DUBLİN'DE YANIK SESLİ KIZIMIZ ASLI STOKES

 

DUBLİN'DE YANIK SESLİ KIZIMIZ ASLI STOKES

İrlanda anılarım

Abbey Street den bindiğimiz 41/a nolu belediye otobüsü, duraktan kalkmasından bu yana otuzbeş dakika geçmiş olmasına rağmen, hala otele varamadığı gibi ve içinde kala kala beş ya da altı yolcu kalmıştık. Neredeydi bu otel. ? Oysa yapacağımız canlı yayına yaklaşık iki saat kalmıştı. Kalan bu sürede gerekli hazırlıkları nasıl tamamlayacak, bağlantıyı nasıl kuracaktık? Üstelik henüz canlı yayının yapılacak yerin neresi olacağını bile bilmiyordum. Havaalanından şehir merkezine ulaşımda nasıl da hesaplamadığım şekilde vakit kaybetmiştik. Allah kahretsin, bütün bu aksilikler üst üste mi gelmek zorundaydı. Bir de başımın bu çatlarcasına devam eden ağrısı da nereden çıkmıştı? Her yolculukta illaki bir şeyi unutmayı artık adet haline mi getiriyordum? Bu seferde en önemli ağrı ilacımı almadan gelmiştim. Şimdi onu unutmanın bedelini ağır ödüyordum.

 

Nihayet otobüsümüz meşhur “Carlton '' otelinin tam önündeki son durağa geldi. Bu Avrupa ülkelerinde çok sık görülemeyecek bir avantajdı. Bazen son vasıtadan otele ulaşmak bir saate kadar bile varan uzun yürüme mesafeleri olan muhtelif gezi anılarım oldukça fazladır. Bunun son örneği bir ay önce Venedik teki “Vapuretto '' iskelesinden, otele varışımız idi. Bu iki noktanın arası yarım saat sürmüştü. O günü hatırlayınca bu uzun otobüs yolculuğunun bir şans olduğunu düşündüm.

Carlton oteline giriş işlemlerimi yaptırıp, seri şekilde odamıza çıkınca hemen telefonuma sarıldım. Aslı ya ulaşmam lazımdı. Hay Allah, telefonu meşguldü. Tekrar aradım. Yine meşguldü. “Hadi Aslı. Yapma. Aç şu telefonu. '' diye çaresiz söyleniyordum. “Aslı '' kim miydi? Sonradan bizim “Aslı kızımız '' olacak Aslı Stokes idi. Aslı, hayatımıza giren ve yerini kısa zamanda öylesine sağlamlaştıran, ülkemizin Dublin deki isimsiz gururuydu. Sunumunu ve sanatçı tespitini yaptığım, “Sanata Hizmet edenler“ canlı yayının dördüncü konuğu olan programın bu defaki konuk sanatçısıydı.

İrlanda, benim ve eşim gibi yeşil pasaportu olanların da vize alması gereken üç ülkeden biriydi. Amerika Başkonsolosluğu birkaç yıl önce Amerika ya yapacağım ikinci ziyaretim için talep ettiğim on günlük vize başvuruma, sanki yıllar öncesi ilk ziyaretimde bana yaptığı haksız karşılamasını affettirmek istercesine, vizeyi on gün yerine on yıl olarak vermişti. İngiltere Başkonsolosluğu ise Haziran ayında Derneğimizin Londra daki Konseri için diğer üyeler gibi bizim de altı günlük talebimize altı aylık vize vermişti.

Geriye kalan İrlanda ise İngiltere vizesini kabul eden bir ülke olduğundan mevcut İngiltere vizesiyle bu ülkeyi görebilme şansımız doğmuştu. Yıllar önce eşimin okuyup, bana tavsiye ettiği “Angela nın külleri “ isimli romanı okuduktan sonra İrlanda, her ikimizin de “bir gün görsem '' dediği ülkeler arasında yerini almıştı.

Dış işlerindeki bir yakınımdan, Dublin Başkonsolosunun telefonunu almıştım. Amacım Hırvatistan da sunduğumuz başarılı canlı yayını bu kez de gerçekleştirmek için burada yaşayan ama ülkemize sanat ve müzik yolu ile hizmet eden Türk ya da yabancıları tespit etmekti.

Aklıma ilk gelenlerden birisi yıllar önce Eurovizyon şarkı yarışması birincisi İrlandalı Şarkıcı Johny Logan oldu. Birinci olduktan sonra ülkemize gelmiş. Oldukça ilgi görmüş, sevilmiş Türkiye de olduğu dönemde bir Türk bayan sanatçı ile beraberliğinden bir de kızı olunca o zamanki magazin basını ona '' Milli enişte '' unvanını yakıştırılmıştı. Gerçekten de Mr. Logan ın Başkonsolosluğumuzla iyi bir diyalogunun olduğunu, biz Türkleri çok sevdiğini zaten şimdi otuzlu yaşlardaki kızı sebebiyle sıkça İstanbul a gelip gittiği bilgilerini aldım. Ancak benim Dublin de bulunacağım tarihte ne yazık Johnny Logan ın da Berlin de konser vermek üzere Dublin den ayrılmış olacağı bilgisi iletildi.

Bunun üzerine Başkonsolosluğumuza Dublin de ülkemizin tanınmasına veya kültürümüze hizmet eden başka kimler olduğunu sorduğumda, bana verilen ikinci isim, o ana kadar tanımadığım, duymadığım “isimsiz kahraman '' Aslı Stokes oldu.

Aslı, bir İrlandalı ile evlenip üç çocuk sahibi bir anne olmuş Güneydoğu Anadolulu kızımızdı. Bir yandan çalışıyor bir yandan da üniversitede okuyordu. Benim için en kıymetli özelliği ise elinde bağlaması, ağzında yanık türküleri ile Anadolu kültürümüzü Dublin de her vesile ile onun temsil ettiği bilgisiydi. Bana verilen telefondan Aslı ya ulaştım.

Aslı nın anlattıklarımı dinledikten sonra programla ilgili sorularımı kesik kesik duraksayarak yanıtlaması ve akabinde “inanamıyorum… İnanamıyorum… Rüya mı görüyorum '' ifadelerini kullanması, onun çok heyecanlandığını anlamam için fazlasıyla yeterli olmuştu. “Aslı Hanım, haftaya Dublin deyiz. Çekim yeri neresi olabilir.? Nereyi istiyorsan sen tespit edebilirsin. Oraya gelir gelmez seni arayacağım ve o gün yayın işini halledeceğiz. '' dedim.

İrlanda ve Dublin hakkında yaptığım ön araştırmada; İrlandalıların beni en çok şaşırtan özelliğinin; davranış şekli ve yaşam alışkanlıkları ile biz Türklere çok benzedikleri bilgisini okuyunca çok mutlu olmuştum. Bu ortak benzerliklerin trafik kurallarına uymama ve çevre temizliğine özen göstermeme olduğunu öğrenince açıkça bozulmuştum.

 

Baş ağrım hala devam ediyordu, on dakika dinlenmem hiç tesir etmemişti. Yeniden Aslı yı aradım, çok şükür bu kez Aslı karşımdaydı. Konuşmamızda kızcağız da çok mücadele etmesine rağmen bana ulaşamadığını, böylece binbir zorlukla programın çekimi için özel izin aldığı tarihi salonun iki saatlik kullanma süresinin dolması sonucu çekim yapılacak bir yerin o an itibariyle olmadığını öğrenmiş oldum. Bu yayına ait olabilecek şansızlıklardaki son sürprizdi.

Yapacak bir şey yoktu. Her şey aksi gidiyordu. Bu kez de İstanbul daki merkez stüdyo ile de canlı bağlantı işini yapamıyorduk. Aslı ya hemen bağlamasını alıp, otele gelmesini rica ettim. Onun bulunduğu yerden hemen otele gelmesinin mümkün olamayacağını, gelişinin en az bir saat süreceğini ifade etti. “Olsun. '' dedim.

Anlaşmıştık. Bende bu zaman aralığında bir çözüm arayacaktım. İlk önce otel yönetimini ile görüşmeye karar verdim. Çekim için kesin bir yerin olmadığını anladığım andan itibaren kafamda parlayan tek çözüm yolu, çekimin otelde yapılması olmuştu. Hemen resepsiyona indim. Talebimi iletince bana otel müdürü ile görüşmem gerektiğini belirtip, yanına götürdüler. Otelin yetkili müdürüne önce kendimi tanıtıp, yapmak istediğimiz programı anlattım. Sonra da bize müsait bir yer tahsis edip edemeyeceklerini sordum. Hiç tereddütsüz “elbette '' dedi. Akabinde de başarılar diledi ve kendisinin nerede izleyeceğini sordu.

Ben de “Canlı yayını gerçekleştiremediğimiz için yayını canlı seyredebilme şansının kalmadığını ancak banttan yayınını ve sonra da Youtube a “Aslı Stokes '' yazarak bu programın videosunu bulabileceğini, kısa süre önce yaptığımız benzer canlı yayının videosu için youtube “Reşit İsmet '' yazmak suretiyle, isterse o programı da izleyebileceğini anlatınca, beni kutladı. Bu müthiş bir duyguydu, yaptığınız kültürel ve sanatsal bir işin önemini anlayıp takdir eden ve yardımcı olan bir yetkili ile karşılaşmak.

Bu durum ülkemizde nadir yaşanan bir duyguydu . İlerde anılarımda yer vereceğim ve herkesin hayretle okuyacağı ülkemiz için gurur vesilesi olacak etkinlikleri bir çırpıda reddeden yetkililer aklıma gelince '' keşke ülkemizde de böyle yetkililer artsa '' diye iç çektim.

Mutlu şekilde odaya çıkıp eşime bu yeni durumu aktardım. Bu talebimden 15 dakika bile geçmemişti ki çekim için bir salon tahsis edildiğini, ışık ve konumun uygun olup olmadığına karar vermemi, gerekirse alternatif arayacaklarını bildirdiler. Tanınmış ve yoğun müşteri sirkülasyonu olan bu otelde bir çay salonunun sadece bize tahsis edilmesi, müşteri alınmaması, oraya sıcak içecekler ve kurabiyelerin konması, batılı, medeni kültürlerde sanat ve kültür hizmetlerine bakış farkını bir daha ortaya koymuştu. Biraz önce Otel müdürünün yanından ayrılıp odama çıkarken bu örnek davranışlar için hissettiğim duygularımı daha da pekiştirmişti.

Çay salonun en iyi ışık alan bir köşesine konuşlanmıştık. Eğer canlı yayını ve İstanbul merkezle irtibatı sağlamış olsaydık, çekimi doğrudan dizüstü bilgisayarımdan skype bağlantısı ile gerçekleştirecektik. Ancak bu olamayacağı için çekimi eldeki mevcut aparatlar ile sağlamamız gerekiyordu. El kameramız olmasına rağmen telefon ve ipad çekimleri ondan daha net sonuç veriyordu. Çekimi ipad ile yapacaktık ve bunun içinde üçüncü bir kişiye ihtiyacımız vardı. Eşim “Çekimi ben mi yapacağım? “ diye bana şaşırarak bakıyordu.

“Neden olmasın '' dedimse de, ben bile nerede ise bir saat sürecek bu çekimde kolları yorulmadan nasıl yapacağını merak ediyordum. Kolları yukarda tutup hem titretmeden hem de başka bir pozisyon almadan, sabit tutmanın özellikle bir bayan için hiç de kolay olmadığını biliyordum. Önce Aslı ile ben yerimizi aldık, eşimi de tam karşımıza oturttuktan sonra onun önüne koyduğumuz yüksekçe bir sehpaya dirseklerini dayama olanağı yaratınca, yorulma riskini minimuma indirdik. Benim fedakar kameramanım ilk kez böylesi bir çekim yapacaktı. Bir iki deneme çekimi yapıp, görüntülere baktık. Sonuç hiç de kötü değildi.

Elbette bu çekim profesyonel ve tüm teknik olanakların kullanıldığı bir çekim olmadığı gibi en ilkel en doğal bir çekim olacaktı ama bu çekimin amacı, ruhu vermek istediği mesaj, teknik olanaklarının ve çekim kalitesinin kat be kat üstünde bir özelliği olduğunu hepimiz idrak ediyorduk. Bu çekim ile Dublin de Türk kültürüne hizmet eden biz ve Anadolu muzu temsil eden bir kızımızın örnek sanat hayatını kayıt altına alınmış olacaktı.

Bir saat kadar yapılan çekimde, eşim benden daha profesyonel davranıyor, göz kaş harekeleri ile pozisyonumuz, bakış yönümüz için bizi ikaz ediyordu. Çekim bitince üçümüz de sarılarak birbirimizi kutladık. Otelin muhtelif köşelerinde hatıra fotoğrafları çektirdik. Ben uzun yıllar hem müziğini hem de içeriğini çok sevdiğim “Görevimiz tehlike '' isimli TV dizisindeki gibi bütün olumsuzluklara rağmen görevi başarı ile gerçekleştirmiş, o ekip gibi bir sonuç almış duygusuna kapıldım. Birden programın çekimine başlarken başımda “kurşun yemiş “ duygusu yaşatan baş ağrımın çekim sırasında nasıl allahaısmarladık bile demeden gittiğine şaşırdım.

O bile benim heyecanıma, olayı yaşarken hissettiğim mutluluğa direnememiş, müsaade bile istemeden gitmişti.! Artık şu meşhur Novalgine me alternatif ilaç bulduğumu ama her zaman nasıl uygulayacağımı eşime sorunca karşılıklı güldük.

Aslı, evde bekleyen üç çocuğuna bir an evvel kavuşup bakım görevini eşinden görevi alması gerektiğini izah etti. Bu arada bizlere gerek çekim öncesi gerek çekim sonrası detaylı olarak fedakar eşinden ve bu olayı en az kendisi kadar mutlulukla ve gururla karşılamasından ve kendisine her konuda olduğu gibi müzik çalışmalarında da gösterdiği desteğinden bahsetmişti. Aslı nın eve ulaşmak için acele ediyordu. Bizim ise bir an evvel Dublin in merkezine varıp onunla tanışmak için acelemiz vardı. Aslı arabası ile bizi Dublin in en merkez noktasına bıraktı. Her zamanki gibi önceden hazırladığımız şehri kendimizce tanıma yöntemimize başladık.

Çantamdan gerekli notlarımı çıkardım. Gerçekten İrlanda için yazılanların ne kadar doğru olduğunu, bize ne kadar benzediklerini göstermek isteyen İrlandalılar, ilk olarak kırmızı yanmasına rağmen aldırmadan karşıya geçmeleri ile kendilerini sanki bize ispata başladılar. Kurallara her zaman uymaya gayret eden eşim ve benim bu davranışları kabul etmemiz mümkün değildi ancak ne yalan söyleyelim, bizim milletimize benzeyen bu batılı dostların olumsuz da olsa biz Türklere benzer yönlerini görmek ister istemez bizi mutlu etmiş, onları kendimize yakın görmemize sebep olmuştu.

Bu benzerlik üzerine notlarımızda okuduğumuz diğer benzerlik olan “Çevreyi kötü kullanma '' yı hatırlatınca gayri ihtiyari etrafa bakındık. Haklıydılar. Yerdeki yüzlerce sigara izmariti ve çöp çevreyi kötü kullanmada da bizden aşağı kalmadıklarını gösteriyordu. Oysa birkaç ay önce Londra ya konser için götürdüğüm Türk Halk Müziği Korosuna eşlik edecek sigara tiryakisi iki saz sanatçımızın birer saat ara ile sokağa attıkları izmaritleri yakalayan görevli tarafından 100 er pound ceza ile cezalandırılmışlardı. İrlanda ve İngiltere bu konuda oldukça tezattaydılar.

Dublin bir eğlence şehriydi. Pubları, kafeleri tıklım tıklım doluydu ve istisnasız her kapıdan kahkahalar ve mutluluklar dışarı yansıyordu. Çok sevdiğim bir özellikleri de diğer Avrupa ülkelerinden farklı ve yine bizimle benzerlikleri marketlerin geç saatlere kadar açık olmasıydı. Gezdiğimiz caddenin birinde bir Türk restoranını görmek de güzel bir sürpriz oldu. Gerçi görmesek şaşardık. Nerede ise otuz beşi aşan ülkenin hemen hemen hepsinde ya Türk market veya Türk işyeri görmüş ve mutlu olmuştum. Biz dünyanın her yerindeyiz düşüncesiyle yine gururlandık.

 

Karnımız açtı ve bu açlığı Türk kardeşin restoranında gidermeliydik. Bu kez alışılmışın dışında bir şey yapıp kendimize İngiltere de de meşhur olan fish&chips ısmarladık. Daha önce muhtelif yerlerde Fish & Chips yediğimiz için burada yediğimizin çok lezzetli olması nedeni ile bizim milletin her tür yemek konusunda başarılı olduğunu bir kez daha düşünüp dükkandaki Türk elemanı kutlayıp mutlu ettik. Burada da başka ülkelerdeki Türk restoranlarında da olduğu gibi demli çayımız ikram edildi. Bu ne güzel bir adetti.

Ertesi gün sabah erkenden, Dublin i keşfe koyulduk. Dublin de video çekimlerimi sizlerle “Efe '' başlıklı anımda paylaştığım üzere Trieste- Rijeka yolunda arabadan uçan ıpad yerine aldığım yenisi ile yapıyordum. Merkezde çok uygun fiyata tüm şehri dolaştıran dört beş rakip firma vardı. Zaten bu rekabet bir iki saatlik şehir turunu komik bir ücrete düşürmüştü. Bu turların hepsi birbirine benziyordu. Bunu anlayınca herhangi birine atladık.

 

Otobüsün üst katında güzel çekimler yaptıktan sonra karşımıza çıkan muhteşem bir parkta kahve molası ile soluklanmak üzere indiğimizde, ne yazık ipad imi otobüste unuttuğumu anladım. İşin kötüsü bu ipad imin telefon özelliği olmasından bir hattımı da buraya taşımıştım. Panik içinde bir görevli görebilir miyim diye indiğimiz durağa koşunca durakta otobüstekilerle aynı renk ve benzerlikte üniforması olan genç kızın o turun görevlisi olduğunu anladım. Genç bayana durumu anlattım.

 

 

Gayet sakin ifade ile “Bir saat sonra buraya gelin '' dedi. Dediğine uyup bir saat farklı güzel yerleri dolaştık. Dolaşırken gitar çalan ve para topladığı yere adının “Kenan '' olduğu yazılı kağıt koymuş genci dinledik, sonra da mola verdiğinde konuştuk. İrlandalı olduğunu “Kenan '' adının nereden geldiğini bilmediğini ifade etti. Eh artık bir saat geçmişti. Bakalım benim ipad babasına geri mi dönmüştü, yoksa bir İrlandalıda yasadışı bir hayata mı başlamıştı. Tur görevlisi kızın yanına gittiğimizde elinde ipad im bana bakıyordu. Ne yazık ister istemez bu olayın İstanbul da olduğunu hayal ettim ve değil bir saat bir yıl sonra gitsem sonucun değişmeyeceğini acı acı gülerek düşündüm.

 

 

O gün Dublin de gördüğümüz bir başka doğal parkın ise içinden yaklaşık yarım saat süren bir otobüs gezisine rağmen parkın sonuna varamamıştık. Bu park Avrupa da o güne kadar gördüğümüz en büyük parktı. Parkın içindeki cins cins heybetli ağaçlar, rengarenk çiçekler, ara sıra ortaya çıkan sincaplar doyumsuz bir keyif ortamı sağlıyor, insanın coşarak sağa sola koşma duygusu yaratıyordu.

 

 

 

Çok seri davranmamıza rağmen ancak üç müzeyi gezebilmiştik. Daha gezilecek ona yakın müze vardı. Dublin in ortasından geçen Liffey Nehri şehri ikiye ayırıyordu. Nehrin kenarından uğultulu insan, davul ve düdük sesleri gelince irkildik. Uzaktan binlerce kişinin pankart ve bayraklarla yürüdüğünü görünce, yoldan birine “Kim bunlar, ne oluyor? '' diye sordum.

 

O da bu kalabalık topluluğun, Dublin halkı olduğunu ve elektriğe yapılan zammı protesto ettiklerini söylediler. Zam oranını öğrenince şaşırdık. İşte bu açıklama bizlerle Dublinlilerin bu noktada çok ama çok tezat olduğunu bu anlamda henüz bir benzerlik sağlayamadığımız gibi mevcut bakış açılarımızla asla aynı noktaya varamayacağımızı düşünerek üzüldük. Oldukça yorulduğumuz bir noktada gördüğümüz kafede kendimize çay ve pasta ısmarlayarak ödüllendirip , geziye devam ediyorduk ki bu kez herkesin Liffey nehrine iki tarafından da baktığını gördük.

 

 

O sıradaki hava sıcaklığının 5-6 derece olmasına rağmen nehirde yaklaşık bin yüzücünün yarıştığını nehrin üzerindeki bu yüzücülerin gerek görüntüsü gerek çıkardıkları kulaç sesleri ile tam anlamıyla yunus sürüsü görüntüsü yaratmaktaydı. Yaklaşık bin kişinin katıldığını bir kez daha başkaca birilerine de teyit ettirdiğim bu yarışma gerçekten görmeye değerdi. Hele yarışın en sonundaki yüzücüye yüzlerce seyircinin destek anlamıyla yaptığı eğlenceli alkış desteğine biz de katıldık.

 

Dört tarafı denizlerle çevrili ve yüzlerce göl ve akarsuyu olan ülkemizin hava şartlarının da buraya göre çok daha uygun olmasına rağmen bizde böylesi bir yarışma organize etsek ve değil İstanbul ülke çapında duyuru yapsak bin yüzücü bulabilir miydik.?Bulsak böyle bir organizasyon yapabilir miydik.? sorularına fazla takılıp zaten protestocularla bozulan moralimizi daha da bozmak istemedik.

 

Buraya kadar gelip İrlandalıların meşhur siyah Guinness birası fabrikasını görmemek ve bu siyah birayı içmemek onlara hakaret olurdu. Tabi ki bu sevimli insanların olduğu güzel şehre hakaret edemezdik.

 

Carlton oteli konforlu ama merkezden uzak olması ve açık büfe kahvaltısında onlarca çeşide rağmen bizim damak zevkimize uyan hiçbir şey olmaması nedeni ile tüm misafirperverliklerine rağmen oradan ayrılıp şehrin tam göbeğindeki şirin bir otele taşındık. Şimdi gerçekten şehrin tam kalbindeydik ve yolda gidiş geliş ile iki saatlik zaman kaybetmek gibi bir müsrifliğimiz ortadan kalkmıştı. Kısa bir seyahat süresinde iki saatlik zaman kaybı çok önemlidir. Seyahat severler bu husus iyi bilirler.

 

Yeni otele yerleştikten sonra kendimizi sokağa attık . Bizim dört büyüklerin derbi maçları gibi o sırada iki ezeli rakibin rugby maçı nedeni ile şehir ayaktaydı. Caddelerde, sokaklarda binlerce taraftar şarkılar, marşlar söylüyordu. Bizi yine hem düşündüren hem kıskandıran manzara bu yıllardır ezeli rakip olan taraftarların, şehrin her noktasında karşılaştıklarında birbirlerine saygı ile selam vermeleri şakalaşmaları ve asla en ufak bir rahatsızlık verecek davranış içinde olmamalarıydı.

 

Bir anda Kadıköy de Galatasaray, Fenerbahçe fanatiklerinin taşlı savaşında yoldan geçen bir yaşlı bayanla birlikte kendimizi taş yağmurundan korumak için nasıl da çöp konteynerinin arkasına attığımızı ve yarım saat orada, yerlerde saklanmamızı hatırladım. Dublin deki bu önemli maçın bir süre sonra bir tarafın farklı kazanması ile sonlandığı duyduk. Oysa sonuç kimseyi etkilememiş, her iki takımın taraftarları maç öncesi gibi yine birbirlerine saygılı ve dostane davranışa devam ettiklerini de hayretle tespit ettik. Yakaladığım bu örnek davranışları ipad ime kaydettim. “Belki de bu kayıtlar bizim kulüpler tarafından eğitim amaçlı kullanılabilir '' diye düşündüm.

 

Her güzel olayın sonu olduğu gibi Dublin maceramızın da sonuna gelmiştik. Pek çok güzel anıyı sandığımıza doldurmuştuk. İstanbul a geldikten sonra Kurucusu ve Başkanı olduğum Derneğin açılışı ile mevcut üç koromuzun çalışmaları her sezon olduğu gibi yine hummalı başlamıştı. Derneğimiz için gurur vesilesi olan bir süre sonra üçüncüsünü gerçekleştireceğimiz Türk Halk Müziği ödüllü ses yarışmamızın finalistlerinin belirlenmesine de çok az kalmıştı.

 

Türk Halk Müziğinin en önemli ustalarının jüri üyesi olarak yer aldığı bu yarışmalarımızda bir yıl önce Türk Halk Müziğinin duayeni büyük usta Rahmetli Muzaffer Akgün debulunuyordu. Bu teşrif Dernek tarihimizde gururla anacağımız bir hatıra olarak yerini almıştı. O yarışmadan sonra kaybettiğimiz büyük ustanın anısına bu kez ilk üç ödül yanında “Muzaffer Akgün özel ödülü “ koymaya karar verdik.

 

Tüm bu çalışmalar devam ederken beni Dublin den Aslı aradı. Hal hatırdan sonra bana “Hocam eğer müsaadeniz olursa, ben de ses yarışmanız katılmak istiyorum . '' dedi.

“Ne demek. Elbette. Zaten yarışma herkese açık. Hele ki sen ta Dublin den gelip dönmeyi göze aldıktan sonra bizim için sorun yok “ dedim. Kısa bir süre sonra Aslı yarışmaya katılacağı türkülerin demolarını gönderdi. Ben de koro şefimiz Taşkın Doğanışık başkanlığındaki seçici jüriye ilettim. Jürinin bir süre sonra açıkladığı finalistler içinde Aslı yı görünce çok sevindim. Ve hemen bu müjdeyi ilettim. Doğal olarak çok sevinmişti. Aslı final konserine çıkacaktı.

 

Yarışma çok çekişmeli, heyecanlı bir o kadar da keyifli geçiyordu. Zaten bilen duyan tüm Türkü dostları yarışmayı izlemeye gelmişlerdi. Sabahat Aslan, Zera Ganioğlu, Soner Özbilen, Rüstem Avcı, Celal Bakar, Semra Türel gibi usta isimlerin yanında özellikle Kadıköylülerin sevdiği ve takdir ettiği Sanat gönüllüsü Nesibe Müsevitoğlu ile derneğimizin koro şefleri de jüride idi.

 

Yarışmada büyük heyecanla Aslı da dahil tüm finalistler dinlendi. Yarışma sonunda oylama açıklandığında Aslı Stokes “ Muzaffer Akgün Özel ödülü “ne layık görülmüştü. Bu çok güzel bir sonuçtu. Aslı bu ödülü bileğinin hakkı ile almıştı. Zaten Dublin de Türk kültürünü bir kahraman gibi temsil etmesi yanında bu ödül bile ona azdı. Anadolumuzun bağrından çıkan ta Dublin e kadar yolu düşen, yakasından Atatürk ün rozetini çıkarmayan bu kızımız asla geldiği toprakları ve kültürü unutmamış, o yanık sesi ve bağlaması ile türkülerini içli içli söylüyordu…

 

AL MENDİL SENDE KALSIN

SAKLA KOYNUNDA KALSIN

BEN MURAD ALAMADIM

MENDİLİM MURAD ALSIN

 

 

 

Serdar Taştanoğlu

Dragos Musıki Derneği Başkanı

05 Mart 2016 Cumartesi

 

 YORUMLAR

ZELIHA BETUL HALAC yorum yaptı...       

Sehir Ve Insan Iliskileri    09.03.2016

Harika bir gezide Dublin ve kültür sanatçımız Aslı Stokes,,, elinize saglik Serdar Taştanoğlu,,harika bir yorumla bizi guzel yerlerde. gezdirdiğıniz için çok teşekkürler.sağolunuz,

 

ÇÖLBAN GERÇEK yorum yaptı...  

Dublinde Yanık Ses         06.03.2016

Serdar bey yazınızı zevkle okudum... Sayenizde Dublin'i tanımış gezmiş gibi oldum, özellikle de bize olan benzerlikleri çok ilgimi çekti ... Asli kızımızı başarısından dolayı tebrik eder Devamında da yeni başarılar dilerim... Size de Sanata ve Kültüre yaptığınız katkılar için çok teşekkür ederim...Kaleminize emeğinize sağlık...

 

 

GÜLDEREN yorum yaptı...          

DEGERLI BASKANIM        05.03.2016

SAYGI DEGERLI BASKANIM SIZI KUTLARIM ILK BASTA COK ZAHMELI BAS AGRILARI SIKINTILAR AMA SONUCDA COK BASARILI MUTLU BIR BASARI YAKALADIGINIZI OKUDUM MUTLU OLDUM HELEKI ASLI KIZIMIZIN YANIK SESINDEN GÜZEL ANLAMLI TÜRKÜYLE YARISMADA BIRINCI OLMASI BENIDE COK MUTLU ETI SANKI BENDE SIZINLE YOL ALMIS KADAR HEYCENLANDIM NEKADAR GÜZEL BIR AKDARMA OLMUS ANBEAN NOKTASINA VIRGÜLÜNE KADAR ANBEAN BIZLERE AKDARDIGINIZ ICIN SONSUZ TESEKKÜRLER EDIYORUM SEVGILERIMI SAYGILARIMI YOLUYORUM EFENDIM...

 

Henüz Yorum yok

İlk yorumu siz yazın.

Yorum Bırakın

E-Mail adresiniz yayınlanmaz.







Yazarın Diğer Makaleleri