PERSONEL ÇALIŞTIRMAYAN GÖZDE OTEL

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

-İşte tabelasını gördüm. Sanırım aradığımız otel burası.

-Bakayım. Tamam burası.

-Kapıyı açabilecek misin.? Ya açılmaz ise ..?

-Dur, lütfen heyecanlandırmada sakin sakin şu kodu yazayım. İşte 39810 yazdım. Tamamdır.

-Oh kapı açıldı. İkinci kattaydık değil mi ben asansörü çağırdım. Sanırım asansör çalışmıyor.

-Yok, arızalı değil. Bak, kodu burada da kullanmamız lazım. İşte buraya da 39810 yazıyorum.

-Evet çalıştı, çıkıyoruz. 203 numaralı oda mıydı? -Sanırım öyle idi. Dur kağıda bakayım.

-Evet, 203 no lu odaymış.

-Burada da kod isteniyor. Haydi bir daha 39810 yazalım. Açıl susam açıl ve işte odamız.

-Bak, girişe hoş geldiniz yazmışlar.

-Hoş bulduk...Hoş bulduk.

Sanırım şaşırdınız. Biz de sizler gibi ilk kez böylesi bir otelde kalmanın şaşkınlığı içindeydik. Finlandiya nın başkenti Helsinki nin en merkezi yerindeki otelimizin emsallerine göre nasıl bu kadar ucuz olduğunu önce anlayamamış, şark toplumlarının mensupları olarak klasik düşünce refleksi ile ucuzluğun altında bir çapanoğlu aramıştık. Ancak otel hakkında detay okuyunca otelin ucuz olmasının çok az personel ile işletilmesinin ana faktör olduğunu anladık. Zaten detay bilgilerde otele ve odaya gönderilecek şifre ile girilebileceğini odaya kalınacak güne orantılı olarak havlu, çarşaf, nevresim, tuvalet kağıdı, sabun vs. konulacağını belirtmekteydi. Ödeme yapıldıktan bir süre sonra cep telefonuma yukardaki şifre gelmişti. Bu durum çocukluğumda çok sevdiğim hala müziğini duydukça heyecanlandığım “Görevimiz tehlike “ dizisini hatırlatmıştı.

               

Talimatlarda yazılanlar ile aynen karşılaştığımız için odaya girdikten sonra şaşkınlığımız geçti. Otelin size verdiği güven ve sorumluluk duygusu ile otele ve odanıza karşı daha bir sahiplenme şuuru elde ettiğimizi gördük. Gerçekten otel kalacağınız gün boyunca odayı hatta oteli size teslim etmiş oluyordu. Zira ortada ne resepsiyon görevlisi ne ofis boy ne güvenlikçi ne de temizlikçi vardı. Zaten kahvaltı olayı da olmadığından bu bölüm içinde herhangi bir personele ihtiyaç yoktu. Bu duruma çok memnun olduk. Zira böylesi uygun fiyatta Helsinki nin merkezi yerinde hem de bu kalitede bir otelde kalmak hayal ötesiydi.

 

                                 

 

Finlandiya ismi geçtiğinde bende birden “Akzambaklar ülkesi '' çağrışım yapardı. Rus yazar Grigory Petrov un Finlandiya üzerine yazdığı romanı okumak kısmet olmamıştı ama bu tanımlamayı çocukluktan duyar merak ederdim. Sanki her yeri ak zambaklarla donanmış bir ülke gözümün önünde canlanırdı. Gerçi komşusu ve bir zamanlar hükümranlığını yapmış İsveç i görmüş olmam coğrafi konumu, kültürel ve demografik yapısı ile benzer yönlerinin olduğu şeklindeki veriler nedeni ile İsveç ten pek farklı bulmayacağımı sanıyordum. Ancak öyle olmadı, Finlandiya, İsveç ten daha farklı geldi ve bir kez daha görmeden, yaşamadan, öğrenmeden, tahmin ve hayalin yanıltıcı olduğuna kanaat getirdim.

 

 

 

İlk şaşkınlığımız hava durumu oldu. Eylül ayında klasik kapalı ve soğuk bir hava beklentimiz yerine pırıl, pırıl güneşli ve soğuk olmayan bir hava ile karşılaşmıştık. Hatta şehri gezerken açık yüzme havuzundaki çocukları görünce şaşkınlığımız arttı. Tabi gerçek şu ki bu havada İstanbul da asla açık havuza gireni görmek mümkün olamazdı. Şehrin mimari yapısı, doğal güzellikleri gerçekten görülmeye değerdi. Zamanımız kıymetliydi ve hemen keşfe başlamalıydık. Bu kez farklı bir yöntem deneyerek bulunduğumuz noktadan genişleyen halkalarla çevreye yayılarak keşif yerine merkeze en uzak noktalardan başlayarak bulunduğumuz noktaya alanı daraltarak görülmesi gerekenleri tamamlamayı tercih ettik.

 

 

 

Buna göre ilk yer limandan tekne ile gidilen Suomenlinna Adası oldu, Adadaki bir müze, park ve sanat alanının UNESCO nun Dünya Mirası Anıtlar Listesi nde yer aldığını öğrendik. Adaya hakim kale 18. yüzyılın yarısında Rusların Baltık a erişimini engellemek için yapılmış. İsviçre, Rusya savaşı sırasında Rusya adayı almış ve sonrasında genişletip güçlendirmiş. Sonra Finlilerin eline geçen adaya Fince “Suomenlinna '' (Fin Kalesi) ismi verilmiş. Daha sonra askerler tarafından sivil yetkililere teslim edilen ada, kültür ve eğlence amaçlı kullanımı için dönüştürülmüş. Yaklaşık 25 dakikalık bir tekne yolculuğumuzu açıkta güvertede yaptık ve tertemiz havayı ciğerlerimize doldura doldura bu şirin ve tarihi önemi büyük adaya vardık. Yemyeşil ada turumuzu bir saatte tamamlayıp tekne ile geri dönüp Helsinki nin en meşhur Mannerheiminitie ve Esplanade caddelerini gezerek burada yer alan, Merkez Tren İstasyonunu, Ana postanesini görmüş olduk .

 

 

Ünlü mimar Eliel Saarinen in en iyi yapıtı olan ve 1919 yılında inşa edilen Merkez Tren İstasyonu, 48 metre yüksekliğindeki saat kulesiyle görülmeye değer bir esermiş. Postanenin yanında, Fin tarihinin belki de en önemli kişisi Mareşal Mannerheim in atlı heykeli yer almakta. Hemen arkasında çağdaş sanatın şaşırtıcı müzesi Kiasma ve Parlamento binası da yine bu bölgede bulunmakta. Buraları gezdikten sonra dinlenmek üzere soluğu bir kafede alınca eşimle bir konuda hem fikirdik. Bu şehir gördüğümüz şehirler içinde en bakımlıları arasında yer alıyordu. Helsinki aynı klasmanda olduğunu daha sonra gördüğümüz Madrid ile birincilik veya ikincilik için yarışabilirlerdi. Gezdiğimiz süre boyunca mübalağasız tek bir yıkık, dökük, harabe, metruk ne bina ne de bir alanla karşılaştık.

 

 

Finlandiya ve Helsinki çok sayıda kıyıdan uzak ada, kayacık adaları, birçok küçük koy ve körfeze sahipti. Şehir dağınık bazı tepeler barındırsa da genellikle düz hatlara sahip. Buna rağmen muhteşem deniz manzarasını görme olanağı bulunabiliyor.

 

Helsinki, yürüyerek veya bisikletle keşfetmek için harika bir şehir. İhtiyaç duyulduğunda her an güvenilir ve geniş kapsamlı toplu taşıma sisteminden yararlanabiliyorsunuz. Biz özellikle tramvaylarla şehri keşfetmekten büyük mutluluk duyduk. Hiç ayakta kalmadığımız için “oturarak yolculuk yapma öcünü '' aldığımızı İstanbul metro ve otobüsleri bilmese de, biz bu duyguyu her defasında hissediyorduk. Özellikle otobüslerde bir ayrıntı dikkatimi çekti ve fotoğrafladım. Yana olan oturma yerlerinin eşit şekilde bitişik olmadıkları hususuydu. Basit ifade ile bir oturma yeri önde diğeri on santim gerisinde monte edilmişti. Sanırım bizdeki gibi yolculuk dostluklarının oluşması pek arzu edilmemişti. Bu uygulama bizde olsa amacına ulaşır mı? diye düşünmeden edemedim. Sanırım bizim bu konudaki atağımızı on santim ileride veya geride kalan koltuk pozisyonunun asla engelleyemeyeceğine karar verdik.

 Hava buralarda geç karardığı için geziye ayrılan süremizde doğru orantılı olarak uzamıştı. Bu arada ilginç bir şey oldu. Tren istasyonun yanında genç kızların promosyon olarak dağıttığı diyet besin kutularından bize de ikişer tane değişik ürün verildi. Kaşıkları da içinde bu kumanyayı merak edip bir parkta oturup afiyetle yedik. Görüntüsü bir şeye benzemese de tadı aynen bizim aşure tadındaydı ve öylesine bizi tok tuttu ki öğlen acıkmadık. Bu durumda hanımla birbirimize takıldık. Finliler çok iyi misafirperverler özellikle ikişer kutu kumanya vererek kalacağımız iki gün öğle yemeği masrafından kurtarmak istediler….

 

 

Doğa muhteşem ötesiydi. Her yer cennetten bir köşe gibiydi. Bu kadar güzel bir şehirle karşılaşacağımı tahmin etmiyordum. Gezdiğimiz sanat galeri ve müzeleri harikaydı. Hele bunlardan birinde (HAM) Helsinki Art Museum da karşılaştığım bir salon beni şaşırttı ve sanki bir sırrı çözmüşçesine çok mutlu oldum. Batılıların Sanata ve Müziğe olan sevgileri, bağları ve başarılarının bir anlamda sırrını bulmuş gibi hissettim. Müzenin bir salonuna minikler için resim veya eskiz yapmaları adına masa, tabure, boya kalemleri, kağıtlar ve çöp kutusu konmuştu. Çocuklar tam sanatın merkezinde bir sanat müzesinde o ambiyans içinde resim yapıyorlar ve o havayı hissederek kendilerinin de önemli olduğu duygusuna sahip oluyorlardı. Bir salon başlı başına bunun için ayrılmıştı. Bu basit bir olay değildi. Girişi ücretli bir müze de ziyaretçi ve gelir elde etme önemi bir yana bırakılmış çocukların eğitimi ön plana alınmıştı. Bu ülkenin yöneticilerinin sanata kültüre ve eğitime verdikleri önemi gösteriyordu.

 

 Zaten Fin eğitim sisteminin dünyadaki en başarılı eğitim sistemlerinin başlarında yer aldığını öğrenince hiç şaşırmadım. Bilgiye ulaşmada Finli öğrenciler birinci sırada iken bizimkilerin 154. sırada olması oldukça düşündürücü bir durum sanırım.

 

 

Helsinki nin heybetli Senato Meydanını ve Çar Aleksandar ın bronz heykelini, Helsinki pazar alanını, Başkanlık Sarayını, emniyet amirliğini, opera binasını, Asalet Evini ve Lutheran Katedralini ve on kilometre kare bir alana yayılmış Central Park ı (Keskuspuisto) görmek suretiyle en önemli görülecek yerler listesini tamamlamış olduk.

 

 

Tabi bu kadar yeri soluksuz gezdikçe sık sık mola verip gördüklerimizi sindirmek ve dinlenmek ihtiyacı duyuyorduk. Mola verdiğimiz bir kafede eşimle bize ilginç gelen konuları birbirimize aktarıyorduk. Bu arada eşimle hem fikir olduğumuz bir başka husus Finlilerin mutlu ve huzurlu olduklarıydı. Zira insanların, çocukların, gençlerin yüzüne yansımıştı. Örneğin yolumuz büyük bir parka düştüğünde burada yüzlerce gencin değişik kıyafetlerle gruplar halinde dolaştığını görünce birkaçıyla sohbet edip ne olduğunu öğrenmek istedim. Bu gençlerin muhtelif fakülte öğrencileri olduğunu yıl sonunda tarihi bir piyesi sergileyeceklerini bunun için prova yapmak üzere orada bulunduklarını bu arada kumanyaları ile geldiklerini bir yandan da kendileri için eğlenceli piknik ortamı olduğunu söylediler.

 

 

Bu konuşmaların sonunda bende doğan duygu tek kelime “kıskançlık '' oldu. Neden bizim gençlerimizde böyle huzurlu bir ortamda eğlenmesin, sanat ve kültürle yaşamasınlar ki.. Birbirini boğazlayarak ne paylaşılamıyordu. Bu huzur şehrin her yerinde her ortamında hissediliyordu.

 

 

Birçok Avrupa ülkesinde görmeye alıştığımız moda dışı, pejmürde, sıradan giyinme adetinin burada olmadığını, halkın büyük kesiminin oldukça şık, cinsiyetlerine uygun şekilde ve modaya uygun kıyafetler içinde olduğunu gözlemledik. Kılık kıyafet bir toplumun gelir seviyesini yansıtan en belirgin görsel tespitlerden olduğuna göre Finlilerin gelir seviyesini anlamak için ekonomik istatistik verileri incelemeye gerek kalmıyordu. Kaldı ki okuduğum bir veride; 1970 yılında hemen hemen aynı milli gelir seviyesinde olduğumuz Finlandiya nın bugün bizi dört kat geçmiş olması çok acı ve düşündürücü geldi.

 

 

Bir meydana her gün değişik ülkelere ait yiyecek içecek stantları kurulduğunu öğrendik. Bir standa biraz değişik görünen kadayıf ve baklava çeşitlerinin yer aldığını görünce heyecanlandık ancak bunların Araplara ait olduğunu öğrenince üzüldük.

 

 

Bu yiyecek pazarını gezerken havanın bir hayli serinlemesine rağmen stantların birinde görevli genç kızın askılı tişörtü ile soğuk havaya ne kadar dirençli olduklarını ispat edercesine sigara içişini görünce fotoğraflamadan geçemezdim.

 

 Akşam yemeği olarak Finlilerin meşhur balık yemeği Vendanceden yedik. Vendancenin manasının göl balığı olduğunu öğrenince şaşkınlığımız arttı. Zira denizle iç içe olan ve denizciliği, balıkçılığı gelişmiş bir ülkede göl balığı yemeğinin meşhur olmasını aklımız almadı. Gezdiğimiz açık pazarlarda mantar çeşitleri ve çileğin ön planda olması zaten bu iki ürünün ülkede çok yetiştiğinin göstergesiydi. Her zaman olduğu gibi buraya ait meşhur yiyecek arayışımız sonunda Karjalanpiirakka yı tespit ettik. Çavdar kabukları ile pirincin birleşiminden oluşan bir turta çeşidi olan Karjalanpiirakka yı çok beğendiğimizi söyleyemem.

 

 

Finlandiya ya gitmeden önce yaptığım araştırmada karşıma çıkan bilgileri yanımda götürüp doğru olup olmadığını bizzat tespit etmeye çalıştım. Bunlardan ilki Finlilerin biz Türklerle aynı kökten geldiğimiz bu nedenle birçok benzerliklerimiz olduğunu içeriyordu. Dil yapımız da aynı köklere dayanıyordu. Kaldığımız süre zarfında duyduğumuz Fince konuşmalarda hiç aşina olduğumuz bir Türkçe ifadeye rastlamadıksa da ben de bu benzerliğe ait bilimsel birçok yazı okumuştum. Aklımda kalan bir şey de bana çok ilginç gelir. Yaşayan diller içinde en uzun kelimeye sahip dilin Fince olduğu, anlamının hava kuvvetlerinde bir rütbenin ifade edildiği “lentokonesuihkuturbiinimoottoriapumekaanikkoaliupseerioppilas“ kelimesini eşimle doğru söylemeye çalıştıksa da ne yazık başarılı olamadık.

 

                

Diğer benzerliğe gelince iki toplumun cesur, gözü kara ve savaşçı olması yönünde çok benzerlik taşıdıkları hususu idi. Biz Türklerin, tarih boyunca destanlar yazıp Çanakkale ve Kurtuluş Savaşı gibi gurur duyduğumuz zaferlerimiz karşılığında Finliler de 2. Dünya Savaşı’nda Stalin’in ordularına karşı zafer kazanmışlardı, Kış Savaşı olarak isimlendirilen bu savaşta Sovyetlerin bir milyon kişilik ordusuna karşı üçte bir sayıdaki ordularıyla savunma yapmış ve savaş sonunda verdiği 25000 kayıplarına karşılık Sovyetler’e beş kat kayıp verdirmişlerdi.

 

 

 

İki toplumun da hamam merakı ortak yönlerinden bir diğeriydi. Biraz farklı davranış biçimi sergilense temizlik ve rahatlama duygusu oldukça ortak bir yön. Biz göbek taşına uzanıp kendimizi saatlerce keseletirken, Finliler iş toplantılarını bile saunada yapıyormuş. Tabii arada küçük farklarda söz konusu. Biz peştemal giyerken Finliler saunalarda anadan üryan dolaşırlarmış. Bu sauna olayını da görmek kısmet olmadı. Zaten fırsat olsaydı da bizim kültürümüz ve ahlaki yapımız buna müsait olmadığından sadece anlatılanlarla yetinmeyi tercih ederdik.

 

      

 

Ata olan ilgi ve sevgi benzerliğimizde dikkat çekici. Özellikle yakın geçmişe kadar biz Türk toplumunun olmazsa olmazı at merakı Finliler için de aynı önemdeymiş. İlk çağlardan itibaren ata önem veren Finler, at eti yemeye de bayılırlarmış. Her ne kadar bugün Türkiye’de biz at eti tüketmiyor olsak bile Orta Asya’daki akrabalarımız için at eti vazgeçilmezdir. Deyim yerindeyse at etsiz yemek pişmezmiş.

 

               

Bana ilginç gelen bir şey de bizdeki üç kere tahtaya vurma adetinin onlarda da olması. Nazar değmesin diye yaptığımız bu hareket Finliler de çok yaygınmış. Özellikle rahmetli anacığım bu tahtaya üç kez vurma işini sıkça yapardı. Biz çocukları veya sevdikleri ile ilgili konuşmalar da bizlere ait bir risk, tehlike söz konusu ise koruma adına yapardı. Bugün bize şaman kültüründen miras kalan bu batıl inanç Finlilere de şaman kültüründen geçmiş.

 

 

 

                                   

Bir başka benzeyen özelliğimiz ise eve kesinlikle ayakkabıyla girmemek. Eve girerken ayakkabılarını çıkaran Finlilere misafir olduğunuz zaman anında önünüze terlik getirirlermiş. Bir de taharet musluğu kültürünün bizde, Japonlarda ve Finlilerde olduğunu öğrendim. Ancak kaldığımız otelin klozetinde taharet musluğu yerine klozetin yanında aynı amaç için kullanılacak su hortumu yer almaktaydı. Bu klozet yanı su hortumunu bir nevi taharet musluğu kabul edersek bunu Kosova da ve Bosna da da gördüğümüzü, İspanya ve Estonya da ise klozet yanında ikinci bir temizlenme klozetinin yer aldığını yeri gelmişken belirtmek isterim.

 

 

               

 

Artık Helsinki ye veda zamanı gelmişti. Buradan feribot ile dört saatlik bir yolculuk sonrası Estonya nın başkenti Talinn e varacaktık. Talin hakkında oldukça ilginç bilgiler edinmiştim. Orayı da oldukça merak ediyordum ama bazı şehirlerden ayrılırken sanki geride biri veya birilerini bırakmış hissine kapılmışımdır. Bu duygunun o şehri çok sevdiğimden kaynaklandığını sonraları idrak ettim. İşte bu duyguyu Helsinki den ayrılırken hissettim.

 


 

Helsinki limanında güvertesine çıktığım dev yolcu gemisinden Helsinki ye bir kez daha uzun uzun baktıktan sonra “Merak etme, yine geleceğim. '' diye haykırdım. Eşim “ Ne oluyor, Türk soydaşlarından ayrılmak zor geldi sanırım. demez mi. Ben de kısık sesle “sanırım '' deyince verdiği yanıt şu oldu: “ Hele hele soydaşlar sarışın olunca daha da zor oldu galiba '' ....

Serdar Taştanoğlu

07.10.2021

Yorumlar

ZELFIRA ŞÜKÜRCIYEVA yorum yaptı...

Kırımdan Selamlar 02.12.2016

Makalenizi merak ile okudum Serdar bey. Seyahatınız güzel olmuş. Çektiği resimlerinizde harika yazılarınızda. Teşekkürler. Agzınıza yüreğinize sağlik. Bizim ülkemizde dünyanın güzel yerlerinden sayılır yani Kırım'ıda ziyaret etmenizi isterdim. Umarım gelirsiniz kendi gözlerinizle görürsünüz ve Türkiyedeki soydaşlarımıza güzel güzel tarif edersiniz. Saygilarımla.

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Henüz Yorum yok

İlk yorumu siz yazın.

Yorum Bırakın

E-Mail adresiniz yayınlanmaz.







Yazarın Diğer Makaleleri