KOMPOZİT
Sevgili okurlarım; bugüne kadar sizleri, seyahatlerimi esas aldığım ve bu seyahatlerimdeki kültürel ve sanatsal gözlemlerimi paylaştığım yazılarımla buluşturdum. Bir seyahat yazarının beslenme kaynağı olan seyahatleri kurursa ne yapar bir düşünün. Şöyle ki benim gibi yarım yüzyıl boyunca neredeyse her yıl birkaçı yurtdışına olmak üzere yılda en az on seyahati olan birinin 2020 Mart ve Nisan ayları seyahatlerinin “Korona illeti” yüzünden zorunlu iptal edilmesinden sonra yaklaşık kırk gündür izole yaşam tarzı ve müjde niyetine “Sabret. Bir kaç ay sonra yeniden eski hayat tarzına kavuşacaksın“ durumu da söz konusu olmadığına göre ve çok önceden alınmış, planları çok önceden yapılmış olan Mayıs, Haziran, Temmuz, Eylül, Kasım, aylarındaki yurtiçi ve yurtdışı seyahatlerime ait uçak biletlerimin bile açığa alınması zorunluluğu ve sonuç olarak yakın gelecekte ufukta görünür hiçbir seyahat şansı kalmamış bir seyahat yazarı olarak karşınızdayım. Ülkede ve dünyada yaşadığımız şu anki trajediler özellikle hayatını, sevdiklerini kaybedenler, işini, aşını kaybedenlerden sonra insan ister istemez tek sorunun bu seyahat edememe olmasına bile şükreder duruma gelebiliyor.
Kendi penceremden gördüklerimi, tespitlerimi, sorgulamalarımı sizlere aktarıp sizlerin iltifatlarına da alışınca bu normal olmayan süreçte yazacaklarımı çeşitlendirmem gerektiğini sadece yazılarımı seyahat, sanat ve kültürel ağırlıklı olmaktan çıkarak, geçmişteki yararlı olacağına inandığım tüm anılarım yanında her konudaki gözlemlerimi, tespitlerimi, araştırmalarımı da sizlerle paylaşabildiğim yazılar yazma kararını verdim.
Şimdi böylesi bir yazı ile huzurlarınızdayım. Beni eskiden beri rahatsız eden bir konu ve bu konuda geçmişte gerçekleştirdiğim küçük çaplı bir icraatımı sizlerle paylaşacağım.
Bir İstanbullu olarak beni rahatsız eden geçmişte hiç görmediğim, alışık olmadığım ancak zamanla bir iş kolu haline gelen çöp ayrıştırarak toplayanlardır. Günümüze çağımıza yakışmayan özellikle bir Ortadoğu ülkesi, bir Hindistan görüntüsünü anımsatan perişan, pejmürde, kirli çuvallı araçlarını çeken yine pejmürde kılıklı insan manzaralarını kastediyorum.
İstanbul’da çok eskiden at arabası ile “hurdalar alınır” diye dolaşanlar, yerlerini üç tekerlekli el arabası ile “hurda, eski alırım” diye bağırarak dolaşanlara bıraktı. Bir dönem de ise hurda eski karşılığı naylon eşya takası yapanlar türedi. Ancak çöpleri karıştırarak, çöpten ayrıştırarak para eder olanları toplayanlar olarak ilk kez “Roman” tabir ettiğimiz vatandaşlarımızı görmeyle başladık. Hazır yeri gelmişken Romanlarla ilgili bir yazı dizisi ile onları dile getirmeyi düşündüğümü de şimdiden paylaşayım. Romanlar; bu çöp ayrıştırıp, toplama veya para edecek hurdayı bulabilme konusunda öylesine tecrübeli oldular ki üstü kapalı kamyonetlerinin içini oyduktan sonra park etmiş veya arıza ile durmuş görüntüsü vermek suretiyle kimsenin ruhu duymadan aracın oyuk boşluğundan uzanılarak cadde ve sokak mazgallarının armut gibi toplanması şeklinde dahiyane yöntemler ortaya koyacak kadar mesleklerini en üst noktaya taşıdılar. Ancak beş altı senedir bu çöp ayrıştırarak, toplayan kişilerin kimliği tamamen değişti ve sektörde neredeyse hiç “Roman” kalmadı. Onlar yerlerini, gerek kıyafetlerinden gerekse konuşmalarından kolaylıkla başka uyruklardan oldukları anlaşılan gençlere bıraktılar veya bırakmak zorunda bırakıldılar. Zaten Suriye göçmen konusunun tavan yaptığı yıllardan bugüne kadarda bu iş kolunda başta Suriyeliler ve Afganlar olmak üzere diğer göçmenler egemenliklerini kimseye kaptırmadılar.
Çağdaş olma ülküsünü daima taşıyan çağdışı hiçbir olayı veya görüntüyü ülkesine ve insanına yakıştırmayan birisi olarak yıllardır rahatsız olduğum pek çok konudan iki husustan biri; Minibüs taşımacılığı diğeri çöp toplayıcılığıdır. İnsan hayatını hiçe sayıp tehlikeli araç sürüşleri, balık istifi taşıma görüntüleri, korna ile yolcu avlama ile yarattıkları ses kirliliği yanında yolcuya nezaket ve hoşgörüden yoksun tavırları birbirleri ile ölümüne yarışarak ve trafikteki sürücülere karşı en ufak tepkide elleri tornavida olan trafik terörünün başrol oyunculuğunu üstlenmiş şoförleriyle günümüz çok acı gerçeği “minibüs taşımacılığı” ile bu yazıma konu yaptığım çöp toplama arabaları ile gezen insanlar ve onlara bu özgürlüğü bahşeden sistemin uygulayıcıları sizlerce de çağdışı değil midir. İlkini kaldırmanın ve özellikle yerine ikame edilecek bir sistem koymanın tamamen finansman ve çağdaş belediyecilikle aşılacak büyük bir konu olduğunu kabul ederek şimdilik girmek istemiyorum. Ancak bu çöp toplama işi de en az onun kadar beni müthiş rahatsız etmektedir. Almanya, Hollanda ve İngiltere’de yaşamış biri olarak otuz yıldan bu yana oralarda oturtulan sistemin yani yerel yönetimlerin halka evsel atıkları ayrıştırdıktan sonra kapıya koyması için kurduğu sistem ve sisteme her yurttaşı sokup eğitip yol göstermesi bir yandan da bu amaçla halka düzenli olarak ayrıştırmada kullanacağı farklı torba veya çantalar dağıtması aksini yapanlara da cezai müeyyideleri uyguladığı sistemi yıllardır başarı ile sürdüklerine şahit olmuş biri olarak bizim 2020 yılında bile bunu hala neden beceremediğimizi yada başlayamadığımızı anlamakta güçlük çekiyorum. Bırakın çöp ayrıştırmayı yine Avrupa’da Amerika’da yıllardır uygulanan pet ve cam şişelerin depozitolu hale getirilip halkın bizzat kendisi tarafından makinalara bırakmak suretiyle çözüm bulduğu yani bir yerde halkın doğrudan geri dönüşümde aktif kılmasına entegre edilmesi şeklindeki başarılarına karşın bizim bunu bile uygulamamamız düşündürücü hatta sorgulanması gereken bir konu değil mi? Mantıklı yanıtı olan varsa kutlarım. Bu hususta temel sorun gerek yerel yönetimdekilerin gerek biz yurttaşların bu atıkların büyük bir gelir olduğunu kavrayamamamız mıdır? yoksa başka art niyetlerle bu işlere göz yummanın en tatlı ve karlı üstelik perde arkası bilinmeyen başka bir yol olması mıdır? Yönetimdekilerin masum yada masum olmaması bile yine bizlerle yani halkla illiyetli değil midir?. Biz bireyler olarak her konuda olduğu gibi bu konuda da olayı açık net görürsek ve bir irade oluşturursak yöneticilerimize çözüm bulduracak etkin bir güç olmaz mıyız. Bu konuda yani çöp ayrıştırılıp toplanması konusunda işin içindeki gelir boyutunu görebilirsek o perişan pejmürde görünümlü çöp toplayıcıların aslında bu işin kuklaları, zavallı figüranları olduğunu, perde arkasındaki el ele vermiş baron-yönetim ilişkilerini görebilirsek daha net ve objektif bir irade oluşturabiliriz. Bakın sizlere bu konuda yaşadığım iki anımı paylaşmak istiyorum. Birincisi yıllar önce Avrupa yakasında otururken Anadolu yakasına taşınmam sonucunda esas görevim dışında ortaokul öğrencilerime özel İngilizce dersleri verdiğimden ve öğrencilerimin Beşiktaş, Gayrettepe, Etiler, Akadlar ve Tarabya da oturmaları yüzünden iki ara iki dere durumu gibi bende iki kıta arasında kalmıştım. Özellikle bazı günler geç saatlerde biten derslerim sonrası eve dönüşte toplu taşıma vasıtası olmaması nedeni ile sadece iki seçenekle karşı karşıya kalıyordum. Taksi veya otostop. Taksi ekonomik olarak üstesinden gelebileceğim bir çözüm olmadığından, geriye kalan tek yol “Oto stop”tu. Eskiden yani terörün ve güvensizliğin olmadığı yıllar da “otostop” sevimli görülürdü. Aracı olan yardım sever halkımız namahrem kaygısı olmaz ise veya yeri varsa kesinlikle otostop yapanı veya yapanları aracına alırdı. Bende şahsen çok kişiyi aracıma aldığımı hatırlıyorum. İşte böyle bir gece eve dönüşümde yol kenarın da elimi kaldırdığım Kamyonet önümde durunca kapıyı açıp her zaman ki ifademi yönelttim “ Abi , Karşıya mı ?” dedim. Şoför de “atla” deyince kendimi şoför mahallinde bulmuştum. Kamyoneti orta yaşlı o zaman benden büyük bir ağabey kullanıyordu. Tanışma faslı sonrası benim gibi sormayı öğrenmeyi seven, merak eden biri olarak sorularıma başladım. Nerelisin soruma yanıtından sonra ne iş yaptığı soruma verdiği yanıtı şaşkınlıkla dinledim. Kendisinin birkaç yerde çöp toplama alanı olduğunu yaklaşık yüze yakın kişi çalıştırdığını bu işin çok karlı olduğunu ve sıfırdan başladığı bu işten elde ettiği gelirlerle bir yandan inşaat sektörüne de girdiğini anlatıyordu. Bu arada laf aralarından gittiği ve tatilini geçirdiği yerler hakkında verdiği bilgileri yakalıyordum. Ailesiyle gittiği yerler, kendisinin gittiği “Rusya” ! gibi yurtdışı seyahatleri o günün şartlarında öyle sıradan esnafın bileceği yapacağı şeyler değildi. Bu bey gerçekten mali olarak işi bitirmiş, akıllı biri olduğunu ortaya koyuyordu. Bana da verdiği öğüdü hiçbir zaman unutamam. “ Bak kardeşim, daha gençsin böyle gece vakitleri zor şartlarda öğretmenlik işini ile ne uğraşıyorsun. Bırak bu işleri. Bizim işte çok para var. Böylesi işlere kafanı yor.” demez mi!! Haklı mıydı, haksız mıydı? o an inanın bir şey diyemedim. Hatırladığım husus şuydu. Aç bil aç otostopla evine dönmeye çalışan ben ile sıfırdan çöp toplatma işiyle zengin bir cahil bir arada tam anlamıyla Türkiye’deki sosyal ve ekonomik çarpıklığın fotoğrafını oluşturuyorduk. Eve gelince eşime yaptığım espriyi hala unutmayız. Ona “Bak biliyor musun, yakında ne olacak. Çok yakında zengin bir işadamının eşi olmaya hazırlan” demem üzerine “ Hayırdır, Piyangodan ikramiye mi çıktı” sözüne “Hayır. Ama mevcut görevlerimin hepsini bırakıyorum ve bundan sonra çöp toplama işine giriyorum” şeklindeki esprimi haklı olarak anlayamadı. Ne alakası vardı ki “ zenginlik ve çöp toplama işi”. Ancak yaşadığım olayı ve o abiyle aramızda geçen konuşmaları aktarınca olay çözüldü ve karşılıklı gülmeye başladık. Güldüğümüz aslında Türkiye’nin çarpıklığı, sistemsizliği, kuralsızlığıydı.
Diğer anımı da hemen paylaşarak bireysel kararlıklarımızla bile bir şeyler yapabilineceğine örnek olmak ve elde ettiğim çok eski bir gururu sizlerle paylaşmış olmak istiyorum. Bostancıda kirada otururken banka kredisi ile ev sahibi olmaya karar vermiştik. Ancak bütçemiz yani geri ödeme kabiliyetimize göre Bostancıdan bir ev alma şansımız olmadığını anlayınca bari başka bir semtte olsa bile hiç olmazsa manzaralı ve ferah olmalı şeklinde başladığımız arayışlar sonunda bugünkü dairemizi bulduk. O tarihlerde çevre çok bakirdi. Ancak dairemizin manzarası benim gibi bir İstanbul ve deniz aşığı biri için muhteşemdi. Dairemiz Dragos tepesi, Sedef adası, Büyükada, Heybeliada ve Burgaz adasını önü tamamen açık şekilde bir tablo gibi görmekteydi. Başkaca unsurlara odaklanmış eşimi sonunda ikna edip dairemizi satın aldık. Çok mutluydum. Bir süre sonra Dairemize taşındık. Hoş bir süre sonra da bu daireyi aldığım döviz kredisinden dolayı başımıza neler geldiği hususunu anlatmayı buradaki konuyla ilgisi olmadığından başka bir zamana öteliyorum. Nerede kalmıştım. Evet, Zaten sitenin tamamı yeniydi ve herkes yeni yeni taşınıyordu. Dairemize taşındıktan sonra aslında çok önemli bir hususu kaçırdığımız yada o heyecanla alıcı gözle bakmadığımızdan büyük bir hata yaptığımızı anladık. Evimizden doğruca karşılara bakılırsa hiç sorun olmaksızın muhteşem bir manzarayı seyredebiliyorduk. Ama aşağıya bakınca hemen yanımızın koca bir hurdalık olduğunu nasılda atlamıştık. Zaten bakmamaya çalışılsa bile hurdacıya gelen ve gidenlerin trafiği ve özellikle hacimli metal hurdaların, varillerin, şişelerin atılması, toplanması, nakliyesi ile oluşan ses kirliliği başlı başına bir rahatsızlık unsuruydu. Bu hususta ilk önce apartman yöneticisi beyle görüştüm. Ancak onun beni dinleyiş şeklinden konuyla ilgili yargısını, kanaatini hemen anlamıştım. Daha sonra “Ben ne yapabilirim ki “ diyerek son noktayı koymuştu. Bir süre sonra ise o yıllarda kömürle çalıştırılan merkezi ısıtma sistemi için aldığı kömüre ait hesaplarındaki çelişkiler yöneticinin dairesini satıp, tası tarağı toplayarak gitmesini gerektirmişti. Daha sonraları bu anıyı düşündüğümde olay ne kadar komik geldi. “kafası farklı işlere çalışan yönetici” ve ondan hurdalığın kaldırılması hususunda destek isteyen bir apartman sakini genç adam. Bu tezatı düşünüyorum da talebimin ona ne kadar fantezi bir talep geldiğini gülerek anımsıyorum. Ama o yıllarda ben bunu anlayamayacak kadar gençtim. Komşulardan da destek talebim karşılık bulmadı oysa ben onuncu katta oturuyordum. En az iki bloğun ilk altı katında oturan toplamda yirmi dört daire sakinleri başka hiçbir yeri görmeksizin hurdacıyı seyretmek zorundaydılar. Demek iş başa düşüyordu. Hemen çevre, doğa ile ilgili ne kadar kanun, tüzük, yönetmelik varsa ele aldım. Bunlardaki ilgili maddeler ve müeyyideleri atıfta bulunarak Valilik, kaymakamlık, bakanlıklar, Büyükşehir ve ilçe belediyelerinin ilgili kısımlarına olmak üzere ne kadar ilgili makam varsa birer şikayet dilekçesi yazdım gönderdim. Yanıt gelmeyen yerlere tekrar tekit yazıları yazdım. Sonunda bir gün belediyeden gelen ekipler Hurdacıyı mühürleyip, kapattılar. Bana da bu hususta bir yazı gönderdiler. Yanıt çok ilginçti kapattırma gerekçeleri tamamen görüntü kirliliğine dayandırılarak alınmıştı. Bu zaferi eşimle kutladık. Bu zafer ile bana destek olmayan iki bloğun ilk altı katındaki maliklerin dairelerinin mali değerini yüzde kaç artırdığımın hesabını yapıp yapmadıklarını bilmiyorum, ama bilmedikleri tanımadıkları ben onlara böylesi bir katkıda bulunmuştum. İşte bendeniz ta o yıllardan beri bu çöp toplama ve ayrıştırıp satma işinin büyük bir kazanç işi ve ne yazık masumane bir çöp toplama işi olmadığını bilmeme rağmen bu işe sosyal yardım gözlüğü ile bakanlara sosyal yardımın bu şekilde olamayacağını çöp toplatmada köle gibi çalıştırılan sefalet ordusuna göz yumularak yardım yapma şeklinin sosyal devlet anlayışına sığmadığını hatta böylesi bir göz yummanın bir gömlek ilerisinin “ engellemeyin bırakın çöplerden karınlarını doyursun garipler. Kime ne zararları var” demeye kadar gidebileceğini bile söyleyebilirim. Sanıyorum özellikle çöp ayrıştıran bu kaçak gençleri yararlı iş yaptıkları düşüncesi ile takdir eden hatta ekonomiye katkıda bulundukları için hoşgörü sevgisi ile neredeyse bağrına bile basmaktan kendini zor alıkoyanlar sayısı oldukça çok fazla. Oysa bu düşüncede olanların bu gençlerin halkın yani bizim malımız olan çöplerin belediye tesislerinde ayrıştırılmasından ve ekonomiye geri kazandırılıp belediye bütçesine ciddi bir girdi olmasını engellediklerinden sanırım bihaberler yada başka ifade ile bu çöplerin bu çocuklara toplatılması ile elde edilen gelirinin belediye bütçesi yerine birilerinin cebine girmesi olayının halka ait bir malın çalınması yada alınmasına göz yummağa eşdeğer olduğunu en masum ifade ile düşünememekteler yada görmek istememekteler. Bu düşünce ve bilgi eksikliği onlara bu olaya "masume bir iş", göz yummaya da insani merhamet duygusu gösterilen " hoşgörü ile bakmak” gibi gelmekte. Bu düşüncedekilerden kaç kişi Örneğin İstanbul Büyük şehir belediyesinin Kemerburgaz’daki atık ayrıştırma, geri kazanım fabrikasından haberdardır. Sanıyorum birçoğu değil. Bu teknolojik fabrikalar başkalarınca çöpün ayrıştırmasına gerek kalmadan geri dönüşüme yarayan maddeleri ayırabilmekte kalanı kompozit gübre yapıp yeşil alanlarında kullanmaktadır. Böylesi fabrikaların çoğalmasını zorlayacak bir halk iradesini ortaya koymak yerine onları görmezden gelmek ne kadar masumane olabilir. Yada ciddi sağlıklı bir sistem kurarak bu ayrıştırma işinin bu şekilde hem toplayıcıların hem de halkın sağlığını riske atmayacak şekilde şehir dışı merkezlerde korunaklı ortamlarda çalıştırılan gençlerle ama baronlar için değil belediye için yaptırılsa. Kesinlikle bu çocukların bu çöpleri birileri için toplaması demek belediyenin kazancını, özel sektörde ki bu işlerin baronlarına kazandırmasına tercihtir. Zaten bu çocuklar karın tokluğuna bu çağdışı işleri yapmaktadır. Mülteci yada kaçak oldukları ülkemiz de bir sonraki işlerine başlamadan önce yaptıkları ilk can simidi işlerden biri olduğundan bu iş bir yerde yasadışı bir sistemin parçası haline dönüşmüştür. Bu gençlerin her birinde özel dizayn edilmiş çöp taşıma aracını nasıl kimlerden temin edebilmektedirler. Bu garibanların böylesi bir aracı bulacak, yaptıracak parası var mıdır? Bir araştırma yazısında okuduğuma göre bu gençlerin yüzde doksanın da hepatit B mikrobu mevcuttur. Bakın çok değer verdiğim Ekonomi yazarı Ege Cansen geçtiğimiz yıllarda bu konuda Sözcü gazetesinde ne yazmıştı.
“Bu noktada toplumun tutumu çok enteresandır. Garibanizm edebiyatıyla olaylara yaklaşılmaktadır. Bir defa bu güzel bir tablo değil. Bizim şöyle bir tutumumuz var. Sıtmayla savaşılsın ama sivrisinekler ölmesin. İyi de başka nasıl savaşılacak? Bu çöpler kamyonlarla bir merkeze gitse. Sokak toplayıcıları da orada işçi olsa ve yine çöplerden ayıklama yapsa daha iyi değil mi? Toplumdan hemen zavallı, gariban adamlar hem çöplerimizi topluyorlar, hem şehri temizliyorlar. Bu ne gaddarlık' sesleri yükseliyor. Bu yanlış. Bunlar şehri temizlemiyorlar. Çöpleri bırakıyorlar. İçlerinden sadece işine yarayacakları alıyorlar. Sokaktan çöp toplama işi bir sektör haline gelmiştir, içinde mafyalaşma ve mahalle bölüşmeleri söz konusudur.” Yazar ne kadar doğru tespitler yapmış.
Çöpleri ayrıştırırken etrafa saçtıkları çöpler, açık bıraktıkları konteyner kapakları örneğin bir önceki Maltepe belediye başkanımızın gururla inşa ettiği devasa yer altı konteynerlerinin kapakları bu çocuklarca kolaylıkla açılıp tüm gün kapatılamadan açık kaldığı gibi diğerlerine göre daha korkunç görünümler ortaya koymaktadır. Oysa yapılırken çevre dostu olarak sunulan sözde yer altı konteynerleri şimdiler de görsel ve biyolojik çirkinliklerin baş aktörü oldu.
Başka bir yönü ise bu işte karın tokluğu ve zor şartlarda çalışan bu gençler hırsızlık başta olmak üzere başkaca kanunsuz işler için potansiyel kitle olmaya bu kanalla bulaşmalarıdır. Bu sektörü yöneten baronların başkaca işlerine rehabilite merkezinde stajyer durumu yaşamaktadırlar. Nitekim geçen yıl semtteki bir market kapısına beş dakika için bıraktığım o kısa sürede çalınan elektronik ses düzeneklerimin faillerinin kim olduğu marketin kamera sisteminden gördüğümde hepimiz şaşırmıştık. Kameradaki görüntüden süratle market kapısı gelen iki çöp toplayan gencin aparatlarımı süratle o koca çuvallarına atıp yine süratle uzaklaşmaları anlaşılıyordu. Emniyet baskısı sonrası çöp toplama merkezine gidip onlardan geri aldıktan sonra beni tekrar arayan polis eşyanızı geri aldınız değil mi ? sorun yok değil mi ? şeklinde ne güzel de teselli etmişti!!!. Böylesi bir olayı yaşadıktan sonra yine semtimizde büfe işleten esnaf dostumun kapısı önündeki buzdolabının bu çöp toplayıcılar tarafından çalındığını tespit ettikten sonra emniyet güçleri vasıtası ile geri iade edilmesine hiç şaşırmış olabilir miyim? Bunlar bizim yaşadığımız olaylar başkaca neler yaşandı, yaşatıldı ve yaşatılacak bilmiyoruz. Üstelik bu gençler İstanbul’un her semtindeki, her mahallesindeki marketlerde rahatlıkla alışveriş yapmaktalar o kirli elleri ile reyonlardaki her şeye dokunmaktadırlar. Abarttığımı düşünenler denk geldiklerinde şöyle bir izlesinler. Hatta maske ile markete girme zorunluluğu yaşadığımız bu günlerde semtimdeki bir markette maskesiz eldivensiz olmaları nedeni ile ben dahil mevcut müşterilerce Market yetkilisine kızdığımızda, ondan aldığımız yanıt düşündürücüydü “ Haklısınız. Ama o kadar çoklar ki. Laf, söz anlamıyorlar. Hangi biriyle baş edelim. Şaşırdık kaldık. İnanın, bizde usandık“. Herkes haklıydı biz tepki verenler, bu garibanlar ve market yöneticisi hepimiz kendi çapımızda haklıydık. Bu garipler haklıydı zira bu ülkeye ellerini kollarını sallayarak kaçak olarak gelmişler kimse onlara bir şey dememişti. Meşru gelen mülteciler varken bunlar birazcık üvey evlat kalmışlardı. En büyük şansları en azından destek görmeseler de köstek görmüyorlardı. Bu durumda onların ne maske, ne eldiven bulacak kabiliyetleri, ne dilleri veya ne de olanakları vardı. Devlete otuz yıl hizmet etmiş ben bile maske bulamazken onlara ne diyebilirdik ki. Market yöneticisi de haklıydı sorun onları aşıyordu. Bu sorun hepimizin sorunuydu. Ama artık bizler hem bu çağın ve şehrin bilinçli bireyleri hem de eskiden mazeretine sığındığımız üzere ne yapalım deme lüksümüz kalmayanlar olarak bundan böyle “Korona sonrası” diye yeni bir devir başladığından artık sadece çağdaş olmaya çalışmayacak hijyenin en önde olduğu bir yaşamı birlikte tesis edeceğiz.
Serdar TAŞTANOĞLU
18.04.2020
Yazarın Diğer Makaleleri
- 21 Haziran 2024 CAIRO CONCERT AND TRAVEL NOTES
- 18 Temmuz 2023 MASAL DİYARI JEİTA BEYRUT ANILARIM
- 29 Mayis 2023 HÜLYA, BOĞA KUYRUĞU KEBABI VE DON KİŞOT-2
- 02 Mayis 2023 İSTANBUL ANILARIM IV
- 02 Mayis 2023 İSTANBUL ANILARIM III
- 19 Eylul 2016 BİR HASTAYI KURTARDINIZ
- 05 Ekim 2022 BİR KURABİYENİN PEŞİNDEN
- 05 Agustos 2022 KIBRISLIM, AŞKIM (Ömer Lütfi Taştanoğlu Anısına)
- 07 Mayis 2022 CANIM ANNEME VEDA
- 13 Ekim 2021 İNGİLTERE ANILARIM 1
- 20 Mayis 2021 AZERBAYCAN ANILARIM 4 BAKÜDE SON GÜNLER
- 10 Mayis 2021 AZERBAYCAN ANILARIM 3 TARİHİ TÜRK ŞEHRİ ŞEKİ
- 16 Nisan 2021 BİZİMKİ BİR AŞK HİKAYESİ
- 18 Mart 2021 AZERBAYCAN ANILARIM II BAKÜ
- 08 Mart 2021 AZERBAYCAN ANILARIM I
- 17 Ocak 2021 HIZIR
- 03 Agustos 2020 AHMET, FRANSIZ GUYANASI VE KİBİR
- 12 Temmuz 2020 KEMER
- 03 Temmuz 2020 KORKU ,ÖZÜR, SELAM
- 28 Haziran 2020 SİYAH KOT
- 13 Haziran 2020 SARI, KOCA GÖBEK, SARIEFE VE PUDİNG
- 05 Haziran 2020 NEFES ALAMIYORUM I CANT BREATHE
- 04 Haziran 2020 ÇEVRE BIKMADAN USANMADAN DÖVDÜK ONU HEM DE EVİRE, ÇEVİRE
- 31 Mayis 2020 BU GÜN BENİM DOĞUM GÜNÜM
- 18 Mayis 2020 18 MAYIS KIRIM SÜRGÜNÜ ANISINA
- 16 Mayis 2020 TANRININ TÜRK MİLLETİNE LÜTFU
- 20 Nisan 2020 KOMPOZİT
- 27 Mart 2020 SICAK LAHMACUNLAR
- 12 Aralik 2015 Şefkati дядя (русская версия)
- 27 Aralik 2016 OUR PASCAL
- 06 Subat 2019 PRİZREN KAHRAMANLARI II
- 30 Ocak 2019 PRİZREN'İN KAHRAMANLARI I
- 27 Agustos 2018 HOŞGELDİN BABACIĞIM II
- 14 Temmuz 2018 HOŞGELDİN BABACIĞIM I
- 14 Mayis 2018 İSTANBUL ANILARIM IV
- 13 Nisan 2018 İSTANBUL ANILARIM III
- 09 Ocak 2018 İSTANBUL ANILARIM II
- 02 Aralik 2017 İSTANBUL ANILARIM I
- 26 Agustos 2017 CAN ÇEKİŞEN ADA ATLARI...
- 21 Agustos 2017 DESPİNA, EVDOKSİYA, ANASTASYA, KATRİN, MARİ,BAJRAKLI CAMİJE
- 04 Agustos 2017 KAPTAN MR. DİK
- 20 Temmuz 2017 HVALA SARAYBOSNA
- 06 Mart 2017 HÜLYA, BOĞA KUYRUĞU KEBABI VE DONKİŞOT 1
- 20 Aralik 2016 ŞİŞLİLİ TALİN'DEN … TALİNDEKİ MARİKA'YA
- 28 Kasim 2016 PERSONEL ÇALIŞTIRMAYAN GÖZDE OTEL
- 21 Ekim 2016 KRALİÇE'NİN BALIĞI-2
- 14 Ekim 2016 KRALİÇENİN BALIĞI
- 19 Eylul 2016 BİR HASTAYI KURTARDINIZ
- 05 Eylul 2016 MEZARLIKTA HATIRA FOTOĞRAFI
- 20 Agustos 2016 EVİMİZ MÜSAİT BURADA KALIN.
- 06 Agustos 2016 BİSİKLETLİ MİLLİ EĞİTİM BAKANI VE SARHOŞ GEYİKLER
- 15 Temmuz 2016 ALEPPOLU İSMAİL
- 27 Haziran 2016 BURADA KALSANIZ OLMAZ MI ?
- 30 Mayis 2016 OTOBÜSTEN AŞAĞI İNSİN...!
- 30 Nisan 2016 MR BENTHEİM VE SAADET ABLA
- 02 Nisan 2016 MASAL DİYARI JEITA
- 13 Mart 2016 CANIM ANNEME VEDA....
- 05 Mart 2016 DUBLİN'DE YANIK SESLİ KIZIMIZ ASLI STOKES
- 15 Subat 2016 EFE, VENEDİK-TRİESTE-RİJEKA-ZAGREP
- 27 Ocak 2016 MR FESSBENDER
- 22 Ocak 2016 ÖN YARGI
- 12 Ocak 2016 VANLI GÜZEL KARDELEN
- 03 Ocak 2016 ZEYTİNBURNULU AUDREY ALANYALI PHİLİP
- 27 Aralik 2015 BİZİM PASCAL
- 17 Aralik 2015 RESİM ÖĞRETMENİM
- 12 Aralik 2015 ŞEFKATİ AMCA
- 05 Mart 2016 MUSIKİ DERNEKLERİNİN SORUNLARI 1
15 Yorum
Halit Çalışkan
20 Nisan 2020Suna Gülgüden
20 Nisan 2020Ayla
20 Nisan 2020Nazife Sefer
20 Nisan 2020Nasuh Kaya
20 Nisan 2020Nasuh Kaya
20 Nisan 2020ERTUĞRUL ÖZBAĞ
20 Nisan 2020Filiz Alkan
20 Nisan 2020Ümran
20 Nisan 2020Sonay Ovissi
21 Nisan 2020Yusuf Aydan Mut
21 Nisan 2020Derya Şahinalp
21 Nisan 2020Kadriye Baysa
21 Nisan 2020Ayşe Sakallı
16 Mayis 2020Şefika
13 Temmuz 2020