İSTANBUL ANILARIM I
ÖMER LÜTFi KiTAP KIRTASiYE Dostoyevski nin “Hayatımızda en yüce, en güçlü ve faydalı dayanağımız, ana baba evinden kalma hatıralarımızdır '' sözünü çok beğenirim. Zira benim için de anılar bir insanın en değerli manevi birikimleridir. Bu nedenle birçok ailede olduğu gibi bizde de onların unutulmaması ve yeri zamanı geldiğinde de ortaya çıkarılıp, paylaşılması için “anı sandığında '' saklanır. Ailemizin sandığında çok önemli anılar saklamış olan büyükleriminden sonra, ben de benim yaşadıklarımı doldurunca, sanırım oğlum Aybars ın oldukça zengin bir anı sandığı oluşuyor. Şimdi size sıkça yaptığım üzere sandığımızı açarak, içinden bu kez 1950 li yıllardan başlayıp günümüze kadar gelen “İstanbul anılarımızı '' paylaşacağım. Bakalım naftalin kokulu anılarımızı sevecek misiniz? Belki de o yıllardan bugüne gelinceye kadar nelerin değişip kaybolduğunu görerek üzüleceksiniz. Söz konusu İstanbul olunca anıları da sandığımızda kendisi gibi oldukça büyük ve önemli yer tutma konumunu da şimdilik koruyor. Bu yazı dizimde sizlere Beşiktaş başta olmak üzere, Maçka, Dikilitaş, Teşvikiye, Osmanbey, Şişli, Okmaydanı, Kadıköy semtlerine ait anılarımızı aktarırken bir yandan da eski konumlarını bilmeyenlere de kısaca tanıtmaya çalışacağım. Yolculuğumuza Larnaka dan başlayalım. Gelecek yazılarımdan birinde başlı başına ele alıp, sizlere daha detaylı tanıtmayı istediğim, şimdilerde Rum tarafında kalan Kıbrıs ın çok güzel şehirlerinden biri olan Larnaka da, Kebapçı salonu olan dedem Hacı Halil bir kalp krizi sonucu aniden vefat eder. Evin direği, çok sevdiği eşini kaybeden anneannem, çalışmak üzere Türkiye ye daha önce göç eden üç evladının sıkça “ Yeter anne, artık sizler de buraya gelin “ şeklindeki ısrarlı davetlerine sonunda direnemez. Tüm mal varlığını değerinden az bir karşılığa akrabalarına devreder ve iki kızını da yanına alarak İstanbul un yolunu tutar. Uzunca bir gemi yolculuğu sonrası İstanbul a varırlar. İstanbul da yaşayan küçük dayım o sıralarda Merkez bankasında Tercüman olarak görev yapmaktadır. Musıkimizin Değerli Hocalarından Sanatçı Tülin Korman ın ablası ile evlidir. Anneannem dayımın yönlendirmeleri ile iki kızıyla önce Kumkapıya, oradan Eminönü ne kısa bir süre sonrada Beşiktaş a yerleşirler. Beşiktaş, o sıralarda İstanbul un en güzel semtleri arasındadır. Bana Beşiktaş ismi çok ilginç gelmiştir. Belki siz de ülkemizin en önemli futbol takımlarından birine de ismi verilen Beşiktaş isminin nereden gelmiş olduğunu merak etmiş olabilirsiniz. Haydi gelin, size bu ismin nereden geldiğine ait rivayetlerden mantıklı gelen iki tanesinden bahsedeyim. Birincisi çok eskiden Ortaköy e büyük bir kilise kuran “Yaşkı '' adlı bir papazın, İsa´nın çocukluğunda yıkandığı taş bir tekneyi yani Taşbeşiği Kudüs´ten getirmesi sonrası buranın taş beşik olarak anılmasına sebep olmuş ve taş beşik zamanla Beşiktaş a dönüşmüştür. Diğer rivayet ise Barbaros Hayrettin Paşa´nın gemilerini bağlamak için bu sahile beş tane direk diktiği, bu nedenle buraya Beş-taş adının verildiği, daha sonraki tarihlerde bu kelimenin değişikliğe uğrayarak Beşiktaş olduğudur. Annemler Beşiktaş a gelince ilk önce Akaretler yokuşundaki sıra evlerinden birindeki bir daireye yerleşirler. Bu evlerin en büyük özelliği İstanbul un ilk modern apartmanları olmasıdır. Genelde o dönemde bu evlerde maddi durumu iyi aileler oturmaktadır. Bu evlerinin yapılma gayesi hem kira geliri elde etme, hem de Dolmabahçe saray personelinin saraya yakın lojmanlarda oturması olarak tasarlanmış olmasıdır. Bu evlerden elde edilecek gelirle Aziziye Camii nin yapılması planlanmıştır. Kira, irat getiren anlamındaki Akaret ismi bu binalara yakıştırılarak semte de Akaretler adı verilmiştir. 1850 li yıllarda yapılan bu evlerin mimarı ise İstanbul a ve mimarimize muhteşem eserler kazandıran Ermeni Balyan ailesi üyesi mimar Sarkis Balyandır. İlginç bir mimarisi ile günümüze kadar ayakta kalmış olan, bir süre Yüce Atamızın da yaşamış olması ile daha da manevi değerini arttırmış olan bu evler görülmesi gereken yapılardandır. Eskiden Akaretlerin başlangıç noktasında Dolmabahçe sarayı, Tatbiki Güzel Sanatlar Akademisi ve Resim heykel müzesi bulunmaktaydı. Ancak Tatbiki Güzel Sanatlar Akademisi 1982 de Marmara Üniversitesine bağlanarak Acıbadem semtine taşınmıştır. Şimdilerde oralarda Başbakanlık çalışma ofisleri yer almaktadır. Akaret evlerinden Dolmabahçe saray personelinin kaldığı lojmanlar olduğundan bahsedince size kısaca Dolmabahçe sarayından da bahsetmek isterim. Dolmabahçe denilince sanırım her Türk ün hem gurur hem de üzüntüyle hatırlayacağı yer Atamızın bir süre yaşadığı ve önemli kararlar aldığı ve 1938 yılının 10 Kasım ında saat dokuzu beş geçe ebediyete intikal ettiği Saray akla gelir. Defalarca gezdiğim bu saray tarihimizde önemli bir yer almıştır. Bu sarayın mimarı Avrupa mimari üsluplarının bir karışımı olarak, yine Balyan ailesinden Garabet Amira Balyan ve oğlu Nigoğos Balyan tarafından 1843 yılında yapılmaya başlamış ve on üç yıl sürerek 1855 yılında tamamlanmıştır. Osmanlı padişahı Abdülmecit in yaptırdığı bu sarayın yapımından sonra Osmanlı hanedanı Topkapı Sarayı ndan buraya taşınmıştır. Sarayda, on yedi büyük salon ve yüzlerce oda vardır. Benim için en önemli yer Atamızın son nefesini verdiği yatak odası ve hayranı olduğum Ermeni kökenli Rus Ressam Ayvazowsk inin İstanbul da yaşarken sarayın “elçiler salonu“nun duvarlarına yaptığı resimler ile bazı tabloların bulunduğu odalardır. Ayvazoskinin eserlerine hayranlığım o kadar fazladır ki onun tüm eserlerinin yer aldığı kataloğu güçlükle elde ettikten sonra herbirinin kopyasını yaparak birçoğunu evimde sürekli göreceğim yerlere asmışımdır. Annemlerin Akaretlerdeki evleri işte böylesi çok önemli bir noktada yer almasına ve evlerini çok sevmelerine rağmen yokuşun çok dik olması nedeni ile anneannemin yazın ve kışın ayrı ayrı zorluklar yaşamaya başlaması sonucu oradan ayrılarak şimdiki Barboros Bulvarı ile Serencebey semti arasında kalan mahallede ahşap cumbalı eski İstanbul evlerinden birine taşınırlar. Annem eğitime devam yerine, bir beceri kazanmayı tercih edince; o zaman Türkiye çapında meşhur olan ve yıllar sonra “Sanat güneşi '' olarak anılan Zeki Müren den hamile kalması ile haftalarca, magazin basınının gündeminin baş köşesinde yer alan ünlü modacı Nimet Erim in Beyoğlu ndaki biçki dikiş eğitim okuluna devam ederek, bu alanda kendini yetiştirir. Ancak babamla evlendikten sonra bu yeteneğini profosyonelce devam ettirmeyerek sadece biz çocuklarına çok güzel kıyafetler dikmek suretiyle, dikişle bağını koparmamıştır. O günlerden kalan “Singer '' marka dikiş makinesi onun en kıymetli şahsi eşyası olarak, evimizin hep en önemli köşelerinde yer almıştır. Bu dikiş makinesi evde kimsenin olmadığı zamanlarda oyun dünyamda bendeniz tarafından bazen kamyon, bazen gemi, bazen de değirmen gibi başkaca kimliklere sokulmuştur. Pedalına uzun ve hoyrat basmalarım sonucu iğnelerinin sıkça kırılmasının nedenini bulma amaçlı sorgulanmalarım sonrası suçumun ortaya çıkıp, yakayı ele vermeme ve aldığım kesin tembihlere rağmen yine de oyunlarımdaki başrolünü asla kaybetmemiştir. Akaretler yokuşunun bitiminde Maçka semti yer alır. Sanırım bu semtin adı da yine bana olduğu gibi sizlere de ilginç geliyor olabilir. Maçka ismi ile ilgili yine iki rivayet biliyorum. Birincisi Maçka adının Farsça “Masgah '' yani Nişangahtan geldiği ve zamanla Maçkaya dönüştüğü diğer ise Fatih Sultan Mehmet in Trabzon u fethinden sonra Trabzon dan buraya gönderilen Maçkalılardan dolayı semte Maçka adının verildiğidir. Maçka da simge olmuş yapılar bulunmaktadır. Bunlardan biri şimdiler de İTÜ Devlet Türk Müziği konservatuarının yer aldığı eski “Maçka silahhanesi '' dir. Bu bina Sultan Abdülaziz döneminde Sarkiz Balyan a 1873 tarihinde yaptırılmıştır. Neoklasik üslubun İstanbul daki önemli bir binasıdır. Üç katlı olan silahhane binası, Osmanlı döneminin sonlarında Jandarma Kumandanlığı hizmetine verilmiştir. Cumhuriyetten sonra sırasıyla, nakliye, topçu, istihkam ve Jandarma Okulu olarak kullanılmıştır. 1955 de Milli Eğitim Bakanlığı na tahsis edilmiş, bir süre Teknik Okul olarak hizmet gördükten sonra Teknik Üniversite nin kullanımına bırakılmıştır. Binanın benim için bir başka önemi de, çok değerli bir sanatçı olan ve birlikte çalışma şansı bulduğum yakın zamanda ani vefatı ile bizleri çok üzen Rahmetli Taşkın Doğanışık ın burada verdiği konserlere sıkça gitme şansı yakalamış olmamdır. Onun binadaki konser salonunda bizleri coşkuyla karşılaması, iç titreten yorumlarını unutmam asla mümkün değildir. Bu binaya çok yakın olan şimdilerde Maçka Akif Tuncel Mesleki ve Teknik Anadolu Lisesi olarak kullanılan yapı ise İstanbul daki ilk İtalyan sefarethanesi, bugün Tepebaşı nda “Casa d İtalia '' yani “İtalya Evi '' olarak bilinen binadır. Daha önceleri Avusturya-Macaristan sefarethanesi olarak kullanılan bu bina, 1910 larda İtalyan hükümeti tarafından kiralanmış ve uzun müddet İtalyan sefarethanesi olarak kullanılmıştır. Binanın mimarı devrin ünlü İtalyan mimarlarından Giulio Mongeri dir. Maçka dan yukarıya çıkılınca Teşvikiye semti sizi karşılar. 1954 e kadar Beşiktaş İlçesi nin bir mahallesi olan Teşvikiye, o tarihte bir ilçe olarak ayrılan Şişli İlçesi ne bağlanmıştır ve özellikle ünlülerin son yolculuğunda tercih edilen Teşvikiye camii sanırım İstanbul un en medyatik camisidir. Bu caminin Lavanten Musevilerini müslümanlığa teşvik adına yapıldığı, semtinde adının da camiden aldığı rivayetini de yeri gelmişken ifade etmek isterim. Teşvikiye nin alt kısımları Beşiktaş ıhlamur semti ile buluşur. Ihlamur Beşiktaş ın en iç kısmı ve eskiden en yeşil olan bölgesi olması yanında adını aldığı gibi ıhlamur ağaçları ile kaplı bir semtmiş. Geçmiş yıllarda büyüklerimin Ihlamur semtinin güzelliği ile ıhlamur ağaçlarının semti nasıl süslediğine dair anlatımlarını dinlerken, ıhlamur kokusunu hissederdim. Eskilerin buralarda doğa güzellikleri yönünden zengin bir ortamda yaşam sürdürmüş olmalarını kıskanmamak elde değil. Padişahların av zevklerini tatmin için buraya gelip kaldıkları ve bir de kasır inşa ettirmelerinden hareket edilirse zaten buranın nasıl bir büyüsü olduğu ortaya çıkmaktadır. Ihlamur semtindeki bu kasır şimdilerde müze olarak hala görülmeye değer bir tarihi yapıdır. Kasrın sağ tarafındaki yokuşun üzerindeki cadde Beşiktaş ı Dikilitaş a bağlayan Emirhan caddesidir. Eşimle işyerlerimizin Karaköy ve Fındıklı da olması nedeni ile işyerlerimize tek vasıta ile gidilecek yakınlıkta olması ve Beşiktaş ın benim için manevi değerinin önemi gibi etkenler ağır basınca yeni evlendiğimiz yıl yerleştiğimiz Emirhan caddesinde tam beş yıl yaşadık. Evimizden Ihlamur kasrını ve Fulya stadını doyasıya seyredebiliyorduk. Şimdi Fulya stadı yerine yapılan birkaç gökdelen, Ihlamur kasrının silüetine zarar veren çirkin yapılaşma örnekleri arasına girerek, İstanbul un bir çok yerinde de türeyen benzerleri gibi son 15 yılda vahşi bir saldırı şeklinde artarak İstanbul u katletmeye devam ediyorlar. Orada oturduğumuz dönemlerde Ihlamur Kasrının önünden geçerken bahçesindeki son kalan ıhlamur ağaçlarından mis gibi ıhlamur kokuları gelirdi. Ne yazık şimdilerde ağır basan egzos dumanı bu kokuyu hissettirmemektedir. Yine bizim oturduğumuz dönemde ıhlamur kasrından Beşiktaş a devam eden yol üzerindeki alana ve sadece etrafındaki birkaç sokağa kurdurulan “Cumartesi pazarı '' minimize edilmiş oldu. Oysa çok daha eskiden bu Cumartesi pazarı sadece bu alanda değil tüm Beşiktaş sokaklarını kapsayacak şekilde kurulurmuş. Yakınlığı, bol çeşit seçeneği ve ucuzluğu sebebi ile her Cumartesi alışveriş yaptığım pazarımız da bir çok ünlü sanatçıya da rastlama şansı bulmuşumdur. Bunlardan biri olan rahmetli olan çok değerli sanatçı Erol Büyükburç ve eşi ile yine bu pazarda tanışmıştım. Pazarı geçince Şair Nedim caddesinden yine biraz önce bahsettiğim Teşvikiye ye çıkılır. Teşvikiye benim için çok önemlidir. Şimdi bir kez daha yolumuz Teşvikiye ye gelince, bu kez yaşadığım süre içinde asla unutamayacağım bir anıyı da sandığımızdan çıkarıp sizlerle paylaşmak isterim. Oturduğumuz Dikiltaş a Akaretler den, Teşvikiye den, Yıldız dan ve Beşiktaş çarşısından tarafından ister vasıta ile isterseniz benim genelde yaptığım gibi yürüyerek ulaşılabilinirdi. O yıllarda henüz arabam olmadığından özellikle çarşı içinden yürüyerek eve gitmeyi otobüse binmek yerine tercih ederdim. Eve varıncaya kadar birçok esnafla sohbet eder onların ısrarlı çay, kahve ikramlarını reddedemeden eve ulaşmam mümkün olmasa da, çok severek yapardım. Yolumun üzerinde sohbet etmekten keyif aldığım esnaf dostlarımdan biri de bir emlakçıydı. Abartısız iş dönüşü yolumu beklerdi. Emlakçı Murat kardeşim beni görür görmez dükkanına davet eder, konuşmaktan ve beni dinlemekten büyük haz alırdı. Beni çok sevip saydığından emin olduğum bu dostun bir gün bana bir sürpriz ile büyük iyilik yapacağını tahmin edemezdim. Yeni evli kirada oturan bir genç çift olarak bırakın dükkanı, ev almak bile aklımda yokken o kadar cazip fiyat ve ödeme kolaylığını olan bir dükkanı satın alma teklifi sundu ki, kime sorduysam “sakın kaçırma“ dediğinden ne yapacağımı bile tasarlıyamadan satın aldım. Böylece Beşiktaş tan Teşvikiye ye çıkan bir sokakta küçük ve çok bakımsız bir dükkanın sahibi oluverdim. Aylarca iş çıkışı dükkanıma gelip içindeki eski taburede oturup hayallere daldım. Bu dükkanın varlığı ile sanki büyük bir servet sahibiymişim gibi bana büyük bir güç verdi. Gündüz devletin emrinde görevli, akşam yatırımı olan işadamı gibi hissettiriyordu. Bilenler hak vereceklerdir hani memuriyette hep tayin, sürgün ve heran haksızlığa uğrama tedirginliği vardır ya işte bu dükkan, bu tedirginliği yok etmişti. Ben de “Gerekirse basarım istifayı, işyerim var nasılsa '' güvencesi yaratmıştı. Yine o dönemde halk ağzıyla ifade edilecek olursa sadece topillilere kısa sürede bağlatılan, normal şartlarda birkaç yıl sıra beklenilen tercihli telefona da başvurmam sonrası gelen telefon, boş dükkanımdaki yanlızlığıma yoldaş oldu. Eski taburemde sigaramı tellendirirken eşi dostu telefonla arıyor sonra da bana ait bir dükkanım olduğunu eşimden başka kimsenin bilmemesinin yarattığı gizem ve gururu tüm vücudumda hissederek evimin yolunu tutuyordum. Bir süre sonra verdiğim en önemli karar, bu kötü ve kirli dükkanı kendimce temizleme kararıydı. Aylarca her bir karo taşını bile saatlerce zımparalıyarak pırıl pırıl hale getiriyor ve sanki logo parçalarını biraraya getirmenin hazzını yaşayan bir çocuk gibi mutlu oluyordum. Dükkanın duvarlarındaki neredeyse yirmi kat farklı renklerdeki boya badana kalıntılarının mevcudiyeti buradan kaç işyeri ve işkolu geçtiğinin deliliydi. Bu tarihi renk kartoteksinin yer aldığı duvarları kazıyıp, sıvaya ulaşana kadar günlerce uğraş verdim. Pırıl pırıl yaptığım zemine, önce alçı çekip sonra da bembeyaz plastik boya badana vurduktan sonra kar beyazına boyadığım vitrin, kalorifer petekleri ve kapının da eklenmesi sonrası ışıl ışıl hale gelen bu dükkanda hala ne yapacağımı bilemiyordum.Tek bildiğim asla kiraya vermeyeceğimdi. Bir gün sanki aniden beynimde şimşek çaktı. Bulmuştum.!! Bulduğum şey, beni inanılmaz mutlu etti. Neden daha önce aklıma gelmediğine de çok hayıflandım. Hiç beklemediğim bir anda bir dükkana sahip olma mutluluğumu, bu kez, bende babamı mutlu etmek suretiyle, mutluluk zincirini devam ettirecektim. Bu sıradan dükkanı mutluluklar doğuran, bereketli bir duruma çevirme fikrine geçte olsa ulaşmıştım. Bu dükkan maddi gelirden ziyade manen mutluluk kazandıran bir yer olmalıydı ve bu duyguyu elde etmeyi başardım. Bu dükkan ismiyle, mutlu dönemimizin simgesi oldu: '' Ömer Lütfi Kitap Kırtasiye". Ömer Lütfi babamın adı, kitap, kırtasiye de onun hayaliydi. Kırkbeş yıllık bir eğitimci olan babamın, çocukluğumuzdan beri bildiğimiz en büyük hayali, “ Emekliliğimde küçük bir kitap, kırtasiye dükkanına sahip olsam '' şeklindeydi ve bu hayalini gerçekleştirememişti. Zira tüm emeklilik ikramiyesi ile Bostancı daki tek evimizi satın alabilmişti. Sanırım isabetli de yapmıştı. Bu gün herhalde on-onbeş emekli, ikramiyelerini bir araya getirse Bostancı dan daire satın alma olanağı asla bulamazlar. İşte onun gerçekleşmeyen hayalini ben gerçekleştirecektim. Bu benim hayatta gerçeklestirdiğim en büyük zaferlerimden biri olarak yerini almıştır. Bu kararımı öncelikle esnaf dostlarımla paylaştımsa da neredeyse tamamının “Bu sokakta, bu mevkide yürümez, işlemez, etrafta okul bile yok.“ dedikleri bu minik kitap kırtasiye dükkanını, tüm muhalif fikirlere rağmen, inadına açma yolundaki gücümü beni sevenlerden başta eşim ve en yakın arkadaşlarımdan aldım. Benim bu mücadeleme onlar da sahip çıktılar. En önemli desteği ise; babamın hem öğretmen okulundan, hem de Gazi Eğitim Enstitüsünden en yakın arkadaşı, değerli eğitimci ve işadamı, rahmetli Hüseyin Hüsnü Tekışık amca verdi, bu kadar da olmaz denilecek sayıda gönderdiği kitaplarla dükkanımızı doldurmuştu. Minik dükkanı sezona yetiştirmek için eşimle birlikte oldukça yoğun bir uğraş veriyorduk. Sıra dükkanımızın varlığını ifade eden, açılışımızı duyuran pankartı sokağımızın başına asmaya gelmişti. Bunun için sokağın her iki tarafında yer alan iki apartmanın, üçüncü katlarına pankartımızın asılması için daire sakinlerinden izin alınması gerekiyordu. İlk apartmanın üçüncü katının sahibesi, itirazsız bir ucu balkonunun demirlerine asılacak pankarta izin vermişti. Sıra sokağın diğer tarafındaki üçüncü kat sahibindeydi. Daire önüne gelip zili çaldığımda, içerden sesler geldiği halde kapı açılmadı. Bekleyip bir daha çalmam üzerine kapı önüne gelen ayak sesleri ve suskunluk bana kapı gözünden bakıldığı kanaatini verdi. Ancak ses yoktu. Bir daha zile basınca bu kez içeriden bir bey bağırarak “Niye ısrarla zili çalıp duruyorsun? Ne istiyorsun? diye kızgınlığını dile getirdi. Ben de “Beyefendi kızmanıza gerek yok. Balkonunuza dükkanımızın açılış pankartımızın bir ucunu asmak istiyoruz. Karşı apartman izin verdi. Sizde izin verirseniz asma sorununu bitirmis olacağız. '' şeklindeki açıklamam üzerine açılan kapı ile karşımda o sıraların çok sevilen dizisi olan, benimde hiçbir bölümünü kaçırmadan soluksuz izlediğim “Süper Baba '' nın başrol oyuncusu Şevket Altuğ u görünce hem şaşırdım hemde çok sevindim. Pankart sorunu aşılmış ve asılmıştı. Şimdi sıra dükkan ile patronunu buluşturmaya gelmişti. Sanırım en önemli tarihi anda her ikisinin bu buluşması olacaktı. Babamı, bizim eve getiriyormuş bahanesi ile dükkanının bulunduğu sokağa getirdim. Bana “Niye bu sokağa saptık? '' deyince “Babacığım seni biriyle tanıştıracağım. '' diyerek arabayı tam önüne park edip, dükkana girdim. Oda arkamdan henüz bilmediği dükkanına girip sağa sola baktı. “Dükkan sahibini nerede? “ demesi üzerine uzanıp elini alıp öpüp, başıma koydum sonrada dükkanın anahtarını uzatıp “Babamcığım, bu dükkanın sahibi sensin. Hayırlı olsun. '' dedikten sonra biz baba oğlun kucaklaşıp, ikimizin gözlerinin ıslandığı o anın, asla unutulmayacak anlardan olduğunu inanıyorum ki sizlerde yürekten tasdiklemişsinizdir. Bir hafta sonra okulların açılışı ile başlayan sezonun ilk günü, o dükkanda yaşanmış bir başka heyecan da diğeri gibi asla unutulmayacaklardandı. Herkesçe bilinen şudur ki, okulların açıldığı ilk günün akşam üzeri eline ihtiyaç listesini alan veliler veya öğrencilerle kitap ve kırtasiyelere dolarlar. Bu olay kitap ve kırtasiyecilerin bir anlamda bayramıdır. Bizim dükkanda ne olacağını bilemiyorduk. Çok ama çok heyecanlıydık. Eşim iş çıkışı benden önce dükkana babamın yanına gitmiş, heyecanla beni bekliyorlardı. Ben de iş çıkışı bu heyecana ortak olmak üzere dükkana gitmek üzere bindiğim otobüsten yol boyunca bildiğim kırtasiyecileri gözlemliyordum. Gördüğüm kırtasiyeler ana baba günüydü, içerilerinde büyük coşku yaşandığı çok net şekilde anlaşılabiliyordu. Bu sahneleri görünce heyecanım arttı yoksa bizin dükkanda mı böyle '' , “bizimkiler kalabalıkla nasıl başa çıkıyorlar“ düşünceleri ile büyük heyecanla nefes nefese vardığım bizim dükkanda eşim ve babam sessizce oturuyordu. İçeri girişim, bir müşteri geldi zannı ile onları heyecanlandırmıştı. Oysa, bizim dükkana henüz kimse teşrif etmemişti. O ana kadar gelen ilk müşteri bendim. İster istemez içimden; '' Ah, Serdar, babayı sevindireyim istedin. Ama kimseyi dinlemediğin gibi fazla araştırmadan buraya kitapçı dükkanı açtın. Şimdi bu dükkan işlemezse babayı sevindireyim derken gereksiz şekilde üzeceksin. Kabul et yanlış yaptın '' diye kendimi sorguluyordum. Bu sefer dükkanda üç kişi sessizce oturuyorduk. Kimse kafasından geçenleri birbirine belli etmemeye çalışıyordu. Yaklaşık yarım saat geçmisti ki kapı açıldı önce bir bayan, sonra bey, derken çocuklar sonra da çiftler derken gruplar ile dükkanda bir anda mahşeri bir kalabalık oluşmuştu. Belki de normal kalabalıktı ama ben mahşeri kalabalık gibi algılıyordum. Gerçekten dükkanımız küçük olduğundan sığamadıklarından insanlar dışarıda sıra oluşturmuştu. İşte görüp hayalini kurduğum bu sahne gerçek olmuştu. Ne olmuştu, nasıl olmuştu da bir anda hepsi aynı saate denk gelmisti. Bunları düşünecek bile zaman olamamıştı. Biz üç kişi isteklere yetişemiyorduk. Arada üçümüz gözlerimizle konuşuyorduk. Hepimizdeki heyecan, mutluluk, şaşkınlık duyguları birbirimizin gözlerinden kalplerine geçiş yapıyordu. Henüz yazar kasamız, para dolabımız bile yoktu. Müşterilerden alınan paraları bir mukavva kutuya atıyorduk ve bu tatlı savaş geç saatlere kadar devam etti. Sonunda el ayağın çekildiği saatte dükkanda baş başa kalan biz üç kişi önce birbirimize yorgun bir ciddiyetle bakıp sonra kahkahalarla gülmeye başladık. Kazanmıştık ama kazanılan sadece para değildi. Kararlılık, iyi niyet, sevgi, güven kazanmıştı. Tabi ki maddi anlamdaki bu ilk günün kazancı, hasılatı da yabana atılır cinsten değildi, biz hayatını memuriyetten kazanmış ve kazanan üç kişinin asla memuriyette o ana kadar görmedigi bir kazanç olarak kutuda bize bakıyordu. Sonraki günler bu unutulmaz sahnenin benzeri olmasa da, Ömer Lütfi Kitap Kırtasiye ilk birkaç haftada tatmin edici bir performans göstermişti. Para kazanan dükkanın patronu olan babamın bir süre sonra yardımcı bayan elemanı bile olmuştu. Babamla yardımcısı dükkandaki mesailerini tamamlayınca bu kez evime yakın olan dükkanımıza ben yetişiyor ve bayrağı ben alıyordum. Eşim ve oğlum ise hafta sonları dükkandaydı. Minik oğlumun kalemlere, renkli kağıt, defter ve süslere saldırması bizi kahkahalara boğuyordu. Akşam üzerleri iş çıkışlarımda hem destek olmak hem de bu doyumsuz havayı teneffüs etmek için adeta koşa koşa geliyordum. Hala bir kırtasiyeye girdiğimde oradaki kokuyu içime çekerim ve bana tarif edilmez güzellikte gelir. Ömer Lütfi Kitap Kırtasiyedeki tattığım ve aşina olduğum kokuyu hissetmek için bazen bir kalem almak bahanesiyle bile bir kırtasiyeye girerim. Orada mümkün olduğunca uzun kalmak ve oyalanmadaki sebebimi kırtasiyeciler asla anlayamazlar………oysa o koku ile birden bire gözümde “Ömer Lütfi kitap kırtasiye '' deki anılarım özellikle neşe ve telaşla gelen minik müşterilerin, sabırsız ve heyecanlı siparişleri, onların o tertemiz ruhla, maskesiz, sevimli halleri “Amca! Dört ortalı kareli harita metot var mı? '' , “Geçen sorduğum renkli kokulu silgi geldi mi ? '' , “Üzerinde Batman olan kaplama kağItlarından yine gelecek mi? '' şeklinde ard arda gelen soruları kirlenmiş dünyanın üzerime yığdığı umutsuzluğu ve yorgunluğu nasıl sonlandırıp, ruhuma yine yeniden umut aşıladıkları günleri hatırlarım.
Serdar Taştanoğlu
|
|||||||||||||||||||||||||||||
Yazarın Diğer Makaleleri
- 21 Haziran 2024 CAIRO CONCERT AND TRAVEL NOTES
- 18 Temmuz 2023 MASAL DİYARI JEİTA BEYRUT ANILARIM
- 29 Mayis 2023 HÜLYA, BOĞA KUYRUĞU KEBABI VE DON KİŞOT-2
- 02 Mayis 2023 İSTANBUL ANILARIM IV
- 02 Mayis 2023 İSTANBUL ANILARIM III
- 19 Eylul 2016 BİR HASTAYI KURTARDINIZ
- 05 Ekim 2022 BİR KURABİYENİN PEŞİNDEN
- 05 Agustos 2022 KIBRISLIM, AŞKIM (Ömer Lütfi Taştanoğlu Anısına)
- 07 Mayis 2022 CANIM ANNEME VEDA
- 13 Ekim 2021 İNGİLTERE ANILARIM 1
- 20 Mayis 2021 AZERBAYCAN ANILARIM 4 BAKÜDE SON GÜNLER
- 10 Mayis 2021 AZERBAYCAN ANILARIM 3 TARİHİ TÜRK ŞEHRİ ŞEKİ
- 16 Nisan 2021 BİZİMKİ BİR AŞK HİKAYESİ
- 18 Mart 2021 AZERBAYCAN ANILARIM II BAKÜ
- 08 Mart 2021 AZERBAYCAN ANILARIM I
- 17 Ocak 2021 HIZIR
- 03 Agustos 2020 AHMET, FRANSIZ GUYANASI VE KİBİR
- 12 Temmuz 2020 KEMER
- 03 Temmuz 2020 KORKU ,ÖZÜR, SELAM
- 28 Haziran 2020 SİYAH KOT
- 13 Haziran 2020 SARI, KOCA GÖBEK, SARIEFE VE PUDİNG
- 05 Haziran 2020 NEFES ALAMIYORUM I CANT BREATHE
- 04 Haziran 2020 ÇEVRE BIKMADAN USANMADAN DÖVDÜK ONU HEM DE EVİRE, ÇEVİRE
- 31 Mayis 2020 BU GÜN BENİM DOĞUM GÜNÜM
- 18 Mayis 2020 18 MAYIS KIRIM SÜRGÜNÜ ANISINA
- 16 Mayis 2020 TANRININ TÜRK MİLLETİNE LÜTFU
- 20 Nisan 2020 KOMPOZİT
- 27 Mart 2020 SICAK LAHMACUNLAR
- 12 Aralik 2015 Şefkati дядя (русская версия)
- 27 Aralik 2016 OUR PASCAL
- 06 Subat 2019 PRİZREN KAHRAMANLARI II
- 30 Ocak 2019 PRİZREN'İN KAHRAMANLARI I
- 27 Agustos 2018 HOŞGELDİN BABACIĞIM II
- 14 Temmuz 2018 HOŞGELDİN BABACIĞIM I
- 14 Mayis 2018 İSTANBUL ANILARIM IV
- 13 Nisan 2018 İSTANBUL ANILARIM III
- 09 Ocak 2018 İSTANBUL ANILARIM II
- 02 Aralik 2017 İSTANBUL ANILARIM I
- 26 Agustos 2017 CAN ÇEKİŞEN ADA ATLARI...
- 21 Agustos 2017 DESPİNA, EVDOKSİYA, ANASTASYA, KATRİN, MARİ,BAJRAKLI CAMİJE
- 04 Agustos 2017 KAPTAN MR. DİK
- 20 Temmuz 2017 HVALA SARAYBOSNA
- 06 Mart 2017 HÜLYA, BOĞA KUYRUĞU KEBABI VE DONKİŞOT 1
- 20 Aralik 2016 ŞİŞLİLİ TALİN'DEN … TALİNDEKİ MARİKA'YA
- 28 Kasim 2016 PERSONEL ÇALIŞTIRMAYAN GÖZDE OTEL
- 21 Ekim 2016 KRALİÇE'NİN BALIĞI-2
- 14 Ekim 2016 KRALİÇENİN BALIĞI
- 19 Eylul 2016 BİR HASTAYI KURTARDINIZ
- 05 Eylul 2016 MEZARLIKTA HATIRA FOTOĞRAFI
- 20 Agustos 2016 EVİMİZ MÜSAİT BURADA KALIN.
- 06 Agustos 2016 BİSİKLETLİ MİLLİ EĞİTİM BAKANI VE SARHOŞ GEYİKLER
- 15 Temmuz 2016 ALEPPOLU İSMAİL
- 27 Haziran 2016 BURADA KALSANIZ OLMAZ MI ?
- 30 Mayis 2016 OTOBÜSTEN AŞAĞI İNSİN...!
- 30 Nisan 2016 MR BENTHEİM VE SAADET ABLA
- 02 Nisan 2016 MASAL DİYARI JEITA
- 13 Mart 2016 CANIM ANNEME VEDA....
- 05 Mart 2016 DUBLİN'DE YANIK SESLİ KIZIMIZ ASLI STOKES
- 15 Subat 2016 EFE, VENEDİK-TRİESTE-RİJEKA-ZAGREP
- 27 Ocak 2016 MR FESSBENDER
- 22 Ocak 2016 ÖN YARGI
- 12 Ocak 2016 VANLI GÜZEL KARDELEN
- 03 Ocak 2016 ZEYTİNBURNULU AUDREY ALANYALI PHİLİP
- 27 Aralik 2015 BİZİM PASCAL
- 17 Aralik 2015 RESİM ÖĞRETMENİM
- 12 Aralik 2015 ŞEFKATİ AMCA
- 05 Mart 2016 MUSIKİ DERNEKLERİNİN SORUNLARI 1
3 Yorum
Meral Aslan
24 Nisan 2023Ümran özbey
25 Nisan 2023Hülya Özşan
03 Mayis 2023