HOŞGELDİN BABACIĞIM II

Şarköy, Çanakkale, Biga, Küçükkuyu,Akçay, Edremit seyahat notlarım......

Yazımın birinci kısmında Şarköy’den başlayıp, Edremit’te son bulan bir seyahatimizdeki konaklama noktaları Şarköy, Gelibolu ve Çanakkale ile ilgili bilgiler ve anılarımı paylaşmıştım. Çanakkale den sonra sırada çocukluğumun iki yılının geçtiği Biga ya ve oradan güneye uzanan diğer noktalara uğrayıp orayı bilmeyenlere tanıtmak ve yaşadığım güzel anıları paylaşmak üzere yazıma birlikte devam edelim mi?

 

Biga'nın hayatımdaki önemini ve benim için çok önemli anılarımı yine bu köşemde 17 Aralık 2015 tarihinde yayınlanan “Resim Öğretmenim“ başlıklı yazımda sizlerle paylaştığımı bazılarınız hatırlayacaktır.

Çanakkale merkezden, Biga’ya olan mesafe 90 km civarındaydı. Yemyeşil bağların arasından çocukluk anılarıma okul birincisi olduğum hayatımın en heyecanlı günlerine sanki süzülüyordum. Geziyi gerçekleştirdiğim o yıllarda oldukça moda olan video çekimi nedeni ile ben de kameramı yenilemiş hatta araba çakmaklığından enerji alan özel bir güç kaynağı yaptırmıştım. Neredeyse her şeyi kayıt altına aldırmak istiyordum. Araç kullandığım için sürekli eşim Aysel’e “şurayı da çek, şunu da çek, titretme, geniş açıdan al“ şeklinde yönetmen talimatları yağdırıyordum. Nihayet Biga’ya vardık.

 

Şaşkındım Biga, hiç değişmemişti. Bu değişmemeye sevinmedim desem yalan olur. Her yeri hatırlıyordum. Biga yı ortadan ikiye bölen meşhur Kocabaş çayını, meydanı, üç kubbeli Çarşı Cami, on iki kubbeli mermerden yapılmış şadırvanı, Sakarya ilkokulumu oturduğumuz mahalleyi ve evimizi kimseye sormadan buldum. Hepsi aynen bıraktığım gibi duruyorlardı.

Sokağımıza girerken sanki film çekmeye gelen ekip gibiydik. Arabamızı sokağımızın başında durdurdum. Hatıralarımı içime çektikten sonra Aysel ve Aybars’a “Bakın belgesellerde anlatıcı önden ilerler ve kamereman ve teknik ekip onu yavaş yavaş takip eder ya bizler de aynen oradaki gibi yapmalıyız. Benim arkamdan gelerek takip edeceksiniz. Ama önce ben bir eve doğru gidip geleyim ve başlayalım“ şeklinde bir açıklama sonrası oturduğumuz evimize ilerleyip yaklaşınca yandaki evin giriş katındaki pencereden dışarya bakan başı beyaz tülbentle bağlı yaşlı bir teyzenin bizi dikkatle izlediğini görünce “Teyzecim, merhaba eski misin burada ?“ deyince o da “Evet, kırk yıldır burada otururuz, oğlum“ demesi üzerine. “Ya öyle mi. Biz de yandaki apartmanda oturuyorduk. Belki tanımazsın yıllar önce sadece iki yıl oturduk o sırada ben Sakarya ilkokuluna gidiyordum“ demem üzerine, nur yüzlü teyze “Serdar, sen misin? diyerek, adımı söyleyince bayılacak gibi oldum.

“Teyzeciğim, beni hatırlıyor musunuz. Çok şaşırdım ve çok sevindim.“ demem üzerine “Seni nasıl hatırlamam yavrum. Sen mahallemizin en çalışkan ve en efendi çocuğuydun“ demesi üzerine “Teyzem, dur biraz“ diyerek benden çekime başlama komutu bekleyen, Aysel ve Aybars’a “koşun buraya gelin“ diye seslenmem üzerine heyecanla geldiler. “Teyzecim, ne olur eşim ve oğluma bana söylediklerini tekrar eder misin.“ demem üzerine benimle ilgili övgüyü bir kez daha onlara da tekrar etti. Arkasından “Haydi buyrun içeri“ diyerek evine davet etti. Bazı şeylerin değerinin maddiyatın çok üzerinde olduğunu bir kez daha anladım. Yaşlı teyzenin yirmi beş seneye rağmen beni unutmaması ve o güzel sözlerinin benim için olan değeri sözlerle ifade edilemez. Ona zamanımızın kısıtlı olduğunu daha ziyaret edecek çok yerimizin ve yolumuz olduğunu söyleyince “ Durun o zaman, size pencereden soğuk ayran ikram edeyim“ dedi. İkram ettiği buz gibi ayranda öyle bir lezzet vardı ki anlatamam. Yoksa o asla unutamayacağım iltifat, ayranınıda mı muhteşem hissettirmişti. Hala çözememişimdir.!

 

Biga tarihi incelenirse Kurtuluş Savaşındaki önemli rolü gözler önüne serilecektir. Biga, Çanakkale’nin en büyük ilçesi olduğu kadar 110 köyü ile Türkiye’nin en çok köyüne sahip ilçesidir. Bu güzel ve şirin ilçenin en büyük özelliği bölgenin tarım merkezi olmasıdır. Domatesi, biberi ve pirinci ile ünlüdür. Yoğurdu, Peynir tatlısı, lokumu, köftesi oldukça meşhurdur.

Biga’ya gelenlerin Biga şehitliğini Fatih Sultan Mehmet zamanında yapılan Ulu camiyi, Halim bey konağını görmeden gitmemeleri gerekir. Biga’daki mutlu saatlerden sonra meşhur Biga köftesi ve peynir tatlımızı yedikten sonra Karabiga üzerinden geriye dönüp sonra tekrar güneye inmeyi planladım.

 

Karabiga, Biga ilçe merkezinden 26 km uzaklıkta Marmara Denizi kıyısında yer alan bir beldedir. Muhteşem bir manzaraya sahip Karabiga da deniz kıyısında yer alan restoranlarda yemek yiyebilir ve sahil boyu güzel bir yürüyüş yapabilirsiniz. Karabiga beldesi doğal güzellikleri dışında tarihi kalıntılara da sahiptir. Karabiga Beldesinin üç km uzağında Karabiga Kaleleri olarak bilinen tarihi kalıntılar bulunmaktadır. Çocukluğumda İstanbula seyahatlerimizi Karabiga’dan feribotla yapardık.

Seyahat boyunca mis gibi deniz havası ile yapılan yolculukların konforu ve bir çocuk için hareket kabiyetinin kısıtlanmaması gibi nedenleriyle deniz yolculuklarına olan sevgimi belki de o yıllarda elde ettiğimi düşünüyorum. Karabiga’yı da gördükten sonra doğruca Truva olarak bilinen turistik yere devam ettik. Truva atının kopyası önünde bol fotoğraf çekip mitolojik hikayesini oğluma anlattık. Bol ödüllü Truva filmini izlemiş olmamız da orayı gezerken yaşananları hayal etmemize ve daha gerçekçi hislere ulaşmamıza sanırım yardımcı oldu. Oradan doğruca Assos Behramkale’ye yöneldik. Behramkale Köyü, Osmanlı döneminde kurulmuş eski bir köydür.

 

Antik şehir, yüzünü güneye yani denize dönmüşken, köyün yerleşimi ters tarafa doğru kurulmuştur. Köy içinde Assos mimarisinin taş işçiliğinin güzel örneklerini görmek mümkündür. Tarihi dokusunu koruyan sokaklarda dolaşması oldukça keyiflidir. Buradan da bir kaç gün konaklayacağımız Küçükkuyu’ya geçtik. Zeytin ağaçları içinde müthiş oksijen yoğunluğuna, tertemiz denize sahip Küçükkuyu’da üç günlük deniz keyfimiz tüm yorgunluğumuzu aldı.

Küçükkuyu Ayvacık ilçesine bağlı bir yerleşim yeri olmasının da etkisiyle buraları çok sevmem belki de yıllar sonra kurduğum Derneğimde gerçekleştirdiğimiz “kitap toplama seferberliğimizin“ ikincisinde bir TIR dolduracak kadar topladığımız kitapları hibe etmek için kütüphanesi olmayan okul aramalarımda bu çevreyi seçmeme etkisinin olduğunu düşünüyorum. Böylece Ayvacık ilçesine bağlı Yukarıköy ilkokuluna bir kütüphane kazandırmış olduk. Sıra Küçükkuyuya çok yakın Akçay ve özellikle Özlem anne ve eşi Avni beyi ziyaret yer alıyordu. Bir yıldır Aybars a okul sonrası annelik yapan Özlem anneyi görecek olmak başta Aybars ı heyecanlandırmaktaydı. Hoş yaklaşık bir ay sonra yeniden Özlem annesiyle beraber olacaktı ama ona çok alıştığından özlemişti.

Akçay’da bir pansiyonda iki gece kalıp görülmesi gereken her yeri gezdikten Özlem hanım, Avni beyle buluşmak hepimize çok büyük mutluluk vermişti. Akçay’ın yanında kaplıcaları ile meşhur Güre ve doğa harikası Yeşilyurt köyünü de görmüş olduk. O bölgenin yoğun oksijenini çiğerlerimize doldurmuştuk. Sonra doğruca Edremit geldik. Edremiti gezerek annem ve babamın aşkını hayal edip, kendimi bir aşk filmi platosunda dolaşıyor hissine yeniden kapılmıştım.

Filmin hakkını vermek için Edremit in merkezindeki çok güzel şehir parkında, çocukluktan beri babamın anneme ithaf ederek okuduğu, bu anıyı kaleme aldığımda doksanlı yaşlara ulaşmış olmasına rağmen asla unutmadan söylediği, ailece ezberlediğimiz Şair Rıza Polat Akkoyunlu nun şiirini okuyordum. 

 

 

Üzülme karıcığım üzülme.

Biz katmadık bu zehiri aşımıza!

Bir belâ ki geldi devlet elinden başımıza..

Neylersin? varsın gelsin!

İnsanoğlu bir çıraktır, ustası ıztıraptır..

Gör ne demiş Koç Köroğlu: Yiğit attan düşer, yine atlanır, yiğit olan her cefaya katlanır... ''

Üzülme karıcığım üzülme!...

Bir gün, bizim sokakta da bayram olacaktır!

Gönlünce açılacak, çeşmelerin cömert musluğu ve bütün kaplar, dolacaktır...

Bel bağladığımız dağlar ardından yine birgün

O beklenen, o umgusu içimizde çiçeklenen,

Tanyerleri gül gül olup al güneşler doğacaktır..

Güney bahçelerinde yine, limonların çiçek verdiği o yerde,

Her sabah perde perde mutlu kuşlar ötecek...

Tek katlı bir kulübeden, ak bir duman tütecek..

Bu ev, bizim evimiz! bal rengi gözlerin kadar temiz,

Öpülesi ellerin kadar sevgenlik dolu ve sıcak!..

Her sabah, bahçesinde yedi veren güller açacak.

Ak petekleri ak balla dolduracak arımız, köpüklü kahkahalarla gülecek çocuklarımız!...

Ve ben o zaman, emekli bir öğretmen, sen onun gün görmüş, çile çekmiş emekli karısı!.

Göğsünü gere gere söyliyebilirsin, sütbe süt helâl olan ekmeğimizin,

Dostlar başına darısı!..

 

Üzülme karıcığım üzülme!... Bir gün bizim sokakta da bayram olacaktır!...

 

Ne güzel ne temiz aşk olduğundan adım kadar emin ve gururla Edremit halkı sanki beni tanıyacakmış gibi dolaşıyordum. Seyahatimizin sonuna gelmiştik artık tatilimizi bitirecek ve hepimiz görevlerimize dönecektik. Bu güzel seyahat süremizinde sonunda ayni rotadan sadece ihtiyaç molaları vererek ama hiçbir yerde konaklamadan İstanbul a döndük. Gerçekten çok güzel bir tatil yapmıştık. Yaşadığımız yeni hatıraları paylaşmak üzere Özlem hanımların İstanbul a dönüşlerini bekledik. 

Sizlere burada biraz Özlem hanım ve eşi Avni beyden bahsetmek isterim. Oğlumuz karı koca çalışan bir ailenin çocuğu olduğundan ana okuluna kadar babaannesinin yanında büyüdükten sonra evimize yakın anaokuluna yazdırmamız sonrası yanımıza gelmişti. Böylece uzun aradan sonra biz anne, babasına kavuşmuştu. Ancak yine problem tam çözülememişti. Anaokulu erken kapanıyordu. Bizlerin Avrupa yakasındaki işyerlerimizden eve ulaşmamızla kapanış saati denkleşmiyordu. Buna bir çözüm bulmuştuk ama hiçbirimizi tatmin etmiyordu. Yine de Aybars anaokulundan çıkınca aynı sokaktaki bakkal teyzenin dükkanın da bizi beklemesi de bir şanstı. Bazen bir yere kafasını dayayıp uyuduğunu ya da eve gelene kadar tuvalet ihtiyacını gidermede sabrettiğini öğrenmek başta annesini oldukça üzmekteydi.

Anaokul dönemi bitip ilkokula başlamıştı, evde istirahat edip ödevlerini yapması daha huzurlu bir ortama kavuşması lazımdı. Ancak devir bugünkü gibi kolayca bakıcı teyze bulmanın mümkün olmadığı devirdi. Üstelik güvenilir ya da ehil birini bulmakta olanaksız gibiydi. Özlem hanımla tanışmamız bizim için çok büyük bir şans oldu. Aybars ın henüz mahallemizdeki ilkokula başlamasının ilk günleriydi. Kaç yere haber verdiğimiz halde bir bayan bulamıyorduk. Ama yılmadan tüm dostlara haber vermeye, önümüze gelene sormaya devam ediyorduk. Bir gün dualarımız kabul oldu.

İşyerinden tanıdığım ve aynı serviste seyahat ettiğim mahallemizden bir bey Almanya da uzun yıllar çalıştıktan sonra emekli olan karı koca komşusu olduğunu iki çocuklarından birini amansız hastalıktan dolayı Almanya da kaybeden bir ailenin annesinin teselli için muhtelif yerlerde çalışarak kendini avutmaya çalıştığını onun da bizden sitayişle bahsedince “Ben o çocuğa bakarım“ diyerek Aybars a annelik işine sıcak baktığını müjdesini vermişti. Kendisiyle tanıştığımızda Özlem hanımın ne kadar sevecen bilgili bir hanımefendi olduğunu görünce sevinçten boynuna sarılacak hale gelmiştik. Bu hanımefendi Aybars a çok şey kazandıracağı gibi yanlız küçük bir çocuğun tek başına olma risklerini de kaldıracaktı. Zira bir kaç hafta önce karşı komşumuzun evi güpegündüz soyulmuş olması Aybars ın o saatlerde evde dönmesine denk gelmesi şükürler olsun karşılaşmamış olmaları yarattığı korku okul sonrası evimizde bizi bekler şeklindeki ümidimizi de bertaraf etmişti. Sanırım Özlem hanımla bu bir araya gelmemizde en son konuşulan konu ücret oldu ve tartışmasız kabul edildi.

Özlem hanımla Aybars kaliteli bir yaşama geçti. Müthiş yemek kültürü olan Özlem annesi ona muhteşem yemekler hazırlıyor, kitaplar okuyor, ödevlerine yardımcı oluyor, yetmediği gibi bir çocuğa yararlı olacak ne kadar bilgi görgü kuralı, insanlık dersi varsa öğretiyordu. Aybars müthiş kişilik kazanmıştı. Ailemize huzur gelmişti. Artık eşim işten nefes nefese bakkala koşmadan, huzurla evine gidiyordu. Ben de tüm aile fertlerinin huzurlu ve mutlu olduğu sıcak yuvaya gelmiş oluyordum. Bir süre sonra Özlem hanımın eşi Avni beyle ve oğlu Bertan ile tanıştık. Bertan Bursa’da üniversitede okuyor. Annesinin Aybars ile ilgili anlattığı tüm muziplikleri biliyordu. Avni bey ise tam bir İstanbul beyefendisiydi.

Konuşurken ağzından saygısız bir kelime çıkıp birini incitmesin diye kırk kere düşünerek konuşan insanlardandı. Ayrıca müthiş güven duygusu veren bir beyefendiydi. Özlem hanımın Aybars ı çok sevdiğine ve bizle olmasından kaynaklanan mutluluğunu her vesile dile getirmesi de Avni beyi oldukça mutlu ettiği belli oluyordu. Böyle Özlem hanım ve ailesi ile Aybars ın kurduğu köprü sayesinde neredeyse bir akraba kadar yakın duyguya sahip olmuştuk. Hele Aysel hanım Özlem hanıma duyduğu minnet ve şükran duyguları yanında hanımefendi tavırları, görgüsüne ve olgunluğuna hayrandı. Onunla sohbetten büyük zevk alıyordu.

Yıllar birbirini kovaladı sanırım hayatımızdan beş yıl geçmişti. Aybars ortaokula geçti. Artık neredeyse tam gün kolejdeydi ve artık büyüdüğü için Özlem anneye gerek kalmamıştı. Ancak bu güzel aile ile görüşmelerimiz, diyalogumuz devam etmekteydi. Bir gün Özlem hanımdan Avni beyin acil bir prostat ameliyatı olduğu haberini aldık. Ancak ameliyat sorunu düzetmemişti ve düzelmeyen sorunu onda psikolojik sıkıntı yaratmıştı. Aradan bir kaç ay geçmişti ki bu kez Avni beyin sol tarafına felç geldiği haberini aldık. Günlerce hastanede kaldıktan sonra eve taburcu edildi. Onu hem hastane de hem de evde yalnız bırakmamaya çalıştıksa da çalışma hayatımızın yoğunluğu ile benim Anadolu ve yurtdışı teftişlerim, tatiller seyahatler ile çok sık görüşme fırsatı bulamıyorduk. Her türlü ihtiyacında birine muhtaç durumda olmak Avni beyi çok etkilemişti. Onu ne zaman ziyaret etsek, “böyle yaşamak istemediğini“, özellikle tuvalet ihtiyacında birine bağlı olmanın, ona yük olmanın dayanılmaz ezikliğini yaşadığını ifade ediyordu. Uzun yıllar sonra aynı serzenişleri hem annemde hem babamda yaşayınca Avni beyi ruh halini daha iyi anladığımı ifade edebilirim.

Avni beyin insanlara kelimeleri bile ölçerek sunan biri olarak başta ailesine yük olduğu düşüncesi ile mutsuzluğu, depresyonu bizleri de çok üzüyor ama çaresiz kalıyorduk. Bir gece yarısı yatağımın yanındaki telefonumuz acı acı çaldı, uyku sersemliği ile telefona sarıldım. Saate göz attığımda saat 04’ü gösteriyordu. Telefondaki erkek sesi oldukça kısık ve boğuk olmasına rağmen sesin Avni ağabeye ait olduğunu anlamakta zorlanmadım. “ Serdarcım, ben artık yaşamadan usandım. Sana hem veda etmek hem de ailemi emanet etmek için arıyorum. Sakın eve gelmeye çalışma zaten geç kalmış olacaksın. Tek dileğim ailemi ve sizleri sevdiğimi bilmeniz. Aileme yeteri kadar yük olduğumdan yaşamaya da usandığımdan veda ediyorum. ELVEDA “ deyip telefonu kapattı.Konuşmaları kısmen anlayan Aysel hanım çılgına dönmüştü. Hem ağlıyor hem de bağırarak “hemen müdahale etmemiz lazım“ diyordu. “Sen dur, ben gideceğim“ diyerek nasıl evden fırladığımı hatırlamıyorum. Allah kahretsin arabamı sitemizin park alanında en kötü bir yere park ettiğimden geçiş yolunu egoistce daraltmış araçların arasından o panikle nasıl geri geri çıktım, ben bile hala şaşırırım. Arabamın gaz pedalınını köklediğimi hatırlıyorum. O saatte yollar boş olduğundan, bize birkaç kilometre ötede oturan Avni abilerin evine çok kısa süre de ulaştım. Giriş katında oturan Avni abilerin demir parmaklı pencerelerine sert vurmaya, “kapıyı açın“ diye bağırmaya başladım. Hiç tepki yoktu. Doğruca bodrum katına inip apartman görevlisine baktığımda, apartmanda görevli olmadığını belli günler birilerinin merdivenleri temizleniyor olduğunu hatırladım.

Avni ağabeylerin dairesinin çelik kapısını tekrar tekrar yumrukluyor “Avni abi kapıyı aç“ diye sesleniyordum. Çok enteresan apartmanda kimse uyanmamış ya da uyandıysa bile ortaya çıkmamıştı. Gerçi sabaha karşı 03-04 sularının insanların en derin uyku saatleri olduğunu bu nedenle de en çok bu saatlerde hırsızlık vakalarının cereyan ettiğini biliyordum. Ne yazık sanırım beş dakikalık bu mücadelem fayda etmedi. Polisi, ambulansı hatta kapıyı kırmaları için itfaiyeyi bile aramayı düşündümse de onlar gelene kadar zaten iş bitecek diye pas geçtim.“Ben daha acil bir şeyler yapmalıyım “ diyordum.

Birden aklıma cep telefonumla evi aramak geldi. Hemen evi çaldırdım uzun uzun bir kaç kez çaldıktan sonra telefon açıldı. “Avni abi benim kapıyı aç “dedim. Ondan zor anladığım bir ifade ile “Serdar sana gelme dedim. Zaten çok geç kırk adet hap içtim. Elveda“ dedi bende “ Abicim bana bak yaptığın ahlaksızca bir şey. Çünkü ailen senden daima utanacak. İntihar zayıflıktır. Sen onlara yük olmayayım diyorsun ama başta oğlun hep senden utanç duyacak. Ne olur buna izin verme. Aç kapıyı“ diye bağırmam etkili olmuştu ki biraz sonra kapı açıldı. Avni abi kapıya devrildi. Vücudu oldukça zayıflamış, çelimsiz bir çocuğa dönmüştü.

Avni abiyi kucakladığım gibi arabamın arkasına yatırıp en yakın hasteneye jet hızıyla hareket ettim. En yakın hastane özel bir hastaneydi. Birkaç dakikada acil önüne gelince görevlilere bağırdım. “Koşun. Ölmek üzere biri var. Ne olur kurtarın“ görevliler sedye ile koşturarak Avni abiyi alıp yoğun bakıma götürdüler. O ana kadar yaşadığım paniğe rağmen güçlü olan sinirlerim birden boşaldı. Ağlamaya başladım. Hayatın bu acı yönüne. Bir drama ağlıyordum. Endişe heyecan panik içindeydim. Oğlunun Bursa’da olduğunu biliyordum. Ama Özlem abla da evde değildi. Neredeydi? Nasıl ulaşabilecektim.? Zira bendeki kayıtlı telefonunun arayınca “Bu numara kullanılmıyor“ yanıtı onun yeni bir numarası olduğunu ortaya koyuyordu. Herşeyden önce doktorlar Avni abiyi kurtarabilecekler miydi?

Aysel hanım da beni sürekli arıyordu. Ona an be an gelişmeleri aktarıyordum. Onun da Özlem ablanın yeni numarasını bilmediğini ancak erkek kardeşine gitmiş olabileceği ihtimalini öğrendim. Bu erkek kardeşe nasıl ulaşacağımı bilmiyordum. Sanırım iki saat geçmişti. Ben bir kantin, bir kapı önü derken neredeyse tam bir paket sigarayı tüketmiştim. Birden bir hastabakıcı, yoğun bakımdaki nöbetçi doktorun beni görmek istediği haberini getirdi. Heyecanla yanına gittim.

Doktorun ilk sözü “gözünüz aydın olsun. Hastanız kurtuldu. Midesini yıkadıktan sonra verilen serum ve ilaçlarda kendine geldi. Bu işlemler iki saat sürdü. Çok ciddi ilaçlar içmiş. şunu bilin ki mucizevi şekilde kurtuldu. “ dedi. “Onu görebilir miyim“ dedim. “Kısa olmak kaydı ile görün“ yanıtını verdi. Görevliler üzerime steril önlükler giydirip, yoğun bakıma aldılar. Avni abi gözleri kapalı hortumlara, makinelere bağlı yatıyordu. Ağzında oksijen maskesi vardı. Ona “Avni abi benim. Serdar. Nasılsın iyi misin “ dedim. Elini tuttum. Gücü olmamasına rağmen elimi sıkar gibi yaptı. İyi olduğunu ifade ediyordu. “Avni abi Özlem ablaya ulaşamıyorum. Sanırım cep telefonu değişmiş. Ona nasıl ulaşacağım“ dedim. Parmağımla elime bir şeyler yapınca. avcuma yazı yazmaya çalıştığını anladım. Avucumu daha rahat yazacak duruma getirdim. Rakamları ağırda olsa peş peşe avucuma yazıyordu. Ben de yazılanları aklımda tutmaya büyük gayret gösteriyor, unutmamak için defaatle tekrar ediyordum. Bitince tamamını tekrar ettim. Doğru anlamında elimi sıkar gibi yaptı.

Hemen yukarı çıkıp Özlem ablaya telefon açtım. Saat yedi sularıydı. Kadıncağız korkacaktı ama başka çarem yoktu. Telefona Özlem abla çıktı. Tabii normal olarak karşısında beni bulunca şaşırdı. Ona “Avni abi biraz ağırlaştı. Hastaneye getirdim. Acele gelir misin“ dedim. Konuşmamızdan yarım saat bile geçmemişti ki Özlem abla kantinde beni buldu. Yüzü bembeyaz olmuştu “ Merak etme iyi. Ancak söylemek zorundayım. Avni abi bir intihar girişiminde bulundu. Neyse şükürler olsun kurtuldu. Gözümüz aydın“ dedim. Siz onu nasıl buldunuz, ona nasıl ulaştınız“ dedi. Haklı olarak şaşkındı “ Orasını boş ver. Kurtuldu ya ona bakalım. Şimdi ona iyi bakılması lazım“ dedim. Özlem ablayı da onun yanına götürdüler.

Sanırım öğleye doğru özel bir odaya alacaklarını ve ertesi gün taburcu edeceklerini söylediler. O ara bir görevli muhasebeden beklendiğim uyarsını yaptı.

O dönemde acile gelmek durumunda ücret ödememe kuralı olmadığından herkesten yapılan hizmetin bedeli alınıyordu. “Bana yakını mısınız“ dediler. “Evet“ dedim. “Masrafı siz mi ödeyeceksiniz“ dediler. yine “Evet“ dedim Bu değerli ve bize çok emeği geçmiş bu güzel insanları en kötü günlerinde desteksiz bırakamazdım. “Ancak istediğiniz meblağı şu an ödeyemem. Size maaş çekimi keseceğim. Kabul eder misiniz“ dedim. Kabul ettiler. “Yalnız sakın onlardan bir şey talep edilmesin ve benim ödememden bahsedilmesin“ sözü aldım. Özlem ablaya benim eve gidip oradan işe gidip akşam üstü ziyarete geleceğimi belirtip, hastaneden ayrıldım. Ara ara gerek ben gerek Aysel Özlem hanıma telefon ederek, Avni abinin sağlığının her geçen saat daha iyiye gittiği bilgisini alıyorduk.

Aklım onlardaydı. İşten çıkınca Aysel’i de alıp doğruca hastaneye gittik. İkinci kattaki özel odanın kapısını çalınca Özlem hanımın “girin“ sesi üzerine içeri girdik. Avni abi yataktaydı gözleri açıktı yüzüne renk gelmişti bana baktı baktı ve “Hoş geldin Babacığım“ dedi.

Şaşırdım “Estafurullah Avni abi“ dedim. “Ben gerçeği dile getiriyorum. Şu an ben bir kaç saatlik bebeğim. Sabah dünyaya yeniden geldim ve bunu sağlayan sende artık benim babamsın“ dediğinde hepimizin gözlerinden yaşlar süzülüyordu. Avni abinin sağlığında iyiye doğru gelişme olmamakla beraber daha kötüye gidişte olmadı. Zor ve sıkıntılı bir kaç yılı geride bırakmıştı. Hepimizin yine hayatın akışı ile kendi işlerimiz koşturmacalarımızla yoğunlaştığımızdan Avni ağabeyi Özlem ablayı ziyaretlerimize biraz ara girmişti. Bir akşam üstü Aysel bir yerden dönerken nasıl oldu bilmiyorum. Birden aklıma Avni abiler geldi “Aysel haydi Avni abilere uğrayalım mı“ dedim .“Geç olmadı mı? Rahatsız etmeyelim mi ne dersin .“ dedi “Geç olmadı bence zaten kısa bir ziyaret yaparız. “ şeklindeki ısrarıma itiraz etmeyince en yakın pastaneden küçük bir pasta alıp Avni abilere gittik.

Nasıl sevindiklerini anlatamam. Avni abi bana yine “Babacığım hoş geldin“ dedi. Ben de “ Avni bebek seni çok iyi gördüm. Aman daha iyi ol daha seni askere göndereceğim“ dedim. Sağdan soldan özellikle Aybars ın çocukluk muziplikleri, sağlık konuları üzerine sohbetten sonra müsaade istedik. Onun değişmez bir parçası haline gelen bastonu ile bizi kapıya kadar yolcu etmek istedi. İtiraz faydasızdı. Bu kibar insan hangi şartlarda olursa olsun nezaket kurallarını ihlal etmekten rahatsız olurdu. Kapıya doğru yürürken bana bak göbeğin çok büyümüş, kilo alıyorsun dikkat et“ dedi ve göbeğimi okşadı. “Haklısın Avni abi, dikkat edeceğim bir sonraki gelişimde göbeği görmeyeceksin“ dedim. Öpüşüp, vedalaştık.

 

Ertesi gün iş dönüşü evde akşam yemeği yediğimiz sırada Özlem abla Aysel’i aradı. Aysel’in “Aman Allahım. Nasıl olur...“ diye çığlık atmasıyla Avni abiyi kaybettiğimizi öğrendim. Bir kaç saat önce ruhunu teslim etmişti. Bazı şeylerin izahının oldukça zor olduğunu söyleyebilirim. Benim aniden Avni abiyi görme isteğim sanırım aslında Avni abi ile bir veda serenomisi imiş. Bu bana özellikle birini görme isteğinin asla ertelenmemesinin doğruluğunu öğretti. Günlerce Avni ağabeyin sesi kulaklarımda sesi gitmedi “Babacığım, hoş geldin.“

 

Serdar Taştanoğlu

Dragos Musıki Derneği Başkanı

27 Temmuz 2018 Cuma

 

 

YORUMLAR 

RAZİYE YARDIM yorum yaptı...

İnsanlarda Bir Melektir ( Hoş Geldin Babacığım ) 07.08.2018

Çok değerli yazarım Sizi ailemden biri gibi gördüğüm için abim diye hitap etmek istiyorum.. Yazılarınız anılarınız o kadar içten o kadar samimi ki sizi kendimize yakın hissetmemek mümkünmü! Hele sizden büyük olmasına rağmen Avni bey size baba diye hitap etmiş siz onun hayatını kurtarmışsınız aynı zamanda siz bir Meleksiniz. İnsanların insanlık adına sizden öğreneceği çok şeyler. Eminim bu yaptığınız iyilikler size her daim mutluluk huzur olarak dönüyordur. Dünya durdukça var olun.. Sizin okuduğunuz Şair Rıza Polat Akkoyunlu nun şiirindeki gibi;Bir gün bizim sokakta da bayram olacaktır!...Sizin gibi güzel insanlar olduğu sürece tüm dünyada bayram olacak. Sonsuz Saygımla...

FİKRET YAVUZHAN yorum yaptı... 

VEFA Sadece İstanbulda Bir Semt Adı Değildir 03.08.2018

Değerli hocam o güzel yüreğinizi saygıyla selamlıyorum İnsanlığa verdiğiniz değeri ve unutulmaya yüz tutmuş VEFA yı bizlere tekrar hatırlattığınız için minnettarım size İnsanlık her kişinin giyemeyeceği türden bir kumaş Herkesin üzerine yakışmıyor Çok detaylı aklımda kalmadı İSPANYA anılarınızda da buna benzer bir vefa hikayenizi hatırladım Bende dahil sizden öğreneceğimiz çok şey var Sizi tanımış olmaktan mutluyum gururluyum En içten sevgi ve saygılarımla

 

 

BİLGE EFE yorum yaptı...

Tebrik Ederim!! 28.07.2018

Diğer tüm yazılarınızı da okudum Serdar Bey. Anlatım şeklinize hayran kaldım açıkçası. Sizi ne kadar vefakar bir insan olduğunuzu da bu yazınızdan öğrendim. O değerli Özlem Hanım'ı ve rahmetli Avni Bey'yi çok ama çok sevdim sayenizde. Avni Bey'e allahtan rahmet, Özlem Hanım'a sevdiklerinle uzun ömürler diliyorum. Bir sonraki anınızı merakla bekleyeceğim ,

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Henüz Yorum yok

İlk yorumu siz yazın.

Yorum Bırakın

E-Mail adresiniz yayınlanmaz.







Yazarın Diğer Makaleleri