HVALA SARAYBOSNA

HVALA SARAYBOSNA

Bosna izlenimlerim...


Uzaktan bakıldığında yemyeşil tepelerin arasındaki bembeyaz görüntüsüyle sanki kıştan kalma, büyük bir kar yığınını andırıyordu. Oraya doğru hızla ilerlerken, araçta bulunan bizler; hiç ses çıkarmadan, soluklarını bile tutmaya çalışan, tehlikeli bir çığın oluşmamasına özen gösteren dağcılar gibiydik. Oysa o bembeyaz görüntünün yanına geldiğimizde, bu beyazlığın kıştan kalma bir kar görüntüsü olmayıp, beyaz mermer taşlara sahip, binlerce insanın, koyun koyuna yattığı bir şehitlik olduğu anladık. Şehitlik bembeyaz, tertemiz ve bakımlıydı.

Bu atmosferin içinde giren her ziyaretçi, sanırım bizler gibi ilk şoku atlattıktan sonra mezar taşlarını okumaya koyulacaktır. Taşlardaki bilgilerden, şühedanın büyük çoğunluğunun ölüm tarihlerinin 1991-1994 yılları olduğunu ve neredeyse tamamının 25-30 yaşındaki erkeklerden oluştuğunu görecektir. Bu korkunç acı tablo karşısında da gözyaşlarınız artık sizin kontrolünüzden çıkmaya başlayacaktır. Benim gibi hazırlıklı değilseniz, gömleğinizi ıslatacak kadar akmaya devam edecektir.

Burası; Bosna Hersek Cumhuriyetinin başkenti Saraybosna daki “ Kovaçi '' Müslüman şehitliğidir.
Hakkında oldukça çok kitap okuyup, dramatik filmler seyrettiğimiz, Trabeviç Dağı nın eteklerinde yer alan Saraybosna ya bu sabah gelmiştik. 1463 te Fatih Sultan Mehmet tarafından fethedildikten sonra yüz yıllarca Türk toprağı olan Saraybosna ile tanışmamız ne yazık hüzünle başlamıştı. Rehberlerimiz Kosova dan dostlarımız Abdurrahman ve Emel çifti ve küçük oğulları Burak tı. İşleri gereği Kosova dan buraya yerleşmişlerdi. Abdurrahman şehitlik hakkında kısa bilgi sunduktan sonra hep beraber Bosna-Hersek devletinin kahraman lideri Aliya İzzetbegoviç in kabri önünde, hem ona hem de şehit olan binlerce Boşnak Müslümana dua ettik.

Kim olursa olsun, aklı başında olan buraya gelince gözyaşlarına boğulduğu gibi “Bu kadar genç insan, neden ve niçin hunharca katledildi '' diye isyan etmeden duramaz. İnsanoğlunun birbirine yaptığı bu acımasızlığı, ne doğal afetler ne de hastalıklar yapmıştır. Bu şehitlikte; bir kimseye kötülük planlamamış sadece evine üç, beş kuruş kazanç götürme derdindeki pazarcılarla, evine ucuz bir şeyler alma amacındaki masum insanların bulunduğu “Pazar '' yerine atılan bombalarla öldürülenler, sapık, ruh hastası askerlerin dürbünlü silahlarla sadistçe tek tek avladığı masum insanlar, başta Srebrenitsa da olduğu gibi esir alınıp, acımasızca topluca katledildikten sonra bulunup toplu mezarlardan buraya nakledilen binlerce masum insan çoğunluktaydı.

Yemyeşil Saraybosna tepeleri arasında yer alan bu beyaz yamacın ne yazık ki burayı gezdikten sonra size artık “beyaz '' değil “kızıl '' görünmeye başlayacağından emin olabilirsiniz. Her birinden bir film konusu çıkacak buradaki yaşam ve ölüm hikayelerini dinledikten sonra ruhunuzda oluşan tramvayı atlatmak için bir süreye ihtiyaç duyacaksınız. İster istemez bu atmosferden sonra mecaliniz ve gezme isteğiniz kalmayacak. Abdurrahman, halet-i ruhiyemizi anlamış olsa gerek, “Haydi, hemen Baş çarşıya gidiyoruz. '' dedi. Yaşadığımız dramatik anlardan sonra Baş çarşı bize tam tabiri ile ilaç gibi geldi.

Baş çarşı gezimizle de bu kez sanki tarih kitabının kapağı açıldı. Bir zamanlar popüler TV dizisi olan “Zaman tünel '' inde olduğu gibi kendimizi bir anda 16.yüzyılın içinde bulduk. Baş çarşı buram buram Türk tarihi kokuyordu. Saraybosna daki birçok önemli yapıyı yaptıran Gazi Hüsrev Bey e ait camiler, hanlar ve medreseler bulunuyordu.

Baş çarşı ayrıca çok şirin ve güler yüzlü insanlarla doluydu. Kendi kendime soramadan edemedim. “ bunca acıyı yaşadıktan sonra insanlar nasıl hala hayata gülerek bakabiliyorlar.“ Demek ki Tanrı böyle bir gücü de bahşetmişti insanoğluna. Osmanlı döneminde 37 çeşit malın imalat ve ticaretinin yapıldığı Baş çarşı da, sokak ve cadde isimleri bile zanaatlara göre verilmiş. Çizmeciluk, Büyük Çurçiluk, Küçük Çurçiluk, Kundurziluk, Aşçiliuk, Kazadanciluk, Saraçi gibi.

Abdurrahman “Arkadaşlar buranın en güzel Cevabisini ( ızgara köfte) yapan lokantada öğle yemeğimizi yiyeceğiz, arkasından da tatlılarımızı yemek üzere çarşının en popüler pastanesine gideceğiz. '' diyerek sanki bizi istemeden üzmüş olmanın günahını çıkarmaya çalışıyordu. Gerçekten Balkanların hemen hemen tamamında köfte ve börek işi çok iyi yapılmaktaydı. Görme fırsatı bulduğum, Hırvatistan, Sırbistan, Makedonya, Kosova bu iki lezzet de “ en iyi biziz '' iddiasıyla kıyasıya yarışabilirler. Damak farklılığına paralel olarak ilk üç sıra kişiye göre değişebilir. Ancak benim için köfte ve börek lezzet sıralamasında Bosna nın birinci sırada yer aldığını diğer Balkan ülkelerinin de “burun farkıyla '' arkasından geldiği yönündeki kanaatimi hiç çekinmeden ifade edebilirim. Köfteyi kaymakla ilk kez yiyordum. Müthiş bir lezzet yumağı oluşmaktaydı. Allahtan porsiyonların büyüklüğünden, “bu müthiş lezzetli köftelerden biraz daha olsa yerdim '' diyecek durumunuz kalmadığı gibi “ bu kadar köfteyi nasıl yedim?“ diye kendinize şaşabiliyorsunuz.

Köfte yeme seremonisi bitince baş çarşı içinde yürüyerek ulaştığımız bizdeki 1980 li yıların dekorasyona sahip şirin ve temiz bir pastaneye girdik. Girişteki camlı buzdolabında sıralanmış tatlıların seçimi konusunda tereddüt etmemiz üzerine, Abdurrahman “tamam, biz masaya oturalım onlar getirir '' dedi.

Böylece bizler daha henüz masaya konuşlanırken, garson kız masaya birer birer değişik tatlıları dizmeye başladı. Bu göz alıcı servisin, Abdurrahman ın “hepsinden getirin '' talimatı vermesiyle oluştuğunu , anlamamız zor olmadı. Benim gibi “tatlı delisi '' birine yapılacak en güzel jestti. Ayrıca benim kadar tatlı düşkünü başka birinin masada olmaması büyük şanstı. Tatlıların hepsinden fazlasıyla payımı aldım.

İnsanoğlu böyledir işte, bir iki saat önce o şehitlikte dünyanın en mutsuz ve acı çekeni bizler, önce yemek sonra tatlılar ile çocuklar gibi neşelenmiş, o dramatik saatleri unutmuştuk. Hayat denilen tiyatro sahnesi de zaten böyle değil miydi? Yaklaşık on beş çeşit tatlıya “ciddi para ödenir '' diye düşünürken, Abdurrahman ın masaya on Avro bırakması ile “yahu, ne ucuz ülkedeyiz '' diye şaşkınlığım arttı.

Müthiş doyum sağlayan bir yemek ve üzerine tatlılarla süsleme eylemi yaşadıktan sonra üzerlerine en iyi gidecek son taçlandırma eyleminin “Türk kahvesi içimi “ olduğu konusunda sanırım çoğumuz birleşebiliriz. Biz de öyle yaptık. Eski bir Osmanlı hanı içindeki nostaljik bir kahvehanede, kahvelerimizi sipariş ettik. Kül üzerinde bronz cezvelerde yapılan ve lokumla servis edilen kahveler muhteşemdi. O kadar yenilen tatlı üzerine gelen lokumlara kimse ilgi göstermeyince, lokumları tüketme zahmeti !!!!! yine bana kalmıştı.

Baş çarşıdaki Gazi hünkar bey camiini ziyaretten sonra gittiğimiz ilginç mekanın “şehir Hali “ olduğu ve Saraybosna köylerinden gelen yumurta, süt, yoğurt, et ürünlerinin satıldığı bu “Hale '' yolu bu tarafa düşen gurmelerin kesinlikle uğraması gerektiğini rahatlıkla önerebilirim.

Bosna ile ilk tanışmamız Saraybosna da hüzünle başlamıştı ancak mutluluk ve heyecanla devam ediyordu. Bu doğal güzellikler içinde yaşayan ve koruyan, ağızlarının tadını bilen bu görgülü ve sıcakkanlı insanların insanlık dışı zulümle karşılaşmasını kabullenmek kolay olmadı. Hoş savaşın diğer hasmı Sırpları da aynı yıl yaptığım Sırbistan gezim sırasında tanıma olanağı bulmuştum. Onların da bu insanlardan farklı olmadığını, aynı özelliklere sahip oldukları gibi herhangi bir ön yargıya sahip olmadıklarını, kaldığımız süre boyunca çok güzel dostluklar kurduğumuzu söylemek zorundayım.

Yine bir benzeri hususu Yunanistan da bulunduğumuz sürede yaşadığımız dostane ilişkileri ve Yunanlıların bize olan sıcak samimi yakınlıklarını dikkate aldığımda, insanoğluna yapılan zulümlerin mimarlarının halklar olmadığını, halkları düşman hale getirip, birbirine kırdırmak suretiyle tamamen kendi çıkarlarını korumak amacında olan zalim yöneticiler olduğuna artık kesinlikle emin olduğumu ifade edebilirim.

Saraybosna daki birinci gün gezimizi Saraybosna kalesini ziyaretle sonlandırdıktan sonra Abdurrahman “Ağabey, sizin gibi müzikle yaşayan insanları müziksiz bırakmak haksızlık olur düşüncesiyle akşam yemeği için müzikli bir yer ayırttım. Akşam sekizde sizi otelden alacağım '' dedi. Reddedilmeyeceğine o kadar emin bir ifade ile söylenen bu güzel haber bir o kadar da içten ve samimiydi. Sanırım Abdurrahman sosyal paylaşım sayfalarımdan gerek dernek seyahatlerimizde gerek arkadaş grubumla ve ailemle olan seyahatlerimde gidilen ülkenin müziği ile tanışmalarımıza ait paylaşımlarımızdan, böylesi ortamlardaki mutluluğumuzu çok iyi gözlemlemişti.

Eski birahane deposundan gece kulübüne dönüştürülmüş bu mekanı, Amerikan kovboy filmlerindeki salonlara benzettim. Mekanın ortasında yer alan beş kişilik orkestradan gerçekten çok kaliteli müzikler geliyordu. Abdurrahman orkestranın hemen yanında yer ayarlamıştı. Yemeğe yüzünde daima tebessüm olan “yakışıklı '' diye kendisine takıldığım Burak ta gelmişti. Bosna mutfağına ait gerçekten beş yıldız verilecek siparişleri yiyerek orkestrayı dinlemeye başladık. Orkestranın deneyimli maestrosu bizim Türk olduğumuz öğrendikten sonra bildikleri Türkçe eserleri çalarak bizi mutlu etmeye çalıştılar.

Bosna daki ikinci günümüzde Abdurrahman çalıştığı için adının Aziz olduğunu öğrendiğimiz çok genç bir rehberi gönderdi. Aziz, Bosnalı olmakla beraber ortaokuldan itibaren Türkiye de yatılı burslu okuduğundan bir Türk kadar Türkçeye hakimdi. Sabahın erken saatlerinde gezimiz başladı. Aziz bizi önce Konjic isimli bir şehre götürdü. İsmi üzerinde muhtelif rivayetler olduğunu, Bosna nın ilk dinlenme noktası olduğundan “atların dinlendiği yer“ anlamına gelen Konjic ismi verildiğini bir diğer rivayetin ise Osmanlı zamanında Konya dan gelenlerin çoğunluk olmasından ileri geldiği iddiası olduğunu söyledi. Bu ikinci açıklama nedense bana daha mantıklı geldi. Balkanlara yerleştirilen Türklerin büyük çoğunluğu Konya ve Karaman dan geldiği gibi benim bir tarafım da Konya Karaman dan Kıbrıs a giden Türkler oluşmaktaydı.

Aziz kardeşim, Neretva nehrini ikiye ayıran Konjic köprüsü, minaresi olmayan cami hakkında bilgiler verdikten sonra öğle yemeğini “Blagay Tekkesi“ ya da “Alperenler Tekkesi“ “veya “Sarı Saltuk Tekkesi“ olarak anılan tekkede alacağımızı söyleyince şaşırmadık desem yalan olur. Şaşkınlığımızı anlayan Aziz ön bilgi verme ihtiyacı duydu. Neretva nın önemli kollarından birisi Buna nın kaynağı olan dik bir dağın hemen yanı başına gürül gürül akan su yanına kurulan bu tekke Nakşilere ait bilinse de ilk olarak Bektaşi tekkesi olarak kurulduğunu, bu tarz tekkelerin, bölge insanının Müslümanlığı benimsemesinde önemli katkıları olduğunu zira Osmanlının, Bektaşi dervişlerini buralara gönderdiğini, onların da hoşgörülü, adil ve hakkaniyetli davranması sonucu her zaman kargaşanın hakim olduğu bölgede halkın Müslümanlığa sempatisinin artığını anlattı.

Önce tekke ile öğle yemeğini bağdaştıramamıştık ancak Blaga ya gelince , “Atalarımız tekkeyi öyle bir yere kurmuştu ki buraya tok gelen bile acıkır '' dedik. Dağın eteğinden kayalardan fışkıran suların çağladığı, su kenarındaki bu yer Cennetten bir köşeydi. Azizi Müslümanlarca yılın belli dönemlerinde ziyaret edilen ve zaman zaman mahşeri kalabalıkların oluştuğu hem kutsal bir mekan hem de bir mesire yeri olduğunu anlattı. Burada su kenarında muhteşem bir atmosferde yenilen Bosna cevabisinin keyfinin de bir başka olduğunu da söylemem gereksiz sanırım.

Aziz bizi oradan ikinci dünya savaşında kahramanlık gösterilen demiryolu köprüsüne götürdü. Burada Boşnak kahramanların demiryolu köprüsünü havaya uçurarak işgalcilere meydan okuduklarını anlattı. Sırada bir yamaca kurulan ilk Osmanlı köyünü Poçitel ziyaretinin olacağı bilgisini verdi. Aziz, Poçitel in kelime anlamının “başlangıç“ olduğunu, zira Osmanlı zamanında Avrupa daki sınırlarımızın uç noktası olduğunu, 400 yıl kadar “sınır garnizonu“ olarak kullanıldığını anlattı. Poçitel alışık olduğumuz kerpiç köy evleri bulunan bir köy değildi. Evler keskin bir yamaç kenarına kurulmuş taş evlerdi. Çatıları da duvarları oluşturan gri renkli taşlarla kaplanmıştı. Çok etkileyici bir görüntüsü olan bu Osmanlı köyünde cami, hamam, şadırvan gibi her birine hayran kalınacak mimari yapılarla bezenmişti.

Sırada Mostar ın olduğunu öğrenince eşim de benim gibi heyecanlandı. İkimizin de çok merak ettiği, resimlerde gördüğümüz, gidenlerden keyifle dinlediğimiz Mostar. Neretva nehri üzerine inşa edilmiş köprüsüyle meşhur tarihi kent. Mostar ismi, “köprü koruyan“ anlamındaymış. Şehrin simgesi olan taş köprü ise Kanuni Sultan Süleyman zamanında inşa edilmiş. Mostar ı çok sevdik. Resimlerinden daha sevimliydi. Bol bol fotoğraf çektik. Tam bir kartpostal şehriydi. Herkesin buradaki birincil amacı heyecanla fotoğraf çekmekti.

Aziz, “Abi yorulduğunuzun farkındayım. Neredeyse sekiz saattir geziyoruz. Şimdi size buranın meşhur kuzu çevirmesini yedirip, otelinize bırakacağım. '' dedi. Benim için “Kuzu çevirme '' yemekten ziyade, görselliği ile iştah açıp heyecanlandıran bir husustu. “Nerede ve nasıl y verilen büyük bir yerdi. Sağ tarafa kafamı çevirince 5-6 kuzunun harlı bir ateş üzerinde nar gibi kızarmış vaziyette çevrildiklerini gördüm. Aşağı inip bu muhteşem sahneyi kayıt altına aldım. Eti sevmeyenlere bazen üzülürüm. Bu muhteşem lezzeti tatmamanın büyük eksiklik olduğunu düşünürüm. Gerçi bazıları bunu bir vahşi duygu gibi görüp, öyle göstermeye çalışsalar da Tanrının canlıların apıyorlardı, lezzeti, sunumu nasıldı? '' gibi bir sürü soruyu da beraberinde getiriyordu.

Yaklaşık otuz dakikalık bir yolculuk sonrası bol ağaçların bulunduğu bir yol kenarındaki restorana vardık. Doğaya uyum sağlamış kütüklerle bir orman evi görüntüsü büyük bir kısmına bahşettiği bu et yeme güdüsünü inkar etmek, bence gereksiz ve fantezi bir dirençtir. Her neyse herkes özgürdür. Yer ya da yemez ama ben bu nar gibi kızarmış kuzulardan birini tamamen yiyecek kadar acıktığımı hissettim.Gerçekten de yerken lezzetinin görüntüsünden aşağı olmadığını anladık. Üstelik yine çok makul bir hesap gelince “Aysel hanım, keşke yarım but mu isteseydim. '' diye takıldım.

Aziz biz otele bıraktıktan sonra duş alıp, kıyafet değiştirince yeniden şarj mı olduk nedir. “Hadi bir de Baş çarşının gece halini görelim '' diyerek yeniden sokağa çıktık. Aysel hanımla birbirimize yaptığımız itiraflardan ikimizin de kafasında Börekçi ziyareti vardı. Suçlu da Abdurrahman dı zira dün öğlen bizi bir börekçiye sokup Boşnak böreğinin nasıl pişirildiğini göstermişti.

Böreğin görüntüsü, kokusu dayanılmaz biçimde börek yeme dürtüsü oluşturmuştu. Boşnak böreğinin lezzeti kadar yapımının da özel bir yöntemle olduğunu gördük. Alevi sönmüş kor ateşin içine konan kapaklı tepsinin kapağı üzerinde de kor ateşler bulunması çok ilginçti ve börek tepsileri makaraya bağlı zincirlerle ateşten kaldırılıp yine ayni mekanizmayla kapakları açılıyordu. Baş çarşıyı baştan sona dolaşarak enerji sarf edip, “börek yemek '' için vesile yaratmaya çalışıyorduk.

Nihayet ikimizde börek yiyebilecek kıvama gelince ilk gördüğümüz kalabalık börekçiye daldık. Gece gündüz bol müşterisi olan börekçilerin hallerinden memnun oldukları yüzlerinin gülmesinden anlaşılıyordu. Fiyatların uygun olması börekçilerin büyük rağbet görmesini sağlıyordu. Garson hangi börekten istediğimiz sorunca bizde çeşitleri sorduk. Aldığımız yanıt üzerine tercih yapamayınca “ kıymalı, peynirli ve patatesliden karışık getireyim. '' diyerek bizi rahatlattı. Ben kıymalı olanı çok beğendim. Aysel hanım ise peynirlisini ama patateslinin de lezzeti yabana atılır gibi değildi. Allahtan diğer Avrupa ülkelerine göre Bosna da çay içme olayı da çok yaygın olduğundan diğer seyahatlerimizde olduğu gibi sıkıntı çekmedik. Böreklerimizin yanına çaylarımızda gelince “ İşte keyif budur. '' demekten kendimizi alıkoyamadık.

Saraybosna daki son günümüzde sabah erkenden önce Aziz in görmeden gidilmeyecek dediği, Bosna direnişinin sembolü olan tünel kazılan evi ziyaret ettik. “Tünel ev müzesi '' Bosna savaşında Boşnaklar düşman tarafından Saraybosna da ağır silahlarla çember içine alınıp, sıkıştırılması sonucunda dış dünya ile ilişkisi kesilerek, gıda yardımı alamamaları, cephane temin edememeleri sağlanmış. Bu nedenle özellikle havaalanı ile ilişkileri kesilmiş olmasından ötürü oldukça sıkıntılı günler yaşayan Boşnakların imdadına yaşlı bir Boşnak kadın yetişmiş. Evini Boşnak askerlere vererek gizli bir karargah olarak kullanılmasını sağlamış.

Direnişçiler bu evin bodrumunda tünel kazmaya başlamış ve kısa sürede bir kilometrelik tünel elde edilmiş. Böylece düşmanın barikat ve çember kıskacı aşılarak havaalanına ulaşılmış. Akabinde gıda ve cephane sevkiyatı bu tünel vasıtası ile gerçekleştirilmiş. Şimdi bir müzeye dönüştürülen bu “Umut tüneli“ ve Kolar ailesinin evinin ziyareti sırasında o mücadele günlerini Boşnakların acılarını hissediyorsunuz. Ne büyük bir kahramanlık örneği verdiklerinin kesitlerini görebiliyorsunuz.

Rehberimiz Aziz kardeşimizle tüm gün beraberliğimizden sonra birbirimizle o kadar kaynaştık ki sanki yıllardır tanışıyor gibi olduk. Müzikle ilgili olduğumuzu öğrendiğinden iki gün boyunca“ size şu şarkıyı çalayım bakalım beğenecek misiniz. '' diyerek arabasının teybinden, müziğini bildiğimiz Türkçe şarkılara ait olan ancak üzerine Boşnakça sözler yazılmış şarkılarla çok eğlendirdi. İkimizin de “Aaa bu senede bir gün değil mi?, bu Ramizem değil mi?, bu nikah masası değil mi? Şeklindeki şaşırmamıza çok güldü, eğlendi. Arada bir de
“bunu öğrenin, burada söylersiniz bu şarkı burada çok sevilir. '' diye önerilerde bulundu. Tekrar görüşmek umuduna rağmen sevgili Aziz ile veda etmek gerçekten zor geldi.

Akşam üzeri değerli dostlarımız Emel ve Abdurrahman ile buluşup, veda kahvelerimizi içtik. Daha sonra bizi havaalanına bıraktılar. Kısa sürede bu çok güzel ve kahraman bir halka sahip ülkede güzel anılar elde etmenin mutluluğu ile Vatana döndük. Ama oradaki yeni ve eski birçok dostlara verdiğimiz “yeniden geleceğiz '' sözümüzü asla unutmadık ve Aziz için Aysel hanımla beraber Boşnakça bir şarkı hazırladık.
“U godini jedan dan '' yani hepimizin çok sevdiği Şekip Ayhan Özışık ın ölümsüz eseri “ Senede bir gün '' . Kısmetse bir gün icra edebileceğiz.




             |                                   

 

 
Serdar Taştanoğlu
Dragos Musıki Derneği Başkanı
20 Temmuz 2017 Perşembe 

Not: Bu yazım yayınlandığı turizmhaberleri.com dan alınmıştır.

 




 Yorumlar
GÜFRAN TAŞ yorum yaptı... Yorum Ekleyin
Harikasınız SERDAR BEY FAALİYETLERİNİZ ÇOK GÜZEL BAŞARILARINIZ DAİM OLSUN 28.07.2017

NE GÜZEL ÜLKELERİ GEZİYORSUNUZ TEBRİK EDERİM BUNLAR BULUNMAZ OLANAKLAR SİZLER ÇOK ŞANSLI SINIZ HEPİNİZİ KUTLARIM BAŞATILARINIZIN DAİM OLMASINI DİLERİM..

 
TÜLAY FITOZ. yorum yaptı... Yorum Ekleyin
İNSANCA YAŞAM OLSAYDI... 24.07.2017

sayın SERDAR TAŞTANOĞLU, EMEĞİNİZE,YÜREĞİNİZE S,KALEMİNİZE SAĞLIK. DÜNYAYA,İNSANLIĞA, YENİDEN SEVGİYİ,İNSAN OLMANIN TÜM DEĞERLERİNİ,BUNCA KÖTÜLÜKLERE,AYRILIKÇI,FAŞİST POLİTİKALARA,ZİHNİYETLERE VE KÜRESEL GÜÇLERE RAĞMEN, İNSANLIĞIN ELE GEÇİRMESİNİ CANİ GÖNÜLDEN DİLİYOR, TEŞEKKÜRLER EDİYORUM BİR OKUYUCUNUZ OLARAK...

 
GUNEL MUSTAFAYEVA yorum yaptı... Yorum Ekleyin
Guzel Yazı 23.07.2017

öyle yazışmısınız ki,sanki mən də sizlerle birge gedim oraları. Kaleminize kuvvet olsun..teşekkürler

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Henüz Yorum yok

İlk yorumu siz yazın.

Yorum Bırakın

E-Mail adresiniz yayınlanmaz.







Yazarın Diğer Makaleleri