KAPTAN MR. DİK

KAPTAN MR. DİK

Den Helder- Hollanda anıları...

Den Helder şehrini kaç kişi duydu, nerede olduğunu biliyor, onun için ne kadar önemli bilmiyorum. Ama bildiğim, bu şehrin benim hayatımda çok önemli bir yer tuttuğu ve onu daima minnetle anmama sebep olduğudur. İsterseniz önce bu şehri birlikte gezelim, biraz tanıyalım sonrada bu şehrin benim hayatımdaki önemini sizlere anlatayım:

Den Helder Hollanda nın tam kuzeyinde Texel adasının karşı kıyısına kurulmuş, kışları soğuk geçen ama ilkbahar ve yaz aylarında muhteşem bir atmosfere bürünen, rengarenk lale tarlaları, yemyeşil doğası, yüzlerce kanalları ile mavi ve yeşilin dantel gibi birbirine işlenmiş olduğu küçük bir şehirdir.

Hollanda için çok stratejik bir önemi de bulunmaktadır. Zira Hollanda donanmasının konuşlandığı, bizim eski Gölcük, yeni Aksaz üssü benzeri bir denizci şehridir. Den Helder, derli toplu sokakları ve bisiklet kültürünün oldukça yaygın olduğu bir Hollanda şehridir. Hollanda nın deniz nakliyatında önemli bir rol oynamıştır.

Hollanda Altın Çağı boyunca, gemiler Den Helder de toplanıp oradan dünyanın okyanuslarına gitmişlerdir. Hollanda nın iki önemli şehrinden Alkmaar a yarım saat, Amsterdam a bir saat uzaklıktadır. Den Helder in tam merkezindeki su kulesi (water tower) bir nevi şehrin sembolü durumundadır. Ayrıca 1800 lü yıllarda yapılan Kuzey Hollanda Kanalı, Amsterdam dan Den Helder e kadar kazılmıştır. Altmış dört metre yüksekliği ile Avrupa daki en yüksek dökme demir feneri olan “Lange Jaap '' yine buradadır. Hayvanat bahçesi, denizcilik müzeleri, piknik alanları ile hoşça vakit geçirilebilecek olan Den Helder den Hollanda nın önemli bir turistik yeri olan Texel adasına feribotlar kalkmaktadır.


Gelelim bu mini şehrin benim hayatımdaki yeri ve önemine. Üniversitede iktisat, işletme tahsili alıp finansal yönetim üzerine lisansüstü yapmış ve İstanbul da faaliyet gösteren Ulaştırma Bakanlığına bağlı D.B Deniz Nakliyatı T.A.Ş ‘nin açtığı sınavı kazanmam sonrası önce Müfettiş yardımcısı, yeterlilik sınavı sonrası da genç bir Müfettiş olarak görev yapıyordum. Hiçbir zaman öğrenmeye ve öğrendiklerimi öğretmeye doyamadığımdan, o tarihlerde de mesleğimle ilgili bir şeyler daha öğrenmem gerektiği düşüncesindeydim. Kuruma bir ay önce gelmiş olduğunu öğrendiğim “Deniz taşımacılığı ve liman işletmesi '' üzerine olan yüksek lisans bursunun başvuru bitimine iki gün kala müracaat ettim. Üstelik önümü kesmeye çalışan bazı menfi engelleri aşarak. Gerekli başvuru prosedürü çok uğraştırıcı ve zaman gerektiriyordu.

Mezun olduğum fakülte belgelerine ve hocalarımın referanslarına ihtiyacım olduğundan Ankara ya gitmeliydim. İzin konusunda da zorlukla karşılaşınca rapor alıp Ankara ya gittim. Aksilikler peşimi bırakmıyordu. Mezun olduğum fakültenin ve arşivlerinin yerleri değişmişti ve bazı belgelerim bulunamıyordu. Tam filmlerde görülebilecek bir aksiyon yaşıyor, okul ve arşiv binası arasında mekik dokuyor, bir yandan da her biri başka fakültede görev yapan hocalarımın peşinde koşturuyordum. Başvuru evraklarının Hollanda Büyükelçiliğine teslim edilmesinin son günüydü. Üstelik mesai saatinin bitimine bir saat kalmıştı ve benim bir belgem hala eksikti. Fakültenin bekleme salonunda, öğrenci işlerinden gelecek haberi bekliyordum. Kaç kez saatime baktığımı, salonda kaç tur attığımı bilemiyorum. Sinirlerim gerilmişti. Kime kızacağımı bilemiyor, çaresiz kaderime razı olmuş vaziyette bekliyordum.

Nihayet görevli genç koşarak yanıma geldi. Belgemin bulunduğunu müjdeledi. İnanılmaz şekilde sevinmiştim. Ona defalarca teşekkür ettim. O da yaptığı işin önemli olduğunu hissettiğinden çok mutlu olmuştu. “Yolunuz açık olsun. '' dediğini hatırlıyorum. Saatime baktım, tam yarım saatim kalmıştı. Bulunduğum Küçükesat dan Çankaya ya gitmek taksiyle en fazla on beş dakika sürerdi. Ancak mesai bitim saatiydi ve herkes işten çıkmaya başlamıştı. Trafik hızla yoğunlaşıyordu. Ana caddeye fırlamış sağa sola koşuyor, taksi yakalamaya çalışıyordum. Gördüğüm her taksinin önüne atlıyordum. Heyecandan hangi taksinin boş, hangisinin dolu olduğunu bile seçemez olmuştum.

Nihayet bir taksi durdu. Nefes nefese bindim. “Kardeşim, beni çok acele Çankaya daki Hollanda Büyükelçiliğine yetiştirir misin? Sadece on beş dakikam var '' dedim. Şoför yüzüme baktı, işin aciliyetini ve önemini anlamıştı. “Tamam abi, merak etme “ dedikten sonra, ok gibi kalkış yaptı. Dilim damağım kurumuştu. Vücudumu ter basmıştı. Genelde taksi şoförleri ile sohbeti seven ben, ne yazık konuşacak dermanı bulamıyordum. Bana bir şeyler sordu veya söyledi ancak ne dediğini bile anlamadım. Büyükelçiliğin önünde durdu. Parasını ödeyip araçtan füze hızıyla çıktım ve o kısa mesafeyi koşarak elçiliğin önüne geldim.

Kapıdaki nöbetçi polisler koşmamdan huzursuz olduklarından kulübelerinden dışarı çıktılar. Onlara “elçilik görevlilerine belgelerimi vermem lazım '' dedim. Polislerden birinin “Beyefendi mesai saati bittiğinden, çıktılar '' demesi üzerine bayılacak gibi oldum. “Ama daha on dakika var. '' dediğimi hatırlıyorum. “Ne olur, belki içerde birileri vardır. İzin verin, kapıyı çalayım '' diye ısrar ettim. Sanırım halime acıdıklarından ses çıkarmadılar. Ben de o cesaretle hem kapıyı hem de zili çalmaya başladım. Kapıyı açan olmadı, tam ümidimi kaybediyordum ki kapı aniden açıldı. Ellili yaşlarında iri yapılı, sarışın bir hanım “Buyurun '' dedi. Ona burs sınavına başvuru yapmak için teslim etmem gereken belgeleri getirdiğimi söyledim. Bana “öyle mi ne güzel. Ben sınav görevlisiyim. '' demez mi. Ellerim titreyerek “ işte evraklarım '' dedim. Alıp, inceledi ve “yarın sınava girebilirsiniz '' dedi. Teşekkür ettim ve kapı kapandı. Ben hala kapıdaydım, kilitlenmiştim. Bir saat içinde yaşadığım bu aksiyonu ve heyecanı hazmetmeye çalışıyordum. Derin nefes aldım ve kendi kendime “Hayırlı olsun '' dedim. Polislerin bana mutlu bir ifade ile baktıklarını gördüm. Onlara “çok sağ olun, teşekkürler ediyorum '' diyerek ayrıldım.

Ertesi gün sınava girdim. Sonuçların bir gün sonra açıklanacağını, isteyenin bizzat gelerek sonucu öğrenebileceğini söylediler. O geceyi zor geçirdim. Sınavım çok iyi geçmişti sanki umuda bir adım daha yaklaşmıştım. Ama bir yandan da şansıma güvenmiyor, kim bilir hangi şanslıya talih gülecek diye düşünüyordum. Sonucu öğrenmek üzere ertesi gün Büyükelçiliğe geldim. Karşıma yine evraklarımı teslim ettiğim sınav komisyonundaki bayan çıktı, beni bir odaya alıp karşıma oturdu. Yüz ifadesinden ne söyleyeceğini kestiremiyordum. Bu batılıların çoğunun yüzünde böylesi bir maske oluyordu. Oysa biz Akdenizliler genelde duygu ve düşüncemizi yüzümüzle yansıtırız. Bana “Mr. Taştanoğlu bugün sizin doğum gününüz. Sizi kutlarım. '' dedi. Şaşırdım. Birkaç saniye içinde beynimde “Konuyla ne ilgisi var. Yoksa beni teselli etmeye mi çalışıyor '' şeklinde bir düşünce geçti ve bulunduğumuz günü ve tarihi bulmaya çalıştım. Evet, doğruydu. Bugün günlerden 31 Mayıs tı ve benim doğum günümdü. “Şimdi de sınavı kazandığınız için sizi kutluyorum. '' dedikten sonra ayağa kalkınca ben de kalktım, bana sarıldı ve öptü. Şaşkındım. Tek isteğim acele İstanbul a dönüp eşime müjdeyi vermekti. Doğruca Terminale gittim ve İstanbul a döndüm.

Eşime, aileme, dostlarıma müjdeyi verirken sanki Milli Piyangonun büyük ikramiyesini kazanmış biri gibiydim. İşime döndükten sonra, ta ki sonuçlar açıklanan kadar kimseye bu durumumdan bahsetmedim. Bir süre sonra Ulaştırma Bakanlığında görev yapanların kazandıkları yurtdışı yüksek lisans burs sonuçları açıklandı. Sonuçlara göre; ben Hollanda da, o sırada mühendis olan Sayın Binali YILDIRIM (Başbakan) ve benimle aynı kurumda Avukat olarak görev yapan Sayın İsmet YILMAZ (Milli Eğitim Bakanı) İsveç te Deniz işletmesi yüksek lisans bursu kazanmıştık. Hem kendim hem ailem hem de beni yetiştiren bu ülke için çok önemli bir fırsatı yakalamıştım.

Hollanda Kraliyet Akademisi bursu tüm eğitim masraflarımı karşıladığı gibi eğitimim süresi boyunca ev kiramı ve temel ihtiyaçlarımı karşılamam için bir de maaş veriyordu. Her şey güzel başlamıştı. Ev sorunu, ev arkadaşlarımın belirlenmesi gibi en önemli sorunlar hallolmuştu. İngilizce gerçekleşecek bu eğitim için sınavı kazanan yirmi beş farklı ülke temsilcisi içinde ben de Türkiye mi temsil ediyordum.

Den Helder a çeşitli ülkelerden gelen bizler sadece eğitim görmeyecek, ülkelerimizin birer temsilcisi ve onuru olacaktık. Başarısız olmam durumunda sonuç sadece şahsıma ait bir sonuç olmayacak, temsil ettiğimiz ülkelerimize de ait olacaktı. Ülkem şahsımdan çok daha önemli ve öncelikliydi. Sınavı kazanan kişilerin birçoğunun resmi dili veya ikinci dili İngilizceydi. Benim gibi bu dili büyük fedakarlıklarla öğrenmiş değillerdi. Akademiye başlayıp, Ansiklopedi kalınlığında kitaplar dağıtılmaya başlayınca ve derslerin yoğunluğunu öğrenince işin ciddiyetini anlamam zor olmadı. Zorluk beni asla korkutamazdı. Ben de tüm gayretimle derslere başlamıştım. Dersleri başaracağımdan emindim. Kolay havlu atmayan ben, bu zorlu maratonu da geçecektim. Ama karşıma önemli bir sorun çıktı.

Akademideki Master tez süpervizörüm olan Prof. Mr. Braam, hazırlayacağım tezin konusunu bildirmemi istedi. Ben de tezimin konusunu ve yol haritasını kendisine bildirince “konuyu beğendiğini ancak bir denizci süpervizörden da ek bir destek almam gerektiğini '' söyledi. Haklıydı öyle bir konu seçmiştim ki bunun için deneyimi olan bir kaptan ile çalışmam gerekiyordu. Nasıl ve nereden bulacaktım.? Zaten buradaki her şey alıştıklarımdan farklıydı ve onlarla başa çıkmak için mücadele ediyordum. Örneğin yemek yapmak, çamaşır yıkamak, alışveriş yapmak dışında her yere bisiklet ile ulaşmam gerekiyor ve ihtiyaçları karşılamak için bile küçük ilanlardan medet umuluyordu.

Bu konu içinde böylesi yöntem önerilince ben de Den Helder deki tüm marketlere “Denizcilik konusunda deneyimli bir kaptan ile ücret karşılığı işbirliği '' istediğimi belirten ilanları astım. İlana kaldığım evin telefonunu koymuştum. Bu bilgiyi verdiğim ev arkadaşlarım, beni birkaç kez işlettiler. Seslerini değiştiren ev arkadaşlarımdan biri, gemide görev yapan kaptan havasına girip limandaki gemiye gelmemi, diğeri sefere çıkacağını altı ay sonra dönünce görüşebileceğimizi ifade eden şakalar yaptılar.

Bir süre sonra bir genç kız aradı; Dedesinin emekli kaptan olduğunu beni görüştürebileceğini ifade etti. Bunun da beni işletmek üzere yapılan oyun sandığımdan kıza beklemediği yanıtlar verdim. Kız tam tam telefonu yüzüme kapatıyordu ki birden bende gerçek olabileceği hissi uyanınca kıza sıkça işletildiğimi o nedenle böyle konuştuğumu söyleyip özür diledim. Neyse ki kız da olgun davranıp, dedesinin adresini yazdırdı. Çok sevindim. Ancak verdiği adres Juliyandorp taydı yani Den Helder e bisikletle yaklaşık 45 dakika uzaklıkta bir yerleşimdeydi. Bisiklete binmek o güzel doğanın içinde lale tarlalarının arasından geçmek benim için angarya değil müthiş bir fırsat ve şanstı. Nitekim randevu saatine büyük bir mutlulukla gittim. Verilen adresteki evin zilini çaldım.

Önce çok kuvvetli bir havlama başladı sonra 60 lı yaşlarda bir bayan cow cow (Çin Aslanı) cinsi köpeği ile kapıyı açtı. “Affedersiniz, Kaptan Mr. Dik in evi mi “dedim. “Evet, burası, sanırım onunla randevunuz var. Sizi üst katta odasında bekliyor. Bu da bizim köpeğimiz Boo, sakın korkmayın asla ısırmaz. Onu zamanla çok seveceğimize eminim “ dedi.

Heyecanla üst kata çıktığımda yüzünü ve tipini tıpatıp tarihi şahsiyet Churchill e benzettiğim Kaptan Mr. Dik tüm ciddiyetine rağmen masum ve sevimli bir yüz ifadesiyle beni bekliyordu. Tanışma faslı ve akabinde ne yapmak istediğimi anlatınca, büyük bir coşkuyla birlikte çalışabileceğimizi ifade etti. Ben ücretinin ne kadar olduğunu nasıl ödeme yapmam gerektiğini sordum. “Tamam, ücreti sonra konuşuruz. Sorun yok. Önemli olan sizin tez konunuzun başarılması bunun içinde öncelikle yol haritamızı planlayalım. Haftada iki gün çalışabiliriz. Saat sınırı yok. Yeter ki golf günlerime denk gelmesin '' dedi. Mr. Dik i çok sevmiştim. Yıllarca açık denizlerde dolaşmış, çok deneyimli ve çok şey görmüş, geçirmiş tam istediğim gibi bir denizciydi. Eşinin İngiliz asıllı olduğunu, kızları ve torunları ile mutlu bir yaşamları olduğunu ifade etti.

İkinci ders günümüzün randevusuna yetişmek üzere bisikletimle evden çıkıp, yolu yarıladığımda çok şiddetli sağanağa yakalandım. Öylesine şiddetli yağıyordu ki hani şu geçtiğimiz haftalarda İstanbul u afet yerine çeviren yağmur misaliydi. Geri dönemezdim, Mr. Dik i habersiz bekletmiş olurdum. Zaten şiddetli yağmur da devam ediyordu. Sırılsıklam, tam bir kedi yavrusu çaresizliği içinde kapıyı çaldım. Mrs. Dik kapıyı açtı. Beni o vaziyete görünce çığlık çığlığa içeri girmemi söyledi. Ben ise halimden utanarak çok özür diliyordum. Bana bu durumun buralar için çok normal bir şey olduğunu zamanla bu tip aksiliklere alışacağımı ifade ederek teselliye çalışıyordu. “Bekleyin, size Dik in kıyafetlerinden getireceğim. '' dedi. Getirdiği kıyafetleri giydim. Her ne kadar paçalarım çok yukarıda ve kollarımın büyük bölümü açıkta kaldıysa da ısınmıştım ve huzurum yerine gelmişti.

Mr. Dik in odasına girdiğimde çok güldü. “Kıyafetlerimin sana yakıştığını söyleyemem. Benim üzerinde çok daha iyiler '' deyince birlikte çok güldük. Sonra çalışmaya koyulduk. Birkaç saat sonra verdiğimiz kahve molamızda; “Mr. Dik e hala size yapmam gereken ödeme hakkında bilgi vermediniz. Aylık mı? Saatlik mi? nasıl ödeme yapacağım '' deyince.

“Serdar, peki bu konuyu halledelim. Senden para almayacağım. Zaten bu fikir bende oluşmamıştı ama senin bugünkü yağmura rağmen büyük özveri ile gelişinden sonra kararım netleşti. Senin gibi birinden asla ücret alamam ve sana her konuda destek olmaya hazırım. Sen artık benim dostumsun '' dedi. Gözlerimin dolduğunu saklamaya çalıştım. Sanırım Mr. Dik te en az benim kadar duygusal bir an yaşıyordu. Hemen konuyu değiştirdi: “Hadi nerede kalmıştık. ''

Mr. Dikler benim Den Helder de en yakın dostlarım oldular. Eşim ve oğlum Den Helder e gelince onları tanıştırmak için bisikletimle Mr. Dik lere getirdiğimde çok sevindiler. Ailece tek bisiklet ile yaptığımız bu ziyareti çok takdir ettiklerini defalarca tekrarladılar. Bay ve Bayan Dik, eşim ve oğlumu da çok sevdiler. O sıralarda dört yaşlarındaki oğlum evin bekçisi Boo nun hayranıydı. Her fırsatta onlara gidip Boo yu görmek istiyordu. Zaman akıp gitti ve ben 25 kişilik sınıfta mezun olan 12 kişi içindeydim. Akademide başarıyla sunumunu yaptığım tezimi bir kitap haline getirmiştim. Bir kopyasını Mr. Dik e sunduğumda heyecanla kapağı açtı.
İlk sayfadaki …… '' sincere thanks go to Mr Dik Stegers for his kind assistance and insightful suggestions . Serdar TAŞTANOĞLU '' ( Bay Dik Stegers e yardımı ve anlayışlı önerileri için içten teşekkürlerimi sunarım.) Teşekkür yazım çok şeyi içeriyordu. Dostluğu, fedakarlığı, manevi değerlerin üstünlüğünü kısaca dil, din, ırk, farkı yapılmadan gösterilen bir insanlığa şükran duygusunu. Başka bir ifade ile de; bir Hollandalının, Hollanda da pek de iyi şöhret sahibi olmayan Türklerden birine, hiçbir karşılık beklemeden, üstelik evinde ağırlayarak destek vermesine olan şükranın özetiydi.

Mezun olup ülkeme döndükten sonra arada telefonla, sıkça mektup ve kartpostallarla irtibatı devam ettirdik. Bir süre sonra posta yoluyla olan haberleşmemiz önce seyrekleşti sonra sonlandı. Bir gün ev telefonlarından başka birileri çıktı. “Bu telefonda böyle birileri yok '' dediler. Mr. Diki ve bana yaptığı yardımı asla unutmamıştım. Bir kaç yıl sonra Akademimin de Den Helder den Roterdam a taşındığını öğrendim. Aradan sanırım beş yıl geçmişti ki Roterdam daki Akademimden aldığım mektup ile yaz aylarında gerçekleştirilecek iki aylık bir Refreshment
(Bilgileri tazeleme ve yeni konuları öğrenme) kursuna davet edilen Akademi mezunları ve konuk akademisyenler içinde yer aldığım müjdesini aldım. Roterdam da iki ay Akademiden yine maaş alarak onların temin ettiği yerde misafir olacaktım. Aynı zamanda da denizcilik işletmesindeki gelişmeleri öğrenecektik.

Akademi, davet ettiği 14 kişiye iki katlı bir ev tutmuştu. Evin alt katında bayanlar, üst katında biz erkekler kalacaktık. Benim için bu ilginç bir deneyim olacaktı. Hollanda da kaldığım sürede Rotterdam ı görme fırsatım olmamıştı. Oysa Rotterdam Hollanda nın Güneybatısında bulunan, Amsterdam dan sonra nüfus olarak ikinci büyük şehri olup yüzölçümü ile ondan daha büyüktür. Rotterdam, Avrupa nın en büyük limanını bünyesinde barındırır. Dünyanın dört bir yanından getirilen kargoların kıtaya kuzeyden giriş noktasıdır. İsmini Rotte ırmağından almaktadır. Nüfusunun yaklaşık yarısının Hollanda kökenli olmadığı bu şehirde, yüzde onuna yakın oranında kayda değer bir Türk nüfusu da yaşamaktadır. Rotterdam ın ulusal sloganı: “Sterker door Strijd '' , yani: “Mücadele ederek, daha güçlü olmak. '' tır.

Bunun en güzel örneğini II. Dünya Savaşı sırasında göstermişlerdir. Nazi güçleri tarafından işgal edilen Hollanda, Hitler tarafından bir gün içerisinde tamamen ele geçirilebilir olarak görülmüştür. Fakat Alman güçleri ummadıkları bir şekilde kuvvetli bir dirençle karşılaşmışlardır. Alman güçleri, Hollanda güçlerinin silah bırakmasını sağlamak amacıyla Rotterdam başta olmak üzere Hollanda şehirleri üzerinde yoğun bombardımana başlamıştır. Özellikle Rotterdam, Alman Hava Kuvvetleri tarafından neredeyse tamamen yok edilmiştir. 1950 den 1970 e kadar şehir tamamen yeniden inşa edilmiştir. Oldukça çalışkan millet olduklarından çok çalışarak özellikle ticaret ve maliye merkezlerini yeniden inşa edilmiştir. Bu gün Avrupa nın modern şehirlerinden biridir. Merkezde ırmak kenarındaki Parklar ve hayvanat bahçesi gibi geniş yeşil sahalarla ayrılan bölgeler uzanır. Modern yapıların yanında döner köprüler, gemi ve mavnalar, dar sokaklar ve tek veya iki katlı evler Rotterdam a biraz eski bir hava verir. Anıtların çoğu ikinci Dünya savaşında yıkılmıştır. Hayvanat bahçesi Avrupa nın en iyilerinden biridir. Boymans müzesi önemli bir taş basmalar koleksiyonunu, Hieronymus Bosch un ve Hollanda altın çağ resim ustalarının eserlerini kapsar. Rotterdam görülmesi gereken güzel bir şehirdir.

Akademinin gönderdiği uçak biletini alıp, uçağa bindiğimde yanımdaki iki genç beyin de aynı seminere davetli olduklarını öğrendim. Demek ki bu iki bey, iki ay birlikte yaşayacağım ev ve okul arkadaşlarımdı. Her ikisi de o tarihlerde üniversitede asistan olan bu beylerden Ahmet PAKSOY un yıllar sonra İDO nun (İstanbul Deniz Otobüsleri) başarılı Genel Müdürü, diğeri Osman Aşkın BAK ın şimdiki Gençlik ve Spor Bakanı olacağını nereden bilebilirdim.



Rotterdam da kaldığım sürede Mr. Dik e ulaşmaya çalıştımsa da başarılı olamadım. O yılın yazı eşimi ikna edip Denhelder i ve dostları ziyarete karar verdik. Yıllar sonra önce Zeytinburnu na şimdilerde Alanya Avsallar a yerleşen arkadaşlarım Audrey ve Philip in evinde misafir kalacaktık. Audrey lere yerleştiğimiz ilk günümüzün akşamüzeri Mr. Dik i bulmaya karar verdim. Philip den bisikletini ödünç aldım. Philip ve Audrey nin oğulları Jerem i de bana rehberlik yapacaktı.

Doğruca Juliyanadrop a gittik. Hiçbir şey değişmemişti. Kolayca Mr. Dik in eski evini buldum. O evde yaşayanlardan yıllar önce taşındıklarını öğrendikten sonra diğer evlerine oradan da taşındıklarını öğrendiğimiz diğerine gittik. Son yaşadığı eve ulaşınca kapıyı heyecanla çaldım. Kapıyı açan bayana Mr. Dik i sordum. Kadın gözlerini yere dikerek Mr. Dik in üç ay önce vefat ettiğini söyledi. Beklemediğim bu haber üzerine gözümden yaşlar süzüldü. O değerli güzel yürekli insan bu dünyadan göçmüştü. Ama yaptığı iyilik asla unutulmayacaktı. Bayan Dik in ise İngiltere ye yerleştiğini öğrendim.

Oradan ayrılırken gökyüzüne bakarak; “Mr. Dik Stegers yardımların, önerilerin, bana ve aileme gösterdiğin yakın dostluk için bir kez daha içten teşekkürlerimi sunarım. Nur içinde yat değerli dostum“











             |                                   

 


Serdar Taştanoğlu
Dragos Musıki Derneği Başkanı
04 Ağustos 2017 Cuma

Not : Bu yazım yayınlandığı turizmhaberleri.com dan alınmıştır.



 Yorumlar
FERIT yorum yaptı... Yorum Ekleyin
Tebrik 04.08.2017

Serdar Bey, Bir çırpıda okudum..Çokmakcı, anlaşılır, duygusalolduğu kadar eğitici ve öğretici bir makale.. Laleminize sağlık.. Allah İşlerinizi kolay getirsin..Hoşçakalın.. P.S: Bu arada Kurban Bayramında Kırım'a gidiyoruz..Üyelerimizin kurbanlarını Kırım'da kestireceğiz..Kurban paralarını toplamaya başladık.. Haberleşiriz..

 


 

 

 

 

 

Henüz Yorum yok

İlk yorumu siz yazın.

Yorum Bırakın

E-Mail adresiniz yayınlanmaz.







Yazarın Diğer Makaleleri