaklaşık 45 dakika süren bir yolculuk sonrası Prizren e vardık. Prizren e girişimizde hepimiz çok heyecanlandık. Bu şehri herkes Anadolu da gördüğü, yaşadığı bir şehre benzetiyordu. Kimimiz Kastamonu ya kimimiz Manisa ya, kimimiz İznik e kimimiz ise Karadeniz şehirlerinden birine benzetmişti. Ben ise bundan kırk yıl önceki haliyle Bursa ya çok benzettim.
Şehir bir dağ yamacına kurulmuştu. “ Şar dağı '' isimli bu dağ yerel türkülerine de konu olmuş yemyeşil bir yamaç üzerine dizilen Osmanlı mimarisi ahşap evler ile her zaman en yüksek tepede görmeye çok aşina olduğumuz gibi burada da şehre kartal gibi kanat germiş, Bizanslılardan kalma bir kale ve dağdan aşağıya akarak şehri ikiye ayıran “ak nehir '' olarak bilinen “Bristrica nehri '' bu şehre müthiş görselikler kazandırmıştı.
Nehrin üzerinde kurulan köprüleri gerdana takılan inci kolyelere benzettik. Bu köprüler içinde en güzeli bir taş köprü olan Bristrica köprüsüdür. Taş köprü dışında Arasta Köprüsü ile halk tarafından “Aşk Köprüsü“ olarak da adlandırılan Nalet Köprüsü yer almaktaydı. Bu küçük şehirde 37 cami 3 kilise bir sinagogun olduğunu öğrenince şaşkınlığımız daha da arttı. Daha ilk dakikalarda şehri çok sevmiş sanki yıllardır burada yaşayan sakinlerinden biri olduğumuz duygusuna kapılmıştık.
Otelimize yerleşir yerleşmez hepimiz kendimizi şehrin içine attık. Prizren in tam merkezinde yer alan Sinan paşa Cami hala ihtişamıyla ibadethane görevine fasılalarla da olsa hala devam etmekteydi. Sinan paşa Camiinin en belirgin özelliği Balkanların en yüksek minareli camii olmasıydı. Bu cami Sufi Sinan paşa tarafından yaptırılmış ismini de ondan almıştı. Camiden hemen sonra biraz ilerisinde yer alan Prizren in tam merkez noktası Şadırvan Meydanında sürekli akan meşhur Prizren çeşmesinin başında toplandık. Herkes sırayla yıllardır içmeye hasret olduğumuz içme şekli olan avuçlarımıza suyu doldurup kana kana içiyor, buz gibi suyun çenelerimizden akıp üstümüzü ıslatmasına aldırmıyor, arkamızda bekleyenler olduğunu bilmemize rağmen içmeye doyamıyorduk.
Aslında bilmediğimiz bu güzel suyu içiyorken yazımın başında anlattığım üzere çeşmenin bizi Prizren e tekrar getirme büyüsüne kandığımızdandı.. Şadırvan meydanı etrafına konuşlanmış köftecilerden yayılan tarifi olanaksız köfte kokularından kimse kaçıp gitmek direnişi gösteremedi. Böylece diğer arkadaşlarım gibi ben de meşhur Balkan köfteleri ile tanışmış olmuştum. Bende her Anadolu insanı gibi köfteyi çok severim. Türkiyemizin her yöresine ait değişik köfte menülerini tatmış biri olarak itiraf etmeliyim ki Balkan köftelerinin lezzeti bambaşkaydı. Damağına düşkün biri hatta övünmek gibi olmasın bir anlamda kısmı bir gurme olarak bu lezzet farkını nereden kaynaklandığını anlamaya çalıştım.
İleriki zaman dilimlerinde dolaştığım süreçte Balkanların muhtelif yörelerinde yediğim köftelerin de birbirinden lezzetli olduğunu görüp detaylı araştırınca farkın kesin olarak Balkanlarda beslenen hayvanların etlerinden kaynaklandığını öğrendim. Doğal bir tabiat içinde özgür ortamlarda otlayan ve doğal besin alan hayvanların etinin yarattığı farkın lezzette ne kadar etkin olduğunu sanırım herkes tartışmasız kabul eder. Karşılaştığımız bu çok samimi ve bize geçmişimizi hatırlatan şehrin görsellerine hayranlıktan sonra bir de damağımızı fetheden büyüleyici lezzetler eklenince, Prizren ile tanışalı henüz ilk saatler olmasına rağmen adeta büyülenmiş gibiydik.
Buraya geliş sebebimiz olan müzikal performansın önemini idrakinde olduğumuzdan bir an önce provalara başlamalıydık. Ev sahibi Balkan Musıki Derneği Prizren in en eski derneği olan Doğru Yol Türk Kültür Sanat derneğinin bağrından çıkmış, orada yetişmiş müzisyenlerden oluşmaktaydı. Biraz detay bilgi temin etmeye çalışınca bu müzisyen grubun müzikal faaliyetleri dışında mütedeyyin kişilerden oluştuğunu öğrenmek zor olmadı. Sanırım dini anlamda tanımlamak gerekirse bu müteddeyyin kişilere “Melamiler '' denmekteymiş. Bektaşilik temeline dayanan bu dini inanışın asla bağnaz bir yapıda olmadığını sadece alkol ve haram kabul edilen şeylerin yenilip içilmesine, dinen kabul görmeyen davranışlara karşı çok duyarlı olduklarını öğrendik. Derneğin salonunda bizim üyelerle onların üyelerinden oluşan muhteşem bir topluluğun bize ait şarkıları birlikte icrası gerçekten göz yaşartıcı bir sahneyi oluşturdu.
Dernek üyelerinin her yaş grubundan oluşması ve kendi müziklerimize neredeyse bizlerden daha çok sahip çıkması ve bilgileri bizleri çok şaşırttı. Bir de bunların üstüne Aluş Hocanın “Nuşi tanbur '' adını verdiği yaylı tanbur icrası ile kendine ait Türkçe eserlerinin yorumu karşısında Türk olupta gurur duymamak mümkün değildi.
Prizren e Türk kültürünün Türk Musıkisinin yaşaması ve yaşatılması adına gerçekten bir kahraman gibi mücadele eden Bestekar Aluş Nuş un davetlisi olarak gelerek birlikte ortak bir konserde yer almak bizler için büyük gurur vermiş ve bu birliktelik bizlere onların yıllardır gerçekleştirdiği kültürümüzü yaşatma mücadelesine Anayurttan katılan ve onlarla cephede omuz omuza görev alan milis güçler olduğumuz duygusunu yaşatmıştı.

Kurduğumuz dostlukla burada tamamen dine ve müziğe endekslenmiş müteddeyyin insanları tanımaktan çok mutlu olmuştuk. Bu müzik aşığı insanlar kimliklerinden bir şey kaybetmeden tamamen Türk olarak yaşamaktaydılar ve bizleri çok mutlu eden bir tespit ise müteddeyyin olan bu insanların yurdumuzdaki birçok örneğinin aksine Türklüğün kahramanı Gazi Mustafa Kemal Atatürk e hayran olmaları onu gururla anmaları hatta onu için besteler yapmış olmalarıydı. Demek ki Atatürk ü anlayabilmek için özgür bir ortamda yaşamak, hiçbir baskıdan etkilenmemek, onun yaptıklarını ülke dışında olunsa bile görebilecek akıla bilgiye malik olmak ve de vicdanlı olmak yeterliydi. İşte şimdi Değerli Müzik adamı Aluş hocanın Yüce Atamız için yazdığı ve TRT de çokça çalınmış olan “youtube '' dan kolayca bulabileceğiniz Atatürk Marşını gelin birlikte okuyalım.

 

DÜŞMANI YURTTAN KOVDUN
BÜYÜK MECLİSİ KURDUN
AYYILDIZLI BAYRAĞI YÜKSEKLERDE HEP TUTTUN
YURTTA SULH CİHANDA SULH BUNDAN BÜYÜK SÖZ OLUR MU
İZİNDEYİZ ATATÜRK ATATÜRK.
YÜREKLERİMİZDE VARSIN
DAMARLARIMIZDA KANSIN
İLKELERİNE HAYRAN OLAN DÜNYADA TEK ADAMSIN
İZİNDEYİZ ATATÜRK ATATÜRK.
KOŞMAMDA YAZIMDA
ATTIĞIM HER ADIMDA

HEP SENİN İZİN VARDIR

GURURSUN YAŞAMIMDA

İZİNDEYİZ ATATÜRK ATATÜRK.

Güfte & Beste ; Aluş Nuş , Prizren

 

Ertesi gün mini bir salonda birlikte gerçekleştirdiğimiz konser çok güzeldi. Sahnede oluşturduğumuz tabloda yer alan müzik aşıklarının yaşı, başı, cinsiyeti, üstlendiği rolü, ismi, doğduğu yer önemini kaybetmişti. Tek ortak payda “Türk“olmaktı. Herkes o anda Türk Kültürü ve Musıkisinin yaşamasına katkıda bulunmuş olmanın gururu ve mutluluğu içindeydi. Herkes tam anlamıyla birbiri ile kenetlenmişti. Konser sonrası Hacı Fadıl Şalyan isimli Balkan Musıki Derneğinin kıdemli üyesi muhteşem ses ve yoruma sahip büyüğümüz derneğini temsilen bizi gezdirdi ve gecenin finalini meşhur bir Prizren köftecisinde önce mükellef bir köfte ziyafeti akabinde kendi aramızda çalıp söyleyip eğlendiğimiz gece ile sonlandırdık. Mutluluğumuz doruktaydı. Bu mutluluğumuz ertesine güne de taşmıştı.
Ertesi sabah oteldeki kahvaltıda herkesin yüzünde gülücükler oluşmuştu. Her birimizin müzik elçisi gibiydik. Kahvaltı sonrası alışveriş derdine düştük. Doğal olarak herkes bu güzel şehirden anısı olacak bir şeyi kendine veya bir yakınına alma arzusundaydı. Prizrenli dostlarımızdan et ürünlerinin çok uygun fiyatlı ve kaliteli olduğunu öğrenince hemen hemen herkes kuru et, sucuk, sosis ve hatta taşıyabileceği kadar pirzola et ve hazır köfte satın aldı. Prizren de o muhteşem köfteleri, kuru etleri, ızgaraları tattıktan sonra bu lezzetleri yakınlarımıza da tattırmak istiyorduk.
Ben bir yandan da tadına bayıldığım Şar peynirinin peşine düşmüştüm. Uçağa alınmama riskini göze alıp Şar peynirden aldım. Çarşıda derneğin emektar keman sanatçısı değerli dost Mithat Cukiqi ve samimiyeti saflığı ile kısa zamanda kendini sevdiren ekonomik ve sağlık sorunlarını müzikle bertaraf etmeye çalışan ritm sanatçısı “Misket '' lakaplı Miki Delibalta ve Derneğin değerli diğer müzisyenlenleri İrfan Şekerci, Başkim Çabrat, Hacı Ramadan Köse ve Samir Boyniki ile karşılaştık. Bu yüreği güzel insanlarla Sinan paşa Cami yanındaki Türk usulü çay yapan kahvehanede çaylarımızı içtik. Bu musiki aşıkı soydaşlarımızla tanışmış olmak üzere bu değerli soydaşlarla dostluk kurmak bizler için büyük kazançtı.
Dönüşe geçmek üzereydik zamanımız daralıyordu ancak bu içimize işleyen şehirden ayrılmak istemiyor keşfedecek yeni bir şeyler arıyorduk. Çarşıda gezerken Osmanlı izlerinden biri, Gazi Mehmet Paşa Camii ve Hamamı karşımıza çıktı. Halk arasında “Bayrak Camii“ olarak da bilinen Gazi Mehmed Paşa Caminin 1573 yılında aynı ismi taşıyan Hamamla birlikte farklı taş ve tuğlalar kullanılarak inşa edilmiş olduğunu öğrendik. Balkanların üçüncü en büyük hamamı olarak bilinen Gazi Mehmet Paşa Hamamı, yıllardır onarıma muhtaç bir şekilde kısmen de olsa hizmet vermeye devam ediyordu.
Dolaşmaya devam edince yine Prizren in merkezinde bulunan Osmanlı döneminden kalma önemli camilerden biri olan Sancak Beyi Emin Paşa tarafından 1831 yılında inşa edilen Emin Paşa Cami karşımıza çıktı. Bu caminin duvarlarında mavi rengin hakim olduğu motifler ve farklı desenli çizimler göze çarpmaktaydı. Caminin bahçesinde ise Emin Paşa nın kabrinin yanı sıra eski mezarlar bulunmaktaydı. Prizren de Arasta cami, halveti tekkesi, üç kilise ve sinagogu gezecek ne yazık zamanımız kalmamıştı. Bu şehirden ayrılmadan önce önem arz eden eserleri görmek şahane dostlar edinmiş olma kazancımız ile teselli buluyorduk.
Biraz ilerleyince eski çarşıya gelmiş olduk. Burada çeşitli konfeksiyon ve tekstil ürünleri satan dükkanlar vardır. En ilginci geleneksel kına gecesi ve düğün kıyafetleri satan dükkanlardı. Kosova da kına ve düğün çok çok önemli bir geleneksel olgu olduğunu öğrenmiştik. Bu konu üzerinde konuşurken orada duyduğum bir olayı aktarırsam özellikle düğünlerin önemini belki daha iyi anlatmış olabilirim. Ekonomik durumu çok zayıf birinin oğlunu evlendirmek için üç yıl geri ödeyeceği bir banka kredisi alarak bin kişiyi davet ettiği yemekli muhteşem bir düğün gerçekleştirdiğine hayretler etmiştim. Düğüne ve giyilecek kıyafetlere bu kadar önem verildiğine göre aynı oranda kına ve düğün detaylarının da çok önem taşıdığı çok net anlaşılıyordu.
Çarşıda dolaşıp yorulunca biraz soluklanmak için oturduğumuz kafe de adının “Adin Begon '' olduğunu ve emekli sanat tarih hocası olduğunu öğrendiğim beyefendi bizlerin İstanbul dan gelen misafirler olduğunu öğrenince samimi bir sohbete başladık. Ondan Prizren deki düğünleri kısaca anlatmasını rica ettim. Birden çok hayıflandı. “Tüh, Eğer birkaç güne daha kalacak vaktiniz olursa bir yakınımın düğünü olacak sizleri oraya götürebilirim '' . Ben de “Ne yazık çok isterdik ama dönmemiz gerekiyor. Uçuş tarihimiz zaten kalmamızı olanaksız kılıyor “ dedim. Bu olanaksızlığı öğrenince Prizren deki kına ve düğünleri anlatmaya başladı;
“Bizde kına gecesi günü geline getirilen çeyizler kız evinde sergilenir. Bildiğim kadarı ile sizde genel olarak çeyiz, daha çok ev eşyası ve elde hazırlanan eşyalardan oluşurken Prizren de hem kız tarafı, hem erkek tarafının hazırladığı çeyizlerin çoğu giysi, ayakkabı şeklindedir. Getirilen çeyizin büyük kısmı gelinin varsa ağabeyi veya erkek kardeşlerine verilir. Kına gecesinde yeni gelinlerin, misafir karşılama, başka birinin kına gecesi, düğünü gibi yerlerde, bu kıyafetlerini sıkça değiştirirler. Kına gecesi kız evinde yapılır sizde olduğu gibi kına gecesi yemekli olur ve çok yakın erkekler dışında misafir erkek çağrılmaz. Geceye katılan kadınlar gece boyunca sürekli kıyafet değiştirir bu durum sizlere çok ilginç gelebilir. Gece boyunca eğlenip geleneksel müzikle sürekli halay çekilir. Sizdeki gibi tek kişilik oyun bizde oynanılmaz. Damat ve ailesi gecenin sonunda geline ağıtlar eşliğinde kına yakar ve gelini ağlatılırlar.“
Bu güzel sırasında anlatımda ben araya girerek
“Adin abi dikkat ettim de dükkanlarda hep bayanlara yönelik çok süslü kıyafetler satılıyor. Erkekler için neredeyse böyle fantezi veya özel günlere yönelik elbise göremedim. Bunu bize izah edebilir misin? şeklindeki soruma;
“Çok haklısın. Çok iyi tespit etmişsin. Bizde kadınlarda kıyafetlerin bu kadar önemli olmasına karşın, biz erkekler kıyafet konusunda duyarsızızdır. Hem gelin tarafı, hem de kız almaya gelen damat tarafı erkekleri, kıyafet konusunda hiç de özenli değillerdir. Bu seremoniye neredeyse günlük giysileri ile katılırlar. '' dedi.
Adin abinin kına ve düğünlerle ilgili bu kısa ama net açıklaması sonrası Ak Bestesi ve Güftesi Bestekar Aluş Nuşa ait olan ve Dragos Musıki Derneği koromuzun Prizrenli dostlara konserde sürpriz olarak söylediği ve çok alkışlandığı hareketli, neşeli Türkü “Ayşe Leppe '' yi bu kez koromun söylediği bir Prizren düğününü hayalimde canlandırdım. Haydi bir kez de bu neşeli türkü Ayşe Leppe yi söyleyelim:
KINALI BİR KUZUM VAR
BAĞDA SALKIM ÜZÜM VAR
KULAĞINI VER BANA SANA İKİ SÖZÜM VAR
AYŞE! LEPPE!
LEPPEN VAR OLSUN
AĞZIN BAL DOLSUN
NE ARARSAN HAKTAN MURADIN OLSUN.
ÇIKMIŞ MAHLEY SÜPÜRÜR
NALUNLARI ÖTTÜRÜR
AYŞE BİZİ BU SEVDA İSLA ETMEZ ÖLDÜRÜR
- AYŞE !LEPPE!
LEPPEN VAR OLSUN
AĞZIN BAL DOLSUN
NE ARARSAN HAKTAN MURADIN OLSUN.
“AYŞE LEPPE
SÖZ VE MÜZİK: ALUŞ NUŞ ''

 

Serdar Taştanoğlu
Dragos Musıki Derneği Başkanı

30 Ocak 2019 Çarşamba

 

Yorumlar
SEVGI ÇAKIR yorum yaptı...

 

Tebrikler!! 31.01.2019
Uzun süredir merakla yeni yazacağınız metni bekledim ve okuduğumda her zamanki gibi hayran kaldım. Gözlemleriniz ve anlatım biçiminizle sanki gezmiş gibi oldum bende o güzel yerleri. Yeni yazılarınızı da merakla bekleyeceğim...

Henüz Yorum yok

İlk yorumu siz yazın.

Yorum Bırakın

E-Mail adresiniz yayınlanmaz.







Yazarın Diğer Makaleleri