VANLI GÜZEL KARDELEN

 

 

VANLI GÜZEL KARDELEN

 

İlk kez Doğu’daki bir şehre göreve gidiyordum.

Bu görev nedeni ile oldukça heyecanlıydım. O güne kadar Van hakkında çok şey okumuş, duymuş ve dinlemiştim. Ama bu kez Van a kendi penceremden bakacaktım. Verilen görev nedeni ile yaklaşık üç ay kalmam gerekiyordu. Beraberimde getirdiğim inceleme dosyaları oldukça ciddi ve trajik konuların araştırılmasını içeriyordu. Sonuçlandırmam gereken yaklaşık kırk dosyanın dörtte biri ölümlü iş kazalarından, bir o kadarı da ağır yaralanma sonucu oluşan sakatlık hallerini içeren konulardan oluşuyordu. İşim oldukça zor ve mesuliyetliydi.

DOĞU NUN PARİS İ VAN…
Sizler de duymuşsunuzdur Van ı övgüyle anlatmak isteyenler “Doğu nun Paris i '' tanımını kullanırlar. Ben de, Paris i daha önce üç kez görmüş ve hayran biri olarak, Van ile denizi olmayan Paris arasında nasıl bir bağ kurulduğunu çok merak etmekteydim.


Uçaktan iner inmez bu şehre gelmiş bir görevli olmanın yanında bir de turist gözüyle değerlendirmelere başladım. Düzgün, modern yeni apartmanlarla donanmış güzel mahallelerden geçerek merkeze geldik. Kalacağım otel tam merkezdeydi ve her yere yürüyerek ulaşacak olmaktan dolayı çok memnundum. Ertesi sabah görevime mutlulukla başlamıştım. Görevlilerin saygısı ve nezaketi daha farklıydı sanki daha içten daha yürekten gibiydiler. Mesai saatlerim sonrası mümkün oldukça yaya gezerek şehri tanımaya çalışıyordum. Tiyatro dahil sanat ve kültürel etkinliklerini de takibe başlamıştım.
 

AĞAÇLAR, YEŞİLLİKLER NEREDE ?...
Yeşile, doğaya tapan bir çevreci olarak itiraf etmeliyim ki; “Doğunun Paris i“ diye tanımlanan Van da neredeyse yeşil alan hiç yoktu. Enteresan olan ne şehir içinde, ne de bir deniz konumundaki Van gölü kıyısında yeşil alanlar yoktu. Şehri çevreleyen tepelerin jeolojik yapısı ilginçti. Sanki gezegenlerin kraterlerindeyiz hissi uyandırıyordu.

Birkaç gün sonra bir göreve giderken Tatvan ve Bitlis arasında küçük de olsa çam ormanını görünce şaşırdım ve neredeyse sevinçten haykıracaktım. Zira, ben bu iklimde, bu coğrafyada ağaç yetişmiyor kanısına kapılmıştım. Demek ki buralarda çam ağacı da dahil birçok cinste ağaç yetişebiliyordu. Bu tespitimden sonra önüme gelene sormaya başladım. “Neden Van da yeteri kadar ağaç ve yeşillik yok ? “ yarım saat ilerde çam ormanları olduğuna göre buralarda da olması, gerekmez mi? şeklindeki sorularıma muhtelif yanıtlar alıyordum.

Kimileri, eskiden her yerin ağaçlık olduğunu, özellikle keçi besiciliğinin yeşili bitirdiğini, kimileri ağaçların ısınmak üzere kesilip talan edildiğini, kimileri de yetkililerin suçlu olduğunu ekmediğini ve teşvik etmediğini ileri sürüyorlardı. Hiçbir yanıt beni tam olarak tatmin etmese de insanların yeşile karşı duyarlı olmadıkları ve bu hususta herhangi bir çaba içinde olmadıklarını sezdim. Elbette, öncelikli sorunları vardı ama çevrecilik sorunu da ötelenemeyecek kadar önemliydi. Bunun önemi henüz buralarda idrak edilmemişti.

Van gölünün kıyısına gelip de, kenarında oturup çay içilecek bir yer bulamayınca inanılmaz bir hayal kırıklığı yaşadım. Hele hele yaz günlerini hayal edince, burada bölge halkının ve turistlerin mola vereceği bir sosyal mekan veya gölgesinde oturulacak bir ağaç altı bile bulamayacak olmalarına derinden üzüldüm.

PAPYONLU GARSONLAR…
Vanlıları tanıdıkça, ne kadar dost ve samimi olduklarını tüm Anadolu halkımız gibi misafirperverliğin kültürlerinin en önemli parçası olduğunu anlamak zor değildi. Van a gelirken yemeklerimi nerede nasıl yerim? şeklinde endişelerimin de ne kadar yersiz olduğunu, Van ın ana caddelerinde dolaşırken gülümseyerek anımsadım. Birbirinden çekici restoranlar beni “haydi içeri gel '' diye davet ediyordu. Merkezde girdiğim esnaf lokantasında, papyonlu garsonların hizmet vermesi ve yemeklerin kalitesi, fiyatların son derece ucuz olması beni oldukça şaşırtmıştı. Sabah kahvaltıları ile ünlü Van da muhteşem lezzetler sonrası üç ayda beş kilo alarak İstanbul a döndüm. Bu durum da işin bana olumsuz yansımasıydı.

SEN KAÇINCI SINIFA GİDİYORSUN?
Şimdi burada beni çok etkileyen iş kazası mağduru aileyle ilgili olan anımı sizlerle paylaşacağım. Van ın Erciş ilçesinde, asfaltlama işinde çalışan bir işçi, asfalt karıştırıcısının içindeki artıkları kürekle temizlemek üzere kazanın içine girmiş o sırada onu görmeyen mesai arkadaşı ise karıştırıcıyı çalıştırdığı için işçinin iki bacağı kasıklarından kesilmiş. Bu elim kazanın tahkikini yapacaktım. Olayın sorumlularını ve gerekli güvenlik önleminin alınıp alınmadığını tespit edecektim.

Önce olayın mağduru bu talihsiz işçiyi dinlemem gerekiyordu. Erciş in varoş kısmında bir gecekondu da beş çocuğu ile yaşadığını evine gidince gördüm. Henüz birkaç ay önce böylesi bir felaketle karşılaştığından henüz tam sağlığına kavuşamamış hastane sonrası evinde yatıyordu. Çamurlu bir sokağın başında, oldukça yoksul görünen gecekondunun yine çamurlu bahçesinden giriş kısmına gelince, kapı önünde bir ordu şeklinde duran çocukların arkasında ürkek ve geri planda duran kadının, talihsiz işçinin eşi olduğu kolayca anlaşılıyordu.

Kendimi tanıttım ancak hanımı konuştuklarımı anlamayınca bu kez çocuklara “Babanızı ziyarete geldim '' deyince, biri elimi tuttu hep birlikte içeri girdik. Çocukların beni anlamasına çok mutlu olmuştum. Hepsi çok güzel çocuklardı ama üstlerinden başlarından ne kadar yoksulluk içinde yaşadıkları yansıyordu. Odada koca bir demir karyola dışında yer minderleri, yer sofrası, birkaç yastık, bir kenara denk yapılmış yatak yorgan ve yastıklar ve teneke bir soba bulunuyordu. Talihsiz adama selamımı verdim. Saygı ile doğrulmak istediyse de çaresizdi. Ben de “Aman, sakın rahatsız olma. Fazla vaktinizi almayacağım. Olayı öğrenmeye geldim. '' şeklindeki açıklamam ona ilaç gibi gelmişti. Belli ki çaresizlik içinde kendilerine uzanacak bir yardım elini bekliyordu. İzin alıp büyükçe olan yatağın bir kenarına iliştim. “Sana olayın nasıl olduğunu soracağım. Sen de detaylı anlatacaksın '' . dedim.

Çantamdan çıkardığım tutanakları ve onları yazarken desteklesin diye altına koymak için çantamdaki gazetemi de çıkardım. Odanın bir köşesinde ayakta duran hanımı dışında tüm çocuklar da yataktaydı. İşte unutamayacağım hadiseyi burada yaşadım . On, onbir yaşlarındaki, nasıl güzel gözleri ve kirpikleri olan ve saçları beline kadar örülmüş talihsiz işçinin kızı, benim gazetenin yatağa düşen ekini kaparcasına alıp, heceleyerek okumaya başladı.

Ben işçiye yönelik sorularımı kesip, onun okumasını dikkatle dinlemeye başladım. Sanırım o da hem benim dikkatimi çekmek hem de okuma hasretini gidermek istiyordu. '' Senin adın ne ? “ dedim. Adını söyledi. “ Sen kaçıncı sınıfa gidiyorsun ? '' şeklindeki soruma cevap vermeyince bu kez babaya sordum. Talihsiz işçi biraz çekinerek “Beyim, anası ile bana bakması için okula gitmiyor, okuldan aldık. '' dedi. O yanıt üzerine küçük kızın gözlerine baktım, gözleri dolu doluydu . “Söyle bakayım; sen okula gitmek istemiyor musun ?“ diye sorunca heyecanlı, titrek sesle “ Ben istiyorum . '' dedi ve odadan kaçtı. Ya korkmuş ya da utanmıştı.

Ben tutanağı hazırlayıp işimi bitirmiştim. Çantamı toparladım ve işçiye dönerek “Bak kardeşim, şu an işimi bitirdim artık şu andan itibaren evinin misafiriyim ve sana bir dost olarak bazı şeyler soracağım. Bu kızın okula gitmesine izin verir misin ? eğer verirsen, bende sana istediğin bir şeyi yapacağım. Haydi, gel pazarlık edelim. '' dedim.
“ Beyim, bana tekerlekli sandalye gönderir misin? “ demez mi . ?. Daha büyük bir şeyler üzerine pazarlık yapacağımızı sanırken, onun en temel hakkı olan tekerlekli sandalye istemesi karşısında gözlerim doldu. Ama oradaki konum ve rolüm farklıydı ve sert görünmeliydim. Öyle de yaptım. '' Tamam, sen, kızı okula göndereceksin. Ben de sana en kısa zamanda istediğini göndereceğim, ama takibini de yapacağım. Onu da bil '' dedim. Kutsal şeyler üzerine yemin etmesi ile pazarlığı tamamladık.

İstanbul a döner dönmez tekerlekli sandalyenin peşine düştüm. Çok şanslıydım, bir tanıdığımda, görevini gerektiği gibi yapmış olarak, balkonda duran tekerlekli sandalyeyi bana verilince, hemen kargo ile talihsiz işçiye gönderdim. Konuyu takip ile görevli kıldığım dostumdan da o güzel gözlü kızın, okula gönderildiği haberini alınca dünyalar benim oldu.

Rahmetli Türkan Saylan‘ın yoksul çocukların eğitim mücadelesi, benim için bir meşale olmuştur. O yüzlerce Kardelen yaratmıştı ve kardelen yetiştirmenin inanılmaz mutluluk ve gururunu yüreğimde hissettim. Bu olayı asla unutmadım o güzel gözlü kızın gazeteyi kapıp okuması ve okurken gözlerindeki ışıltı, aklımdan hiç gitmedi.


MALATYA, URFA, ÇANAKKALE…
Babamla birlikte onun ilk öğretmenlik yaptığı Mardin in Midyat ilçesinin Selhi köyündeki ilkokulun oluşturmak istediği kitaplık için kendimizin ve yakınlarımızın okunmuş kitaplarını toplayıp göndermiştik. Böylesi kitap yardımının yapılabilecek en kolay ve önemli eğitime katkı çabalarından biri olduğunu düşünürüm. Kurucusu olduğum ve bir yılda koca bir STK haline gelen Dragos Musıki Derneği mizde güzel yürekli insanların toplanmıştı.

Bir gün toplantımızda; hem Van daki güzel gözlü kızın okuma aşkından, hem Babamın eğitim savaşçısı olarak görev yaptığı Malatya, Urfa, Çanakkale de iken gördüğüm yoksul öğrencilerden, hem de benim Anadolu da görüp tespit ettiğim yoksul eğitime ait anekdotlarımdan bahsettikten sonra babamla yaptığımız kitap bağışında yaşadığımız mutluluğu aktardım. Onlara “Haydi böylesi bir heyecanı birlikte yaşayalım mı ?“ diye sordum. Teklifim, coşkuyla kabul edildi.


Sanki herkes bu konuya dünden hazırmış gibi, o andan itibaren Derneğe kitaplar yığmaya başladılar ve ben toplanan kitapların fotoğraflarını yayınlıyor, büyüyen hazineyi daha da büyütmek adına teşvik ediyordum. Sanırım bir ay içinde Derneğimizin salonuna sığmayacak hale gelen bir kitap dağı oluştu. Hep birlikte ayıklama yaparak ve yeni hikaye kitapları da satın alıp, ekleyerek, bu hazineyi çoğalttık. Sıra nereye nasıl göndereceğimize? gelmişti.

BU KEYFİ VE MUTLULUĞU HEPİMİZ TATMIŞTIK…
Ben, çocukluğumda bulunduğumuz şehirlerden birinden başlamak istiyordum. Sonunda kitaplarımızı, benimle irtibat kuran ve yazdığı mektup ile hepimizi etkileyen genç bir bayan öğretmenin görevli olduğu, Şanlıurfa nın bir köyüne göndermeye karar verdik. Kısa bir süre sonra onlardan gelen fotoğraflar ve teşekkür plaketi, Derneğimizdeki gurur köşemizin en önemli hatırası olarak yerini aldı. Bu keyfi, mutluluğu hepimiz tatmıştık.

Ertesi yıl, derneğimizin sezon açılışında şu duyuruyu yaptık: “Lütfen açılışımıza çiçek yerine, hikaye kitapları getirin '' . Bu sloganımız da tutmuştu. Daha ilk günden ciddi bir kitap rezervimiz oluştu ve ilkinde yaptığımız gibi hep birlikte, bu değerli emaneti büyütmeye başladık. İstediğimiz noktaya gelince de sıra yine çocukluğumun geçtiği Çanakkale ye göndermeğe karar verdik. Öyle de oldu, Çanakkale Ayvacık ilçesine bağlı bir köy okulunda kitap ihtiyacının çok büyük olduğu yine orada görevli öğretmenin açıklamaları ulaşmıştı. Oraya giden kitaplar sonrası, yine gönderdikleri foto ve plaketler yaptığımız işin nasıl haz veren bir duygu olduğunu, bu çabaya yeni katılan arkadaşlara da tattırdı .


VAN DEPREMİ…
Bir süre sonra hepimiz Van depremi ile sarsıldık. Aklıma Van da tanıdığım güzel insanlar, güzel gözlü kardelen kızım, Vanlı dostlarım geldi. Hemen onları arayıp, hepsinin depremden sağ salim kurtulduklarını öğrenince rahatlamıştım. Ancak Van perişandı, acilen çok şeye ihtiyaçları vardı . Sorumluluk sahibi insanlar olarak boş duramazdık. Derneğimizde de güzel yürekli insanlar mevcuttu ve sorumluluklarının bilincindeydiler. Van a yardım harekatımıza herkes katkı sağladı ve bir nebzede bu olaya katkımızın olması bizler gibi Müzik ve Sanatla uğraşan duygulu insanlar için çok ama çok önemli bir sonuçtu.


Değerli Okurlarım; Biz, millet olarak yardımı, desteği çok seven, yüreğinde, kültüründe yardımseverlik duygusu yoğun insanlar olarak her şeyi Devletten beklemememiz gerekir. Eğitime katkı konusunda üzerimize düşen çok şey var. Asla benim yaptığımdan bir şey olmaz, ben ne yapabilirim ki, ya da yapacağım işin sonucunu alamam diye düşünmeyelim. Aklınıza benim hikayemdeki güzel güzlü kızın bir gazeteye hasret okuma heyecanı gelsin. Bir tek kitap bile göndererek bir kardelene su vermiş, hayat vermiş olacağınızı hayal edin.

Değerli Okurlarım; Ben, bu ülkenin çağdaş uygarlık düzeyine ulaşmasının kardelenler ile gerçekleşebileceğini düşünenlerdenim. Zira kardelenler eğitimin götürülmesi gereken büyük bir kesimin sembolü ve anahtar bireyleridir, yarının anneleridir. Ana eğitimi çocuklar için en önemli ve etkin eğitimdir. Siz ne dersiniz…



     

Serdar Taştanoğlu

Dragos Musıki Derneği Başkanı
12 Ocak 2016 Salı

Not: Bu yazım  yayınlandığı turizmhaberleri.comdan alınmıştır.

 
FATOŞ ATAMAN yorum yaptı... Yorum Ekleyin
İHTİYACIMIZ VAR 15.01.2016

Sizin gibi güzel yürekli insanlara Ülkemizin ihtiyacı var..onca yaşanan olumsuzlukların içinde bir ışık gibisiniz...sizi yürekten kutluyorum...

 
NEZ ALEV KILLMEYER yorum yaptı... Yorum Ekleyin
Duyarli Vatandaslara Örnek Olmali 13.01.2016

Ben sizi bu duyarliliginizdan dolayi kutluyor örnek alinmasi gereken bir davranis diye düsünüyorum.. Her kitap bir insani egitir bilgilendirir sloganiyla herkesi , sizin kadar duyarli davranmaya davet ediyorum. saygilarimla

 
SALIHA yorum yaptı... Yorum Ekleyin
Kalbi Güzel Insan 12.01.2016

Ben kalbi güzel insan demek istiyorum ne güzel bir uca kadar gidip çok güzel değerlendirmişsiniz sizi içten kutluyorum Serdar bey ...

 
SEMRA TÜREL yorum yaptı... Yorum Ekleyin
KUTLARIM SEVGİLİ SERDAR TAŞTANOĞLU 12.01.2016

EMEK VE ZAMAN VERİP TA UZAK ŞEHİRLERLE BİZLERİ BULUŞTURDUĞUNUZ İÇİN GÖNÜL DOLUSU TEŞEKKÜRLER KIYMETLİ KALEMİNİZE SAGLIK SEVGİLERİMİZLE SEMRA TÜREL&KOROSU

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 


 

 

 

 

 

 

 

Henüz Yorum yok

İlk yorumu siz yazın.

Yorum Bırakın

E-Mail adresiniz yayınlanmaz.







Yazarın Diğer Makaleleri