RESİM ÖĞRETMENİM

RESİM ÖĞRETMENİM....      Anılarım...

Bu haftaki yazıma özellikle genç öğretmenlerin ve sanatın bir dalında yeteneği olan çocuklara sahip velilerin dikkatle okuması önerisinde bulunarak başlamak istiyorum. Nedenini yazımın sonunda zaten kendileri bulacaklardır.

Eğitime Çanakkale Cumhuriyet İlkokulu nda başladım. Ancak ertesi yıl babamın eğitimci olması nedeni ile Çanakkale nin şirin ilçesi Biga ya taşındık ve oradaki Sakarya İlkokulu nda devam ettim. 3. Sınıfa başladığımızda sınıf öğretmenimiz Rahmetli Hasan TUNA; bize şu müjdeyi verdi: '' Evlatlarım 3. sınıf çok önemli, okulumuzda yıllar önce çok değerli öğretmen arkadaşımız vardı ve 3. Sınıfı okuturken vefat etti . Onun çocuklarından biri yetişkin bir iş sahibi olunca , babasının anısı için 3. sınıfın en çalışkan öğrencisine değerli bir kol saati , 2.ncisine ansiklopedi, 3. ncüsüne de boya takımı vermeyi vaat etti. O nedenle hepiniz bu ödülleri almak için çok çalışacaksınız. '' dedi.

Lafı uzatmayayım, ben o yıl 3. sınıf birincisi olarak tüm okulun huzurunda, bahçedeki kürsüye çıkarıldım ve sınıf öğretmenim koluma saati taktı. Kalbim yerinden çıkarcasına atıyordu ve okuldan sanki omuzlarda çıktım, mahalleli çocuklarla Biga nın o iri taşlı sokaklarından koşarak ben de aralarında uçarak, bizim evin önüne bir yumak olmuş vaziyette geldiğimizi hatırlıyorum .

Benden önce mahalleli çocuklar anneme “Süheyla teyze, Serdar okul birincisi oldu" bağırıyor, coşkularını dile getiriyorlardı. Acaba o zamanki kirlenmemiş duygular içinde hasetlik kıskançlık yok muydu ? diye düşündüğüm çok olmuştur. Başarım sanki bizim mahallenin başarısıydı, herkes ya öpüyor ya kafamı okşuyordu. Arkadaşlarım gururla saat kutusunu etrafa gösteriyorlardı. Belki de bugün benim başarının kenetlenmiş bir ekip ruhuyla elde edinileceğine inancım, başarıya kıskançlık duymamamın başlangıcı ilk beslendiğim yerler, çocukluğumuzun geçtiği bu saf temiz duyguların kenetlendiği dönemlerdi. Ve Küçük Biga da sanki bir flim yıldızı olmuştum. Yolda geçerken çoğu kez duyuyordum, “bak şu saati alan çocuk. Çok akıllıymış. '' Bazen de durdurup saate bakmak isteyenler oluyordu. Oysa saat kolumda değildi, nasıl kıyabilirdim eskimesine, saatim benim için bir hazine değerindeydi ve evde kutusunda saklıydı. Arada (yani her gün) açıp bakar,arkasına incecik kazınarak yazılmış yazıyı okurdum. “Öğretmen Niyazi ÜZEL armağanı “ …

Biga daki şöhretim kısa sürdü. Babamın tayini İzmit e çıkmıştı. Hem buruk bir acı hem de korkunç bir merak ve heyecan vardı içimde; İzmit nasıl bir yerdi.? Yeni arkadaşlarım okulum, öğretmenim kimler olacaktı..? .

Nihayet İzmit e yerleştik ve yeni okuluma başladım. Biga daki siyah önlük, burada lacivert olmuştu, yakalık yine beyazdı ama farklı bir şekildeydi. Kısa sürede okula ve yeni arkadaşlarımla kaynaştım. Gerek okuldan gerek mahalleden bir sürü yeni arkadaşım, çevrem oldu ve hemen sınıfın çalışkan öğrencilerinden biri oldum. Nihayet 5. sınıfa geldiğimde yine bir müjde geldi: “Yıl sonunda bir burs sınavı vardı '' . Ankara daki Özel Yükseliş Koleji ilk kez yatılı burslu öğrenci alacaktı. Yaklaşık 30 civarında alınacak burslu öğrenci sayısını bu sınav belirleyecekti.

Yıl sonunda bu sınava girdim ve birkaç ay sonra önce sevindiren sonra kara kara düşündüren sınavın sonucu geldi. Bu sınavı kazanan Türkiye genelindeki 30 öğrenciden birisi olmuştum. Dediğim gibi önce çok sevindim ancak sonra Ankara ya yatılı gideceğim ve başta ailemden ayrı kalacağım korkusu sardı. 11 yaşındaydım; annemden babamdan kardeşlerimden ve arkadaşlarımdan nasıl ayrı yaşayacaktım ..? .

Kim çamaşırlarımı nasıl yıkayacak? Ne yiyip içecek, nerede nasıl yatacaktım '' ? Kim benimle ilgilenecek ve de en önemlisi evdeki sevdiklerim olmayınca kimlere sarılacaktım. ? Oysa herkes bana ne kadar şanslı olduğumu, tüm eğitim, kıyafet masraflarımın okul tarafından verilecek olması, üstelik kolejde okuyacak olmamın avantajlarını anlatıp duruyordu. Tatmin olmasam da artık ok yaydan çıkmıştı ve yeni eğitim döneminde artık kolejli olmuştum.

Yatakhanede ranzanın üstünde yatıyordum. Her şey çok farklıydı arkadaşlarım benim İzmit teki arkadaşlarımdan çok farklıydı, buradakiler biz bursluların dışında genelde o günkü tabirle zengin çocuklarıydı, çoğu şımarık, yaramaz ve kavgacıydı. Biz bursluları bir sınıfta toplamışlardı. Ve bizlere Almanca eğitim verilmeye başlandı, bu benim için ilk hayal kırıklıydı oysa ben İngilizce eğitim alacağımı sanıyordum ve Almanca nın telaffuzunu hiç sevmiyordum. Hem okul müdürü hem de Almanca öğretmenimiz olan “ Öğüt Hocaya '' gidip bana kızmamasını, onu çok sevdiğimi ancak benim İngilizce öğrenmek istediğimi hatta İzmit ten gelirken yanıma İngilizce sözlük getirdiğimi,yüzlerce kelime ezberlediğimi söyledim.

Orta 1 ve de burslu bir öğrencinin odasına kadar gelip onunla böyle pazarlık etmesine oldukça şaşırmıştı, gerçekten de kimsenin cesaret edemeyeceği şeyi yapıp doğrudan odasına gitmiştim. Bana Almanca öğrenmenin yararlarını anlattıysa da ikna edemedi ama tüm bursluların bir sınıfta, diğer sınıfların genelde yatılı olmayanlar olduğunu izah etti . Ben İngilizce eğitim olan bir sınıfta olma isteğimde ısrarcı oldum. Sanırım kararlılığımı anladı ve beni İngilizce eğitim yapılan sınıfa verdiler.Bu sınıfta benim dışımda diğer tüm öğrenciler gündüzlü idi ve gerçekten varlıklı aile çocuklarıydı. Başka bir handikabım daha vardı; ya resim, ya müzik dersi seçilecekti. Oysa ben ikisini de istiyordum. Ama ikisine birden devam etmenin olanaksız olduğunu idrak ettim ve resim kısmı ağır bastı; bir de sanki müziği duyarak dinleyerek sürdüreceğimi resimde ise bazı teknikler öğrenebilmek için ders almak gerektiği düşüncesi de etkili oldu. Artık mutluydum İngilizce ve resim derslerine kavuşmuştum.

Kısa sürede dikkat çekmeye başladım, özellikle resim dersinde harikalar yaratıyordum. Gel gelelim Resim öğretmenimiz genç bir bayan öğretmendi ve sürekli boyalar kağıtlar, tuvaller, resim kalemleri, yapıştırıcılar, kesilmiş ahşap kütükler vb. getirmemizi istiyordu . Çok ama çok zordaydım, resim derslerini iple çekiyordum ancak maddi anlamda tıkanmıştım, burslu öğrenciydim ama burs kapsamına bu çeşit sair masraflar girmiyordu ve ben de İzmit ten ailemin gönderdiği harçlıklarla bunları karşılamaya çalışıyor, gönderilen harçlığı özellikle resimde istenenlere harcamak için haftasonu okulun çevresinde el arabasında satılan yatılı okul yemeklerinden bıkan bizler için muhteşem bir lezzet olan “ tükrük köftesi '' ya da karşıdaki kuruyemişçiden almayı sevdiğim '' şekerli leblebiyi '' bile almıyordum. Kimsenin malzemesini kullanmayacak veya ödünç istemeyecek kadar da gururluydum .

Resim öğretmeni bazen eksik malzeme ile gelenlere kızdığında, ben olanaksızlıktan değil sanki unutmuş numarası yapıyordum ve bu rol de oldukça üzüyordu. Artık bir çözüm bulmalıydım ve babama mektup yazmaya karar verdim. Aslında onları da üzmek istemiyordum ama sonunda mektubumu yazdım. Özetle “resim derslerinde istenen malzemeleri alamadığıma '' ve bana gönderilen harçlığın iki misline çıkarılmasını '' talep ettim.

Deneyimli bir eğitimci olan babam kolejde burslu okuma fırsatı yakalayan oğlu ile gurur duyarken; ev hanımı olan bir eş, diğer iki çocukla yaşam mücadelesine, benim yüküm olmaksızın devam ederken böylesi bir mektup hem üzmüş hem kızdırmış olmalıydı ki, bu kez hemen okul müdürüne hitaben bir mektup yazmış. Sonradan detaylarını kendisinden öğrendiğim mektubunda “ benim oğlum çocukluğundan beri hep başarı göstermiş bir öğrenci, resme, müziğe yeteneği fazla ve sizin burslu sınavınızı kazanmış bir öğrenci iken 11 yaşındaki bir çocuğu daraltan resim malzemeleri konusu nedir.? Neden yatılı burslu bir çocuğa böylesi yükleniliyor ..? ifadeleri bulunan ve sorgulama yapan bir mektup döşenmiş. O sırada bendenizin bu mektuptan haberi olmadığından okuldaki mutat hayatıma devam ediyor, başta resim dersinin gelmesini iple çekerken hayatımda hatırlamak istemediğim o gün ile karşılaşıyorum. Ama o gün benim için belki de hayatımın önemli kavşaklarından biri veya bir dönüm noktası olacağından habersizdim.

Günlerden bir gün, resim dersinde başta ben mutlulukla öğretmeni beklerken kapı açıldı ve içeriye yüzü allak bullak bir öğretmen girdi. Hepimiz şaşkınlıkla bakıyoruz, o tahtanın başında çatılmış kaşları ile duruyordu. O da ne, gözlerini dikmiş bana bakıyordu. Ben gözlerimi kaçırıyorsam da tüm hiddeti ile bana bakıyordu. İçimden yanılıyorum galiba diye geçirirken sınıftan bir arkadaşın “ Bugün ne yapıyoruz '' gibilerden bir şey sorduğunu anımsıyorum. Aniden “hiç bir şey“diye avazı çıktığınca bağıran öğretmenimiz bu davranışı karşısında neredeyse sıraların altına girecek korkuya kapıldık. Bu haykırışın ardından gelen bir emir kulaklarımda patladı:“ Serdar çabuk tahtaya gel “

Tahtaya nasıl gittiğimi hatırlamıyorum, tek hatırladığım bacaklarımın ben de olmadığı idi, onları zapt edemiyordum. Öyle titriyorlardı ki durduramıyordum ve bana “Sen ne terbiyesiz, ne ahlaksız, ne aptal çocuksun “ ile başlayan hakaretleri sıralıyordu. Arkasında “ beni ne hakla gammazlarsın, ne hakla şikayet edersin, okul müdürünce uyarılmamı sağlarsın, ne zavallısın, madem paran yok bu sınıfta, bu okulda ne işin var, yanından sağından, solundan istesene“ ifadelerinden sonra “defol yerine '' demesi ile son bulan konuşması akabinde sırama kapanıp katıla katıla ağlamam bir oldu.

Tüm sınıfın gözü üzerimdeydi, o kadar kötü durumdayım ki benim gibi orta halli bir aile çocuğunu ne işi var kolejde ? Ne işi var bu zengin şımarık çocukların arasında ? Ben bu aşağılanmayı neden niçin hak ettim? Ben nasıl dilenip diğerlerinden malzeme isteyebilirdim ki ? şeklindeki duygu ve düşünceler içinde boğuldum ve ders bitti.

O zille benim Yükseliş Koleji ndeki kolej hayatım, resim dersim, resim aşkım da beraberinde bitti. Oysa henüz okulun kapanmasına 4-5 ay vardı. Her şeyi göze alarak ben bir daha ne resim öğretmenimin yüzüne baktım, ne de söylediği ödev veya görevleri yaptım ve ben sanki resim dersinde yoktum. Ne öğretmen benle ilgilendi ne ben onlarla. Sanırım öğretmen ya başına iş açmasın diye ya da olay soğusun ve kapansın diye benim protestomu isyanımı yönetime aksettirmedi . Aslında ben de bu restimi ne aileme ne de okul yönetimine aksettirdim. Resim dersinde camdan dışarı bakıyordum ya da başka ödevlerimi yapıyordum veya tuvalete gidiyormuş gibi çıkıyor köşe bucak saklanarak dersin bitmesini bekliyordum, bazen tuvalette bile ders zilinin çalmasını bekliyordum.

Ve o eğitim döneminin sonuna geldik; resim dersinden zayıf verilmemişti böylece sınıfı geçip yaz tatilinde İzmit e ailemin yanına döndüm. Orada olduğumda çok mutluydum zira bu öğretmen beni sadece resim konusunda hayal kırıklığına uğratmamıştı, kolej hayatı ve yatılı okuma hayatımı da söndürmüştü. Babamdan korktuğumdan önce anneme konuyu açtım: “Anneciğim, Ankara ya Koleje dönmesem ne dersin. '' dedim. Annem çok duygusaldır, yüzünde güller açtı: “Çok sevinirim, sen zeki akıllı çocuksun, nerede okusan iyi bir adam olursun, gurbetlik bana da zor geldi “ dediğinde annemle kucaklaştık. Arkasından '' Annecim ne olur babamı ikna et o zaman '' dedim . Kardeşlerim de Ankara ya dönmemi istemiyorlardı ve hep birlikte tüm yaz tatili boyunca babamı ikna ettik ve babam sonunda “Peki, İzmit te oku “ şeklinde son kararını açıkladı.

Babama şükran borçluydum, beni küçük düşürülmüş bir yerden köreltilmiş resim aşkımdan kurtarmıştı, ona bu kararına olan şükranımı başarılarımla göstermeliydim ve Orta 2. Sınıfa İzmit te başladım . Kolejden gelen bir öğrenci olarak İngilizce dersinde sınıf birincisiydim, diğer derslerim de mükemmeldi ve resim derslerinde sınıf renkli kalemlerle resim yaparken ben resim öğretmenime geçen yıldan elimde tuval ve yağlı boyalarım olduğunu yağlıboya çalışmama müsaade edip etmeyeceğini sordum.

Şaşkınlıkla “yağlıboya mı çalışıyorsun“dediğini hatırlıyorum; ilk tablom adı “Çanakkale geçilmez '' di ve okula asıldı. Başta resimle sonra da müzikle yaşadığım aşk İzmit ten Bursa ya sonra da ailece tayin olduğumuz Ankara ya kadar devam etti . Ancak liseyi bitirdiğimde ne güzel sanatları, ne konservatuarı tercih etmem için bilinçaltı korkum kaybolmamıştı. Karşıma Yükseliş Koleji ndeki resim öğretmeni gibi hak etmediğim bir hayal kırıklığını yeniden yaşatacak birileri çıkabilirdi ve babamın “ya iktisat ya da hukuk oku '' tavsiyesini hiç itiraz etmeden kabul ettim. Ancak ilk işim yarım bırakmak zorunda kaldığım İngilizcemi geliştirmeliydim. Amerikan kültür, İngiliz kültür, özel kurslara aralıksız devam ederek İngilizcemi yarım bırakma acısından kurtuldum ve gün geldi Hollanda'da eğitimin İngilizce dilindeki Master bursunu kazanacak seviyeye getirdim.

Sonraki yıllarda da altı yıl gibi süre zarfında akşam saatleri ve hafta sonları onlarca öğrenci yetiştirdiğim özel öğretmenlik yaparak sonuçlandırdım. Resim tutkumu da iş hayatımdan kalan zamanlarda ara vermeksizin birçok atölyede ustaların yanında yer alarak yedi karma yağlı boya sergisi açacak noktaya getirdim. Bir sergiden de memuriyette ancak bir yılda elde edebileceğim kazanç elde ettim .

Liseli yıllarımda gezi ve tur organizasyonlarında hem muhtelif yerler görüyor hem de bunları insanlara göstermeye vesile olduğumdan onların mutluluğu ile besleniyordum. Müziği ise ritm ve ud çalıp, korolarda eşlik edecek korist ve solist olacak şeklinde sürdürdüm ve sonunda da Dragos Musıki Derneği'ni kuracak noktaya getirdim.

Hani çok sevdiğim bir söz vardır; "kötü komşu ev sahibi yaptırır." Benim bu hikayem biraz buna benziyor sanırım. İşte bu nedenle o kolejdeki genç resim öğretmenime '' ŞÜKRAN" borçluyum; belki de bu noktaya gelmemde beni körüklemiş kışkırtmış olabilir. Şimdi ben ona şükran duygumu ifade ederken aslında sanırım Tanrı benim yanımda olmuş ve beni kollamış. Ya aynı azmi iradeyi gösterememiş öğrenciler ne yapardı. Belki de benim hayatıma giren pedagojik bilgisi, empati duygusu yetersiz bu öğretmenin benzerleri yüzünden birçok yetenek yok oluyor.

Öğretmenlik gerçekten en önemli meslektir; konusu insan ve insanın hayatıdır. Ama sadece o insanın salt kendi değildir, eğitim verdiği o kişinin hayatını da şekillendirmektedir. Sosyal yaşantısı, toplum içindeki yerini ve son tahlilde de işin ucu ta ülkeye yararlı olup olmamasına dayanacak kadar önem arz eder. O halde Allah kimseyi hak etmediği öğretmenle karşılaştırmasın ve eğitim sistemimiz kabiliyeti olan çocukları değerlendirecek hale gelsin diyelim.

 

 Serdar Taştanoğlu

Dragos Musıki Derneği Başkanı

17 Aralık 2015 Perşembe

 

 

GONCA yorum yaptı...

Müzik Öğretmenim   24.01.2016

Bu aninizin benzerini ben de yasadim. Aynı sekilde amator bir kursiyerlik donemi secmiş oldugum resim bolumunde resim disïnda ahşap boyama, üç boyutlu çalısma onlar da guzeldi ne yazik ki istedigim o olmadığindan ve böyle bir durumla karşi karşıya gelmek benim hevesimi oldugu gibi bitirdi. İçimde ukde kalan müziğe amatör kursiyer elemanı olarak devam etmekteyim. Paylaşmak istedim. Yureginize sağlık.

 

TOMRU ÖNALP yorum yaptı...

Örnekler Bitmez!....12.01.2016

Serdar Bey, hikayenizi ve ifade kabiliyetinizi çok etkileyici buldum. Ne yazık ki bir çok insan eğitim hayatının herhangi bir noktasında bu tip öğretmenlere rastlarlar. Bizim bir mezunumuz 3. sınıfta iken (üstelik Alman vatandaşı) bir hocanın " senin bilim dünyasında yerin yok, bırak bu okulu git ne yaparsan yap" sözü üzerine yıkılmış bir durumda odama gelmişti. Çocuğun morali yerlerdeydi lakin notları da fevkalade durumdaydı. Ben bu öğrenciyi Fulbright bursuna başvurması için ikna ettim. Bu öğrenci şu anda doktorasını ;Amerika'da bitirmiş genç bir öğretim üyesi olarak güneydeki bir üniversitede göreve başlamak üzere. Bahsettiğim Alman hoca da daha sonra kendisinden özür dilemiş..........Öğrenci şimdi o hocayı dinlemediği için çok mutlu!!

VICDAN yorum yaptı...

Sayın:Serdar Taştanoğlu  09.01.2016

Anılar adlı yazınızda tüm insanlarin hayatını etkileyen ,okul hayatındaki yaşanan gerçekleri vurgulamışsınız.Evet bazı öğretmenlerin davranışları sizi en sonunda istediğinizi yapma şansı bulmuşsunuz ama herkes şanslı değil inanın.(Belki de benim hayatıma giren pedagojik bilgisi, empati duygusu yetersiz bu öğretmenin benzerleri yüzünden birçok yetenek yok oluyor.)asıl gerçek bu.

SALIHA yorum yaptı...

Sanat  09.01.2016

Size tüm içtenlikle başarılar diliyorum arada bende ruhumu dinlendirmek amaçlı bir şeyler karalıyorum inanırmısın dinleniyorum o bile beni mutlu ediyor size ve tüm sanatla uğraşanlara başarılar diliyorum...

SEDA GÜLLER yorum yaptı...

"Tüm Çocuklar Sanatçı Doğar" Picasso  21.12.2015

Sevgili Serdar, Yazını( hikayeni ) Türk edebiyatından bir klasik tadında keyıfle okudum. Çok samimi ve dikkat çekici buldum. Bana direkt Picasso'nun 'tüm çocuklar sanatçı doğar, sorun büyüdüğümüzde nasıl sanatçı kalabileceğimizdır" sözünü hatırlattı. Bence sen bunu başarabilen nadir insanlardansın, sevgiler.

DÖNE GÜNLÜ yorum yaptı...

Sanatçı Herzaman Duygusaldır, Duyarlıdır  18.12.2015

Güzel bir hayat hikayeniz varmış. Soluksuz ve merak içinde okudum ve kendimden de kesiter gördüm. Kaleminize ve yüreğinize sağlık

EZGI yorum yaptı...

Sevgili SERDAR TAŞTANOĞLU;  17.12.2015

Yazınızı okurken hem duygulandım hem de cok etkilendim.. Bence bu inişli çıkşlı güzel yaşanmışlıklar ben ve benim gibi genç nesillere değerli bir örnektir..Çünkü bu hikaye sabretmenin yolunun başarının kararlılığın azmi olduğunu gösteriyor aslında..Ancak sizi tanıyan insanlar sizin o güzel yüreğinizi bilir.Her alanda başarılı oluşunuza, merhametinize ve en önemlisi bir insanın kendisine, hedeflerine inanarak bir yolda yürümesi gerektiğinİ sunduğunuz için sonsuz teşekkürler.. Başarılarınız daim olsun.SEVGİLERİMLE..

UĞUR yorum yaptı...

Içtenlik  17.12.2015

Bu ani yı okurken bir nevze kendimi gordum matematik öğretmenim yüzünden bende matematik dersinden nefret etmiştim çok icten yazılmış ve öğretici olmuş. Tekrar tekrar okudum serdar beyin kalemine sağlık bir sonraki ani yı sabırsızlıkla bekliyorum

SERPIL SORKUN yorum yaptı...

Sevgilerle  17.12.2015

Serdar bey köşe yazınızı okudum gerçekten duygulandım şuda bir gerçek sizin ne kadar azimli ve tuttugunu koparan bir ögrenci oldugunuzu gosterir geçmişten gelecege bakarsak halen okadar azimli ve her işi başarıyla sonuçlandıran değerli bir örneksiniz.Yazınızı okurken kendim yaşamış gibi etkilendim ve sanki bir kitabın içinde kendimi buldum.Bu güzel yaşanmışlıkların devamını sabırsızlıkla bir sonraki hikayede bekliyorum.SELAMLAR VE SAYGILAR..

ADEM S yorum yaptı...

Harika Bir Yazı  17.12.2015

gerçekten çok güzel, bir çok ders alınacak bir yazı. kaleminize yüreğinize sağlık. öğretmenlik için ben ayrıca özel yetenek sınavı yapılması gerektiğini düşünüyorum. güzel sanatlar,konservatuvar gibi. çünkü en önemli sanat öğretmenlik.

Henüz Yorum yok

İlk yorumu siz yazın.

Yorum Bırakın

E-Mail adresiniz yayınlanmaz.







Yazarın Diğer Makaleleri