KRALİÇENİN BALIĞI

Makedonya Konseri: Bölüm 1
Cep telefonum çaldığında arayan numaranın ülke koduna dikkatli bakınca, hiç bilmediğim bir ülkeden arandığımı fark ettim. Son yıllarda cep telefonu ile yapılan uluslararası sahtekarlıkları çok sıkça duyduğumdan bir an için telefona yanıt verip vermemekte tereddüt ettim. Sonunda telefonu açmaya karar verdim. Türkçe selam ve sevgi ile konuşmaya başlayan beyin aksanı, Rumelili olduğunu ele veriyordu. “Makedonya Üsküp ten aradığını, benimle uzun zamandır konuşmak istediğini, müzikal faaliyetlerimizi takip ettiğini belirten kişi; yaptığımız güzel ve kaliteli işler nedeniyle Dragos Musıki Derneğini Üsküp te Ekim ya da Kasım ayında yapmayı planladığı Festivaline konuk olarak davet etmek istediğini bildirdi. Bu güzel teklife çok memnun olmuştum. Arayan bu bey çok yakında İstanbul a geleceğini, detayları yüz yüze konuşmak istediğini belirtti.

Daha önümüzde birkaç ay vardı. Ancak ifade edilen süre böylesi bir festivale hazırlanmak için de çok uzun bir zaman sayılmazdı. O tarihte mevcut korolarımız içinde bu kısa sürede hazırlanacak tek koro Türk Halk müziği koromuzdu. Koro şefine bu teklifi bildirince çok mutlu oldu ve her zamanki gibi “ Siz merak etmeyin. Şahane bir konser gerçekleştiririz. '' diyerek beni yüreklendirdi. Bu müjdeli haberi koro üyelerimize de bildirince, Makedonya konser ve gezisine kısa zaman da inanılmaz bir katılım talebi gelmeye başladı. Hatta bir kısım üyeler beraberlerinde Makedonya yı merak eden yakınlarını da getirmek istiyorlardı. Henüz ilk hafta içinde bir büyük otobüsü dolduracak sayıya ulaşmıştık.

Repertuar çalışmaları devam ettiği sırada Makedonyalı menajer beni aradı ve İstanbul a geldiğini görüşmek istediğini bildirdi. Onunla dernek binamızda buluştuk. Festival hakkında detaylı bir görüşmeden sonra bu işi Ekim sonunda yapmaya karar verdiğini ve TRT tarafından daha önce canlı yayınlanan festivalin bu kez de canlı yayınlanacağını ifade etti.
Festivaline davet ettiği ünlü ses sanatçılarını saydıktan sonra bizlerinde önemli konuk ekip olarak yer alacağımızı, bizleri rahat ettirmek üzere gerekli hazırlıklara hemen başlayacağını belirtti. Ülkesine döndükten kısa bir süre sonra bize festivale davet edildiğimizi gösteren resmi mektubu gönderdi.

Bir büyük coşku ile müzikal çalışmalarımıza devam ederken, bir yandan da bizleri oraya en uygun şartlarda götürecek seyahat firmasını arıyorduk. Sonunda bizi en uygun koşullarda taşımayı taahhüt eden firmayı bulup, anlaştık. Onlara 47 kişilik yolcu listemizi verdik.
Bir süre sonra Makedonyalı menajer telefonla arayarak, kalacağımız yerleri ayarladığını, kişi başı konaklama ücretlerini en uygun şekilde yakaladığını ancak fırsatı kaçırmamak için kendisine acilen kaparo göndermemizi istedi. Şaşırmıştım. Hem festivale davet edip hem de otel için ücret talep eden ve İstanbul da konuştuklarının tam tersi davranışlar sergileyen bu şahıs beni büyük hayal kırıklığına uğrattı.

İnternetten ve turizm acentelerinden oradaki otel fiyatlarını araştırıp Menajerin e-mailime gönderdiği otel fiyatlarla karşılaştırınca, sonuç bu davetin aslında söz konusu zatın bizden büyük
karlar elde etme girişimi içeren bir sahtekarlıktan başka bir şey olmadığını ortaya koyuyordu. Oysa tüm ekip büyük coşkuyla hazırlanmış, bizim yönümüzden yapılması gerekenleri yapmıştık. Konser ve geziye katılacak üyeler izinlerini ayarlamış, aileleri ile yapmaları gereken planları yapmış, bir kısmı ise pasaport çıkarmış veya yenilemişti. Şimdi ortaya çıkan bu tatsız durumu nasıl onlara anlatacaktım. Bu hazırlıkları iptal ederek onca insanı hayal kırıklığına uğratma yerine durumu nasıl çözeriz diye başkaca alternatiflere yöneldim.

Bu kez Makedonya da faaliyet gösteren bir derneğin yöneticisi ile tanıştırıldım. Ancak bu dernek çok aktif değildi. Üstelik Festivale ait her türlü işleri üstlendiğini belirten açıkgöz menajerle ilişkimiz bitince böylesi bir konsere ait yol, konaklama işleri bize, konserin tanıtım ses ve teknik işleri de Makedonyalı derneğe kalmış olacaktı. Mecburen ortaya çıkan bu durumu üyelere aktardım. Yeni şartları herkes kabul etti.

Çok kıymetli zamanı boşa harcamıştık ve geriye kalan zaman aleyhimize işliyordu. Konseri yapacağımız yer henüz belli değildi. Üsküp ve Kalkandelen gibi soydaşlarımızın yoğun olduğu yerlerdeki salonlarda konserimiz için münhal günler olmadığı haberi gelmesi sonrası konser yapılacak yerler olarak geriye soydaşlarımızın yoğun olmadığı şehirler Manastır ve Ohri şehirleri kalmıştı. Bu olumsuz giden durum karşısında olayların seyrine müdahale gücüm de kalmadığından işleri akışına bırakmak zorunda kaldım. Koro en iyi şekilde çalışmalarını gerçekleştiriyordu. Rotamız Bulgaristan üzerinden Makedonya olacağından öncelikle Bulgaristan dan transit vize almamız gerekiyordu. Bu konuda hem konsoloslukta çevresi olan hem de Bulgarcayı çok iyi konuşan arkadaşım Birhan Transit geçiş vize alım işlerimizi halletti. Ancak dönüşte başımıza gelenleri size “Otobüsten aşağı insin '' başlıklı yazımda aktarmıştım.

İlk uğrak yerimiz Bulgaristan Filibe (Plovdiv) olacaktı. Daha önce Sofya yı görmüş olduğumdan, rotamız üzerinde olmamasına rağmen ulaşım firmasına ek bir bedel koydurtmadan orasını da seyahat programı içine ilave ettirdim. Yeni görülecek yerler ilave olması gezinin cazibe ve heyecanını arttırmıştı. Konser kısmı ile ilgili olarak Makedonya daki dernek yöneticisinden şok edici yeni bir haber geldi. Bu haber; Konseri soydaşlarımızın çok az yaşadığı yer olan Ohri de gerçekleştirileceğini ancak burada da münhal salon bulunamadığını, bu nedenle tek seçeneğin kaldığımız Otelin büyük kapalı bölümünde gerçekleştirebileceğimizi, konserimizin tanıtım işlerini yapmaya gayret ettikleri şeklindeydi. Tüm bu değişiklikler, aksilikler karşısında yaptığımız tüm plan ve programlar tamamen bozulmuş, hiç hesapta olmayan bir şekle dönüşmüş oldu. Festivalin değişen şartlarını olgunlukla kabul eden üyelere bu kez de değişen şehir ve salon durumunu anlatmak gerekiyordu. Neyse ki heyecanla Makedonya yı tanımak, gezmek, öğrenmek ve hangi şartlara altında olursa olsun kültürümüzü, müziklerimizi tanıtmak sevdalısı üyelerimiz bu değişiklikleri de sorun etmediler.

Kapıkule’den çıktıktan sonra ilk durağımız olan Plovdiv e bizim ifademizle Filibe ye geldik. Filibe oldukça önemli bir Osmanlı şehrimizdi. Hayranlıkla gezdiğimiz Filibe de birçok tarihi yeri titizlikle korunduklarından, Osmanlı dönemi mimarisi tüm ihtişamı ile bozulmadan yansıtmaktaydı. Herkes çocuklar gibi şen ve mutluydu. Daha sonra Sofya ya hareket ettik. Sofya yı daha önce görüp çok beğendiğimden Turizm olarak hak ettiği şöhreti yakalayamamış Başkentlerden biri olduğunu düşünürüm. Sanırım Avrupa Başkentleri içinde yeşil alanı en fazla olanlar arasında yapılacak sırlamada listenin en üstlerinde yer almaktadır. Sofya da görülmesi gereken önemli yerler bir artı işareti gibi iki ana arter üzerinde yer almış olması nedeni ile 47 kişilik grubu kolay gezdireceğimi düşünsem de hesaba katmadığım iki husus nedeni ile çok güzel giden şehir içi turumuzun bir süre sonra alt üst olması ile sonuçlandı.

İki husustan birincisi, kafilenin yüzde doksanın bayanlardan oluştuğu diğerinin de yaş ve fiziksel farklılıklar nedeni ile de kafile toplu olarak ayni süratte hareket edemeyeceğini dikkate almamış olmamdı. Yaş ve fiziksel eşitsizlik kafilenin başı ve sonu arasında çok uzun bir mesafe oluşturduğundan grubun tamamını denetim altına almamı mümkün kılmazken, büyük bir bayan kitlesinden oluşan ekibin gezi güzergahı üzerinde bir açık pazarın kurulu olduğunu anlaması üzerine, devam edilmesi gereken rotayı terk ederek, doğrudan pazarın içine dalmaları sonucunda başında olduğum konvoyun büyük bölümü ile irtibatım koptu. Konvoyun gerisi ortada yoktu. Tam anlamı ile komedi filmlerde görülecek bir sahneydi.

Hani insanın saçını başını yolacağı bir durum derler ya o durumdaydım. İşin acı tarafı bayanları kontrol altında tutacak olan başta eşim ve yönetimdeki diğer bayan arkadaşların da onlarla birlikte hareket edip, en başta soluğu pazarda almalarıydı. Birçoğu cep telefonunu uluslararası konuşmaya açtırmadığı veya pazarın gürültüsünden duyamadığı için telefonla aramalarım da sonuçsuz kalmıştı. Tek çarem güzergahın son noktasına gidip, toplanma saatini bilen tüm bayan üyelerin o noktaya gelmesine dua edip beklemekti. Duamın kabul olmasına çok ihtiyacım vardı. Zira daha önce ine sizlerle paylaştığım “ Mr. Bentheim ve Saadet abla '' başlıklı yazımda yer alan Almanya daki kaybolma hadisesini bir daha yaşamak istemiyordum. Şükürler olsun, korktuğum bu kez başıma gelmedi ve tüm kafile eksiksiz toplandık. Ancak onların tüm sorumluluğunu üzerimde hissettiğimden bunu da çok iyi bilip gereken toleransla yaklaşan ekibim bu düzensiz ve kural dışı riskli davranışların tekerrür etmemesi hususundaki sert ve uyarıcı konuşmalarıma gönül koymadılar.

Sofya gezisi sonrası tüm ekip istisnasız çok mutlu olmuş, Sofya yı çok beğenmişlerdi. Aslında zamanımızın yeteri kadar olmaması nedeni ile grubu önceden görüp çok beğendiğim Vitoşa tepesine götürememiş, şaşkınlıkla izlediğim genç kızların kor ateşler üzerinde çıplak ayakları ile yaptıkları dansları bir kez de onlara izlettirememiş, o tadı kokusu hala hafızamda yer alan fırından sıcak sıcak servis edilen cevizli ekmeği onlara tattıramamıştım. Sofya dan ayrılınca istikametimiz doğruca Üsküp oldu. Orada bir gece kalacak öğlene doğru Ohri ye devam edecektik. Akşam saat 20 sularında Üsküp e vardığımızda herkes çok acıkmış ve daha gelmeden ününü duyduğumuz Üsküp köfteleri ile buluşmaya can atar olmuştuk.

Akşam karanlığına rağmen Üsküp ü hiç yadırgamadık. Sanki Türkiye de bir Anadolu şehrine gelmiştik. Hele köftecilerin yoğun olduğu eski Üsküp tam anlamıyla bizden bir yerdi. Köfte ızgara kokuları buram buram bizi içine çekiyordu. Herkes gibi ben de ilk kez gördüğüm Kuru fasulyeli ve peynirli devasa köfteler arasında tercih yapma konusunda büyük zorluk çektim. Bu lezzeti ilerde Kosova da, Hırvatistan da, Sırbistan da bulacağımı o anda düşünemiyordum. Demek ki eski Yugoslavya ülkelerinin hepsi bu köfte konusunda ihtisas yapmışlardı.

Yemek sonrası grup halinde bu kez topluca dolaşmaya başladık ve Üsküp te gereğinden çok devasa heykellerin yer aldığı meydanları görünce çok şaşırdık. Birbirinden iddialı bu heykeller ışıklandırılmış görsel olarak daha da dikkat çekici hale getirilmişti.
Soydaşlarımızın yoğun yaşadığı Üsküp te diğer halk kesimlerinin mensupları da Türkçemizi gayet iyi bilmekteydiler. Böyle olunca da tüm ekip karşılaştığı Üsküplülerle rahatlıkla diyalog kuruyor ve merak ettiği konularda bilgi alıyordu. Ben de konuştuğum Üsküplülerin bir kısmı bu büyük maliyetler içeren heykellerin yapılmasına çok kızdıklarını onların yerine daha acil gereksinmelerinin gerçekleştirilmesinin halkın daha yararına olacağı şeklindeki sitemleri aktardılar.

Üsküp ü çok sevmiştik ancak şunu itiraf etmek gerekir ki henüz otelleri sahip oldukları yıldızlara uygun seviyede değildi. Kaldığımız otel dört yıldızlı ve tanınmış oteller zincirine ait bir otel olmasına rağmen sanırım Türkiye deki iki yıldızlı konumdaydı ancak dediğim gibi Üsküp ü öylesine sevmiştik ki tüm bu tip çelişkilerden doğan hayal kırıklıklarımız, coşkumuzu, heyecanımızı ve mutluluğumuzu olumsuz etkilemiyordu.

Ertesi sabah kahvaltı sonrası bu kez Üsküp ü gündüz gözüyle de görmek arzumuzdan kaynaklanan mini bir gezi yaptırmayı planlıyordum. Ancak kahvaltı sırasında üyemiz Selda hanım yanıma gelerek “Başkanım, biz bayanlar Üsküp de ev yapımı güzellik kreminin ününü buraya gelmeden duymuştuk. Yaptığımız uzun araştırma sonunda bu imalatı yapanın ev adresini bulduk. Buradaki bayan arkadaşların büyük çoğunluğu bu ev yapımı kremden almak istiyor. Nasılsa akşam Üsküp hakkında yeterli bir fikrimiz oluştu, bu nedenle gezi yerine doğrudan bu bayanın adresine gitsek mi, ne dersiniz? '' şeklindeki sorusuna şaşırdım. Bayan üyelerin ezici çoğunlukta olduğu bir Dernekte Bayanlara özgü istek, talep, kapris gibi davranışlara alışkın olmama rağmen yine şaşırmadan edemedim. Hatta böylesi bir talebe güleyim mi, yoksa bozulayım mı, kararsız kaldım.

Ancak ne yalan söyleyeyim empati yeteneğim kuvvetli olduğundan, bayanların çok önem verdiği bir ürün olan kremin üstelik bir de “sihirlisinin '' imal edildiği yer keşfedilince neler düşünebileceklerini ve heyecanlarını tahmin edebiliyordum. O nedenle en hoşgörülü tavrımı alarak “Selda hanım, bu hanımın telefonu varsa arayın, bir konuşun nedir, ne değildir, fiyatı nedir, bulunduğu yer neresidir, öğrenin, sonra krem almak isteyenler kendi olanakları ile bu bayana gider kremini alır ve kalkış saatimize yetişirler. Böylece bu kreme ilgisi olmayan ve Üsküp ü bir de gündüz gözüyle görmek isteyen arkadaşlara haksızlık etmemiş oluruz '' şeklinde yanıtladım.

Selda hanım bu açıklamamı saygıyla kabul ettikten sonra bu kremin tespit ekibi sipariş listeleri ile beraber imalatçı kadının evine gitmek üzere bir taksiye doluştular. Taksi hareket edince arkalarından kahkaha attığımı itiraf etmeliyim. Ayrıca beynim bir sürü komik senaryo üretti. Krem üreticisi kadının bu kremi saçma sapan malzemelerle imal ettiğinden tutun da, kremi alıp kullanan bizimkilerin yüzünde ters reaksiyon vererek yüzlerinin gerilip, gençleşmesi yerine buruşması sonucunda bizimkilerin feryatlarla dövünmesi şeklindeki bu senaryoları erkek arkadaşlarla paylaşınca uzun süre hep birlikte çok güldük.

Gündüz gözüyle gezdiğimiz Üsküp te daha fazla detay yakaladık. Eski çarşıda gördüğümüz bir pastanede yediğimiz “Treliçe '' muhteşemdi. Hareket saatimize çok yakın bir süre kala Selda hanım ve krem keşif ekibi otobüsümüze yetiştiler. Hepsinin suratlarından düşen bin parçaydı. Selda hanım bekletmeden gerekli açıklamayı yaptı. '' Başkanım, imalatçı bayan yakın zamanda vefat etmiş ve rahmetlinin yakınları onunla birlikte kremin imalatının da bittiğini söylediler.“ şeklindeki açıklaması üzerine ne mi oldu diyeceksiniz. Normal olarak bir içinde vefat olayı bulunan bir habere gülmenin oldukça yakışıksız olduğunu idrak etmemize rağmen hepimiz çok güldük.

Böylece büyük düş kırıklığına uğrayan bayanlarımız ile Ohri ye doğru hareket ettik. Allahtan krem hadisesine derinlemesine takılmadıklarından yolda “puf börekleri '' meşhur bir kır restoranında mola vereceğimiz haberi, krem olayını tamamen hafızalarından sildi. Şimdi konumuz puf böreğiydi. Herkesin bu konuda iyi kötü bir iddiası mevcuttu ya da çok iyi yapan bir yakını, tanıdığının bu husustaki hünerleri anlatılmaya başlandı. Gerçekten oldukça büyük bu nedenle bir tanesi bile bir kişiyi rahatlıkla doyuran bu lezzeti böreklerden yedikten kısa bir süre sonra Ohri ye vardık. Türkçemizden miras kalan “Börek '' ifadesinin buralarda “Bürek '' olarak yaşama devam ettiğini mutlulukla gördük.

DEVAM EDECEK

  
Serdar Taştanoğlu
Dragos Musıki Derneği Başkanı
14 Ekim 2016 Cuma          Bu yazım turizmhaberleri.com dan alınmıştır.

 

 

 

 

 

 

 

Henüz Yorum yok

İlk yorumu siz yazın.

Yorum Bırakın

E-Mail adresiniz yayınlanmaz.







Yazarın Diğer Makaleleri