SICAK LAHMACUNLAR

SICAK LAHMACUNLAR

Babamın, eğitim denetçiliği görevinin, ailemize zorunlu yaşattığı tayin serüvenlerimiz, sonrasında  benim denetçilik görevlerimin gereği olan yurtiçi ve yurtdışı seyahatlerim, eğitim hayatımın bir kesitindeki Hollanda denizcilik akademisinin eğitim programlarındaki eğitim gezileri ve o tarihlerde üyesi olduğum Hollanda öğrenci birliğinin seyahat programlarındaki haftalık gezi turları, oğlumun İngiltere’deki eğitim hayatı vesilesi ile İngiltere’nin muhtelif kentlerine günübirlik geziler ve sonrasında onun Almanya’daki çalışma sürecinde birlikte yaşadığımız zaman diliminde Almanya içi ve çevre ülkelere seyahatlerimiz, İsveç’te yaşayan kardeşime ziyaretlerim ile İsveç’in farklı şehirleri yanında oraya komşu diğer İskandinavya ülkelerine seyahatlerimiz, müzik ve sanat içindeki yoğun faaliyetlerimin sonucu olan dernek ve korolarımın davet edildiği  yurtiçi ve konserler için yaptığımız muhtelif seyahatler ve tüm bunların ötesinde, en sevdiğim hobilerim listesinin neredeyse en başında yer alan “seyahat etme” tutkum ile üç yaşımdan bu yana şehir, şehir, ülke, ülke gezip duruyorum. Sanırım ABD ve Avrupa kıtasında bir kaç ülke dışında görmediğim ülke kalmadığı gibi hem ülkemin hem de birçok Avrupa şehrini kasabalarını hatta köylerini defaatlerle görme şansını da yakaladım. Ama ne yazık ki çok arzu etmeme rağmen Doğuya özellikle Ortadoğu’ya seyahat edememiştim. Bunun en büyük nedeni Ortadoğu ülkelerindeki yıllarca süren savaşlar ve iç siyasi karışıklıklar olması yanında oraları görme isteğimin Batı ülkelerini görme isteğimin önünde olmamasıydı. Oralara gitmek için mevcut olumsuz faktörleri aşma yerine “belki günün birinde“ şeklinde ötelemekle yetinmişimdir. Birde sanırım herkeste var olduğunu düşündüğüm bir his olan “kişinin kendi bulunduğu yerlerden daha üstün olan yerleri görme merakının”  bende de kuvvetli olmasının da görme öğrenme tercihlerimin başında Batının geldiğini itiraf etmeliyim. Hatta bu duygu gençlik yıllarımda görme ötesinde hayatımın kalan kısmını oralarda yaşama tutkusu şeklindeydi Bugün günümüzde  Ortadoğu ve ülke gençliğinin çok kuvvetli şekildeki  Batıda yaşama arzuları benzeriydi.

Ancak orta yaşlara eriştiğimde Batının makyajsız halini görünce ve içinde yaşayınca batının hem iklim koşulları hem de kültürünün yapıma pek uymadığını orada yaşamanın beni mutlu etmediğini idrak ettim.  Yaşamama en uygun ve mutlu eden yerin Vatanım olduğunu kesin kez idrak ettim. Batı bu noktadan sonra benim için sürekli yaşanması gereken mekan değil ilginçlikleri, farklılıkları öğrenilecek hoş zaman geçirilecek, kısa süreli zaman harcanacak yerlere dönüştü. Çünkü ülkemden başka bu kadar mükemmel doğu, batı sentezi harmonisi olan yer olmadığını anladım. Batı kültürüile yetişmiş olmama rağmen farkında olmadan Doğu, Batı kültür sentezinin tüm özelliklerinin ruhuma egemen olduğunu keşfettim. Ancak Lübnan Beyrut’un Hristiyan kesimini gördükten sonra Ülkemden başka böylesi bir yerinde mevcut olduğuna ve oranın da beni mutlu edebilecek sentez özelliklerine sahip olduğunu anladım ve mutlu oldum.

Böylesi bir açıklama garibinize gitmiş olabilir. “ Lübnan, Beyrut tamam da neden Hristiyan kesimi “ diyebilirsiniz. Müsaade ederseniz durun detaylı açıklayayım. Böylece ifademin  inançla , dinle ilgisi olmadığını ortaya koyayım. Gerek aldığım eğitim gerek aile kültürüm vasıtası ile çağdaş bir birey olarak Batının medeni ilişkileri, düzeni, temizlik kuralları, nezaket kuralları, yurttaşa verilen önem ve koruma politikaları, eğitim politikaları, bilime, sanata, kültüre verilen önem, refah, gibi üstün özellikleri aklı baliğ her çağdaş bireyin sahip olmayı isteyeceği değerler olduğu gibi bende bu değerlere ülkemin de sahip olması isteği ile yetiştim. Bu vesile ile bizlere bu hedefi veren, tesis ettiği çağdaş eğitimin mimarı olan büyük Atatürk’ü rahmetle anmak isterim. Öte yandan ülkemin ve kültürümüzün kazandırdığı misafirperverlik, merhamet, yardımlaşma, dostluk, vefa, yeme-içme kültürü, müziklerimiz, folklorumuz, adet ve ananelerimizin de benim için çok önemli olduğunun bilinci yanında bu coğrafyanın kazandırdığı sıcak kanlı ve tez canlı olma gibi özelliklerimin de kişiliğime, davranışlarıma, alışkanlıklarıma egemen olmuş temel özellikler olmasının da  batıya entegre olmamı  olumsuz etkilemiştir.

Kısaca sahip olduğum bu ana çizgilerden ve alışkanlıklardan asla kompleks duymayarak bunların benim için büyük kazanımlar olduğuna şükrederek kendimi daha zengin hissetmişimdir.

Doğuda; Suriye, Azerbaycan, Gürcistan, Kıbrıs, Lübnan’ın Müslüman kesimine yaptığım gezilerim sonunda ne yazık ki Doğu ve Batının birbirine olan üstünlüklerinin hepsinin bir arada olmasını istemek ve bu senteze sahip olmak arzumun olanaksız boş bir hayal olduğu kanaati oluşturmuştu. Ta ki Lübnan Beyrut’un Hristiyan kesimini görene kadar. Evet ısrarla “Hristiyan kesimini görene kadar” ifademin altını yine özellikle çiziyorum. Beyrut’un Hristiyan kesiminde benim yaşamımda asla olmazsa olmazlarım olan hem doğu hem batı kültürüne ait alışkanlıklarım yani Doğu modern Batı sentezinin çok güzel karışımını Beyrut’un Hristiyan kesiminde de bulunca o kadar sevindim, mutlu oldum ki bilemezsiniz. Demek ki bu iki tezatlar demeti yine bir araya getirilip güzel bir arajman olabiliyormuş dedim.

Oysa birkaç yıl önceki Beyrut’a yaptığımız ilk seyahatimiz biraz maceralı ilk günleri sıkıntılı geçmişti. Özellikle Beyrut’un Müslüman kesimini görmüş, şaşırmış, inanılmaz derecede geri kalmış kötü pejmurde ve çağdışı durumda olduğuna çok üzülmüş, ülkemizde böylesine bu kadar kötü ve  geri kalmış yerlerin bulunmamasına şükretmiştik. Hatta Müslüman kesiminde yaşadığımız tatsız olayları 2 Nisan 2016 tarihli yazımla sizlerle paylaşmıştım. Ancak ilk seyahatimde Beyrut’un Hristiyan kesimini de kısada olsa görmekten çok mutlu olmuş tadı damağımızda kalmıştı. En kısa süre de yakaladığım fırsatta yeniden gelmeye karar vermiştim. Bu fırsatı yakalamakta bir şanstı zira Moldova seyahatimdeki uçuş iptal bilgisinde büyük yanlışlık yapan havayolunun hatasını telafi etmek bir yerde  gönül almak adına eşimle bana hediye ettiği yurtdışı uçak bileti hakkımızı yine Beyrut için kullanmaya karar verdik.

Bu sefer ki Beyrut gezisi küçük grup olarak değil ilk seyahat yazımı okuyup etkilenen yakın dostlarımın isteğini de gözönüne alarak biraz daha büyük bir grupla gerçekleşecektik.

Grubun isteğini de dikkate alarak bu kez Lübnan gezimizi Beyrut’un dışına taşıracak diğer Lübnan’ın şehirlerini de görme fırsatı yakalayacaktık. Neşeli heyecanlı bir şekilde seyahatimiz başladı. Otelimizi bu kez daha bilinçli şekilde ve özellikle ilk Beyrut seyahatimde Müslüman kesimde yaşadığımız oyuna düşmemek üzere çok kontrollü belirledim. Beyrut’un Müslüman kesimi bu kez benim için “yok” hükmündeydi. Zaten o kesimde sefalet, kargaşa, kaos, güvensizlik dışında görülecek bir şey de yoktu. Otelimizi Hamra bölgesinden seçtim artık daha deneyimli bir Beyrut severdim. Çok şükür arkadaşlarım da kaldığımız oteli beğendiler. Tam çarşı içinde alışveriş yapılacak mağaza ve alışveriş merkezleri yürüme mesafesiydi. Otelimiz yakınında badem şekeri, badem ezmesi, ceviz ezmesi, el yapımı kurabiyeler çikolatalar yapan bir yer vardı ki benim gibi tatlıya, kuruyemişe hasta biri planlasa bu ikisini yan yana denk düşüremezdi.

Hemen bir önceki gezimden kazandığım dostlarla irtibata geçerek grubu gezdirecek bir minibüs ayarladık.

Kalacağımız sürede Lübnanı tanımak için en etkin bir gezi planı yaptık ve heyecanla uygulanmasını bekliyorduk. Herkes heyecanlı ve biran önce Beyrut’u tanımak istiyordu. Otelimiz sahil şeridine yürüme mesafesindeydi. Beyrut’un sahil şeridindeki kısmen İzmir kısmen İstanbul kıyı şeridindeki yürüme bantları muhteşemdi ve uzunluğu neredeyse 30 km civarındaydı. Bu bandı marinalar, dev uluslararası oteller, iş merkezleri, eğlence ve yeme içme mekanları süslemişti. Otelimize en yakın yoldan sahile ulaştık. Sahil bandı ışıl ışıldı. Halk medeni batı şehirlerini andıran bir görüntüde yürüyüş yapıyor, çay bahçelerinde, kafelerde, restorantlarda mutluluğu yakalamaya çalışıyorlardı. Çocuklar gibi neşeli coşkun tavırlarla son yılların moda davranışı olan grup özçekimi (selfisi) yapıyor, kendi ülkemize çok benzeş bir yerde olma duygusunun yarattığını mutluluk ve güvenin sonucu olarak yüksek sesle konuşuyor, şakalaşıyorduk. Bu özgür davranışı farkını muhtelif grupları Batılı ülke şehirlerinde gezdiren biri olarak net olarak gözlemlediğimi söyleyebilirim.  Oralarda sanki o kültüre uymak veya kültüre ters düşüp küçümsenmemek veya kınanmamak adına daha sakin ve daha düşük bir sesle konuşulduğunu, kısaca “temkinli grup psikolojisini” gözlemlemişimdir. Bu davranış biçiminin o gün orada ve o sırada yoktu ve bu bize bir güzel fırsatı yaratacaktı. Ki iyi ki

öyle oldu

Coşkuyla, neşeyle grup olarak selfi çekerken o sırada yanımızdan spor antreman kıyafetler içinde bir gençkız, keskin bir fren yapan araçgibi yanımızda durdu. Mutluluğu ve heyecanı gözlerinden taştığını gizlemeden bizlere Türkçe “ Türk müsünüz ? ” dedi. Sanırım benim gibi herkes zaten yabancı hissetmediğimiz o ortamda birinin Türkçe konuşmasını önce yadırgamadık, ama birkaçsaniye içinde Beyrut’ta olduğumuzun idraki ile böylesi güzel Türkçeyle hitap eden gençkıza  şaşırıp kaldık.

Bize sorduğu ikinci soru Türkiye’nin neresindensiniz ? sorusunu hep bir ağızdan yanıtladık ve hepimizle “hoş geldiniz” diyerek tek tek öpüşmek suretiyle sevincini, ev sahibi sıfatını en candan ve en samimi şekilde  ortaya  koyan bu gençkıza  doğal olarak soru sorma sırası bize geçmişti hep birlikte " Ya Sen ???? " dedik.

Bu “ Ya sen”  sorusunun altında “kimsin, nesin, nerelisin, burada ne yapıyorsun”  içeren sorumuza Hepimizin beklediği yanıt “ Türküm, İstanbul veya diğer bir şehirimizin adı ve burada bşu üniversite’de okuyorum” idi. Ama yanıtı öyle olmadı. Kendini tanıttı

 "Ben Tamar,  Beyrut’ta yaşıyorum. Türk değilim. Ben Ermeniyim.!!!!"

Bu yanıt ne yalan söyliyeyim hepimizi çok şaşırtan bir yanıt oldu ve şaşkınlığımızın ilk sebebi bu kadar güzel bir İstanbul Türkçesi konuşan kızın rahatlıkla “ ben Ermeniyim” demesiydi. Oysa gruptaki hemen herkes olumsuz Türk, Ermeni ilişkilerini ve bu nedenle son 40 yılda yaşanan trajedileri bizzat yaşamış olan kişilerdi ki Hepimiz Ermeni cephesinde biz Türklere karşı büyük husumet duyulduğunun çok iyi idraki ile böylesi kimliğin bu kadar uluorta yüksek sesle ortaya konulmasına şaşırması normaldi.  Hiç beklenmedik bir anda karşımıza çıkan dünya güzeli bir gençkız bizlerle karşılaşmış olma sevincini coşkuyla ortaya koyuyor, bizlere sarılıp öpüyor ve çekinmeden “Ermeni “ olduğunu açıklıyordu .

 Sanırım karşımıza çıkan bu genç kızın bir Türk yerine böylesi sevgi gösteren bir Ermeni gençi olması hepimizi daha çok etkilemişti. Bize “ Annem ve  babamla sizi tanıştırmak isterim . Ben akşam sporumu yaparken onlarda biraz ilerde sahilde oturup beni bekliyorlar” dedi.

 

Hepimiz itirazsız neredeyse bir km’lik bir mesafeyi yürüyerek katedip Tamar’ın annesi ve babası ile tanıştık. Anne ve babası Tamar kadar güzel İstanbul Türkçesi ile konuşamasalar da Türkçeyi  gayet güzel konuşuyorlardı. İşin ilginci Anne baba da Türkiyeye gidip gelmemiş onlarda büyüklerinden öğrenmişlerdi. Tamar Türkiyeyi hiçgörmediği halde kendi ifadesi ile bu kadar iyi Türkçe konuşmasını Türk dizi ve filmlerini çok seyretmesine ve çok Türkçe kitap okumasına borçlu olduğunu söyledi. Tamar Türkçenin ve kendi dilleri Ermenice ve Arapça dışında başkaca Latin dillerini de biliyordu.

Bizim onlara onların bize soracağı o kadar çok sıradan soru yanında sormak isteyip de soramayacağımız, ortamın uygun olmadığı sorular o kadar çoktu ki. Neyse ki Tamar çözümü buldu. Bize “yarın akşam ne yapıyorsunuz. İş çıkışında sizlerle görüşebilirmiyiz ?” dedi.  Benden telefonumu aldı.

Bizlerde “Elbette çok memnun oluruz. Ancak yarın günlük gezimiz var, Jeita’ya, Meryem ana kilisesine ve Biblos kalesine gideceğimizi söyledik. Hepimiz hepsi ile kucaklaşarak ayrıldık.

Gerek otele gelene kadar yol boyunca gerek otelin lobisinde konumuz Tamar ve anne babasıydı. Hepimizin nasıl etkilendiği ne kadar belliydi. Yorumlar yorumları kovaladı. O duygu sarhoşluğu ile ertesi güne geçtik.

Otelin kahvaltısı oldukça zengindi. Beyrutta olupta yeme mağduru olacağına ihtimal veremiyorum.  Her şey misli misli ve bol kepçe olduğunu yaşayarak görüyorduk.

Daha önce görmüş olmamıza rağmen özellikle Jeita mağaralarını yine görmek çok heyecanlandırıyordu. Damlataş mağaralarının çok etkileyici büyüsüolduğunu herkes tahmin edebilir ama Jeita mağarası kadar büyük ve içinde tekne ile dolaşanılanı  nadir veya tek  sanırım bu konuda gördüklerimin içinde etkileme sıralamasındaki ilk yerini henüz başka bir mağaraya kaptırmadı. Herkes en az bizim kadar Jeita mağarasından etkilendiler. 

Arkadaşlarımızda Ortadoğulu bir ülkenin önemli bir turistik mekanı olan bu dünya harikası mağaralarına nasıl gerekli özenin gösterildiğini bu çok değerli tabiat hazinesini korumak için nasıl tedbirler almış olduklarına bizzat şahit olup benim bu konuda yazdığım yazılarda ifade ettiğim üzere bizim yetkili makamların benzeri tabiat hazinelerimize karşı duyarsızlığı konusundaki eleştirilerimde ne kadar haklı olduğumda birleştiler.

Meryem ana kilisesi ve anıtına teleferikle çıkıp Beyrutu kuş bakışı seyretmek çok heyecan vericiydi. Bir dini merkezin nasıl ona yakışır bir özenle gezdirildiğine de bu gezi vesilesi şahit oldular.

Akabinde birinci yazımda paylaştığım o arkası kesilmeyen ikramların yeme eyleminden çok görsel şovlarıyla şaşırtan Beyrut menülerini görmek istediler. Bir yerde de beni bu konuda yazdığım yazımla sınayacaklardı. Gerçekten ikramlar anlattığım bir yoğunlukta mıydı? yoksa ben mi abartmıştım.?

Yazım da yer alan sunumlara hemen hemen çok yakın bir sunum ritüeliyle herkes  şaşkın ama çok mutlu şekilde Lübnan sofrasından tatminkar bir şekilde ayrıldı. Sanırım herkesin ortak fikir birliği bir kaç gün hiçbir şey yememe kararıydı. Otelimize döndüğümüzde herkes gezmeden yemeden içmeden yorulmuş vaziyetteydi. Resepsiyon görevlisi bana içerdeki salonumuzda sizi bekleyen misafirlerimiz olduğunu söyleyince. Acaba kim bu misafirler ? diye heyecanla içsalona geçtiğimizde ne görelim Tamar, annesi ve babası Garbis beyi bizleri bekliyor bulduk. Yine heyecanla kucaklaştık hepsiyle. Bu coşkulu karşılaşma seslerini duyan arkadaşlarımız da salona dolunca ortam bayramlarda Suriye sınırında birbirlerine kavuşan akrabaların buluşma sahnesine dönüştü. Bize süpriz yapmak adına sabahın en erken vaktinde grubumuzdaki bütün arkadaşlarımın her birine en az üçer tane olmak üzere özel hazırlanmış lahmacunları sıcak sıcak yememiz adına bizlerin otele varacağı saat tahmin edilerek yapılmış bir zamanlama ile sunulması karşısında nasıl duygulandığımızı anlatmanın gerçekten zor olduğunu anlayabildiğinizi

tahmin ediyorum.

Bize akşam öğünü olarak hazırlanmış bu koca lahmacun paketine hepimiz baka kaldık. Bu nasıl bir incelikti. Tam anlamıyla bizim Anadolu insanımıza özgübir davranışın ikiziydi. Bu insanlar bizden birileriydi. Ancak gezi sırasında bizler akşam yemeğimizi fazlasıyla yemiştik. Hem de o onlarca meze, ara sıcaklar, tatlılar, meyveler içeren yeme içme seremoniden sonra herkesin günlerce bir lokma bir şey bile yememeye karar vermişliğinden sonra. Bir tanesini bari ayıp olmaması babından yemeğe kalkıştıksa da kimsenin lokma yiyecek hali yoktu. Hatır için rol yapmaya da gerek olmadığını düşünerek onlara vaziyetimizi detaylı anlatınca gülerek olgunlukla karşıladılar. Ben “Arkadaşlar lahmacunları odama götürüyorum. Sabaha kadar bitirmezsem yarın öğle yemeğimiz Garbis abiden. Bu şahane görünümlü lahmacunların soğuk hali bile muhteşemdir. “ deyince herkes bu ifademi sevinç ve kahkaha ile onayladı. Tamar ve ailesi ile bir saatten fazla sohbet ettik. Belki bir daha görüşme şansı bulamayız diye bol bol hatıra fotoğrafları çektirdik. İstanbul’da tekrar görüşme temennisi ile ayrıldık. Hepimiz yorgun olmamıza rağmen hemen odalara geçip istirahat etme düşüncesindeyken onların bu sıcak jesti sonrası grup olarak salonda oturmaya devam edip onlar hakkında yorumlar ve insanlığı hiçbir faktörün değiştiremeyeceği din, dil, yer, mekan farkının insanların birbirini sevmesi yakınlaşmasının asla önüne geçemeyeceği hususunda hepimizdeki ortak duygu ve düşünceleri bir kere daha ifade ederek içimizdeki yoğun duygu birikimimizi bir nebze deşarj ederek mutlu olduk.

Ertesi günki programımız oldukça yoğundu. Bizlerinde daha önce görmediği Lübnan’ın diğer şehirlerini ziyaret ettik. Sizlere daha sonraki yazılarımda detaylı aktarmak istediğim Lübnanın bu geçmişte sıkça çatışmaların yaşandığı yerleşim yerlerini,  oralarda  yaşadığımız korkulu endişeli saatleri paylaşmak isterim.

Ama şunu kesin ve net ortaya koymak gerekirse ikinci Lübnan gezimizin kazandırdığı en önemli anı “Tamar ve ailesiydi” . Bu benim gibi daima barıştan yana olan, insanı asla kimliği ile değerlendirmeyen kişiler için hazine değerindedir. İşim gereği bir çok Ermenice şarkı bilmeme rağmen nedense Anadolu Ermenilerinin nadir Türkçe türkülerinden biri  olan “ Yeni duydum Ermenisen, Ermeni “ türküsü beni daha çok etkiler oldu ve hep Tamarlarla karşılaştığımız  anıyı hatırlattı.

EL ELE VER GİDAH PURUTHANAYA

El ele ver gidah Puruthanaya

Kurban olum seni doğuran anaya

Seni doğurdu beni de saldı belaya

Yeni de duydum sevdalısın sevdalı

Şu derdimin dermanısın dermanı

Ne durursun dağ başında ay kimi

Yanakları elma kimi nar kimi

Gel sarılak ikimiz bir can kimi

Yeni de duydum sevdalısın sevdalı

Şu derdimin dermanısın dermanı

Ermeniyiz meskenimiz toydadır

Rakı şarap Ermeniye faydadır

Varın bakın nazlı yarim nerdedir

Yeni duydum Ermenisen Ermeni

Bu gönlümün dermanısan dermanı

 

Serdar Taştanoğlu

Dragos Musıki Derneği Başkanı

     27.03.2020

 

20 Yorum

Birdal

Birdal

27 Mart 2020
Yazınızı ilgiyle ve zevkle okudum. İnsan kardeşliğinin sağladığı yüce duyguları sizin gibi ben de hissettim. "Ortadoğu'n
Dilek

Dilek

27 Mart 2020
Okurken lahmacunun kokusunu ve tadını hissettim gerçekten. Canım çekti :) kaleminize, elinize sağlık...
SEMRA TÜREL

SEMRA TÜREL

27 Mart 2020
Harika bukadar guzel dile getirilir. Altın kaleminize tesekkurler Sevgilerimle
Tamar

Tamar

27 Mart 2020
Beirütu bu kadar kendim bile anlatmadiğim Sevgili Serdar Beyin yazdiği Beirut seyhatini beni de dahil ederken ilk olarak
Necla Karataş

Necla Karataş

27 Mart 2020
Gitmiş kadar oldum Serdar hocam yine olağanüstü bir anlatım çok beğendim.
Selma Hepgül

Selma Hepgül

27 Mart 2020
Sn.Serdar Tastanoglu icinde bulundugumuz bu sıkıntılı donemde akici uslubunuzla yazdığınız makalenizi zevkle ve yasayara
Erdogan Kocaata

Erdogan Kocaata

27 Mart 2020
Hocam bir solukta okudum ..gozlerimden akan siviya engel olamadim...
Suna Selma Gülg

Suna Selma Gülg

27 Mart 2020
Serdar hocam elinize sağlık!! Yazınız bir harika! Tarih, coğrafya ve kültür kokuyor!! Ayrıca eğitici ve öğretici!! "Resi
Sebahat otay

Sebahat otay

27 Mart 2020
Keyifle okudum .Okurken oraları gezmiş gibi oldum. Ermeni bir ailenin sıcak davranışları da tabiki çok ilginç.Güzel bir
Ümran özbey

Ümran özbey

28 Mart 2020
Sayın Başkanım uslubunuz sayesinde zaten bir nefeste okuyoruz. Tecrübe ve gözlemleriniz ülkeleri tanitma açınız ilede g
Türkân Özsaraço

Türkân Özsaraço

28 Mart 2020
Sayın Başkanım yüreğinize ellerinize sağlık yazınızı okurken kendimi oralarda hissettim. Çok mutlu oldum.Size çok çok teşekkür ederim.
Esin Tütüncü

Esin Tütüncü

28 Mart 2020
Sayın başkanım akıcı uslubunuzla bir solukta okudum görmüş kadar oldum teşekkürler
Necla Taş

Necla Taş

29 Mart 2020
Keyifle okudum Serdar hocam, sizin gibi düşünüyorum, insan insandır her zaman, dilin, dinin, ırkın önemi yoktur. TAMAR güzel genç kız ne güzel bir davranış sergilemiş, ailesiyle birlikte jestler hazırlamışlar, uzaktan'da olsa alkışlıyofum onları, sizide yürekten kutluyorum
Cansal Hiçyılma

Cansal Hiçyılma

29 Mart 2020
Ne kadar güzel anlatmışsınız..Beyruta isteyen gidebilir..görür. Ama asıl olan, dünya kardeşliğinin.. din ırk ayırt etmeden bireysel önemini birkez daha hissettim. Tamar ve ailesinin gösterdiği saygı ve sevgi, herşeyden önce insan olmanın gereği degil mi? Bana bunları birkez daha düşündürttüğünüz için size TEŞEKKÜR EDERIM Saygı ve sevgiyle
Emine Avci

Emine Avci

29 Mart 2020
Çok guzel anlatim adeta yasadim okurken yuregnize saglik
Armağan ümit çı

Armağan ümit çı

30 Mart 2020
Böyle değerli anılar, dostlar biriktirmek kolay kolay herkese nasip olmaz. Ne mutlu size Serdar hocam. Bizlerle bunu paylaştığınız için teşekkürler.
Şefika Erbaş

Şefika Erbaş

18 Nisan 2020
Bir çok şey yazdım ama hepsi kaçıvermiş ekranda nereye dokundum bilemedim.Kısa ve öz yazacak olursam yazılarınızı büyük bir hayranlıkla okuyorum.Sanki o anları sizle beraber yaşamış gibi zevkle ve heyecanla bir solukta okuyorum.Kaleminize sağlık yine lezzetli bir gezi notu.Diğer ling i daha okumadım mutlaka o da en az bu yazınız gibi lezzetli dir.Sevgiler.
Filiz M.ilemler

Filiz M.ilemler

22 Nisan 2020
Değerli Hocam Kaleminize veyüreginize sağlık okadar güzel yazmışsınız ki adeta sizinle birlikte Ürdünü gezdim. Tamara ve ailesinin davranışlarında buram buram anadolu insanının kokusunu hissettim. Çok teşekkürler.Sağlıkla kalın.
Zeynep C.

Zeynep C.

13 Temmuz 2020
Her zaman olduğu gibi muhteşem bir yazı. Sizinle birlikte Beyrut'u gezdim sanki. Selamlar...
Halit Çalışkan

Halit Çalışkan

19 Temmuz 2023
Serdar hocam yazılarınızı okurken sanki yaşıyoruz harika bir gezi olmuş keşke ben de bu gezide olsaydım diye düşündüm kısmet belki yine olur

Yorum Bırakın

E-Mail adresiniz yayınlanmaz.







Yazarın Diğer Makaleleri