ZEYTİNBURNULU AUDREY ALANYALI PHİLİP

ZEYTİNBURNULU AUDREY ALANYALI PHİLİP

Türkiye'de mutlu Hollandalı bir Ailenin Hikayesi..

Hollanda’nın, Den Helder şehri bizim Kocaeli nin, Gölcükü konumunda, donanmanın bulunduğu, denizciliğin üssü olan bir şehirdir. Ülkenin kuzeyinde olması ile kısmen daha soğuk, sakin ve çalışmaya gelen Türklerin çok az olduğu bu şehirde, Hollanda Kraliyet bursu kazanıp Denizcilik İşletmesi yüksek lisans için gelen, ilk ve tek Türktüm.

Çok nadir karşılaştığım gurbetçi Türkler, durumuma hem şaşırıyor, hem de gururlanıyorlardı. Aynı evi paylaşmak zorunda kaldığım okul arkadaşlarım, değişik ülkelerden benim gibi burs kazanıp gelmiş yaşıtlarımdı. Malezyadan Samsuddin, Dominik Cumhuriyetinden Ramon Emillio Mella Flores, Perudan Arthura Hernandes.

        

Burs ödeneği ile tek başına ev kiralamak oldukça maliyet getirdiğinden, burs kazanan bizler hem konforlu olması, hem de maliyeti düşürmek açısından dört veya beş kişilik gruplar oluşturarak ev tutmaya çabalıyorduk. Benim kader çizgim ise bu üç farklı yöreden dünya insanı ile kesişti. Ancak aynı amaçla bir araya gelmiş, fakat her biri farklı inanç ve kültürden gelen, bu dört erkekten oluşan ailede, sorunlar daha ilk günden başladı . Ben dahil diğer beyler, ev işlerinin tamamına hakim değildik. Hepimiz eksik gedik bir şeyler biliyorsak da, ilk hafta evde yaşanan kaoslar, ortak alanların savaş alanına dönmesi ileride neler olabileceğinin habercisi idi.

Kiraladığımız dubleks evde, her birimize ait yatak odaları dışındaki yerler, ortak kullanım alanlarımızdı. Mutfakta aynı saatte dört erkeğin yemek yapma mücadelesi tam bir “Charlie Chaplin '' filmlerindeki sahneleri andırıyordu. Acil eylem planı yapmak gerekiyordu. Sonunda benim önerim, coşkuyla kabul edildi. Evin yemeklerini, ben yapacaktım ancak bulaşık ve temizlik, alışveriş işlerinden muaf tutulacaktım ve ben mutfakta çalışırken kimse mutfağa girmeyecekti.

KURU FASULYELİ MENÜM…

Ve… ilk akşam yemeği menüm bir Türk klasiği oldu. “Çorba, kuru fasulye, pilav, çoban salata '' . Her ne kadar Perulu Arthuro çoban salata tabağına toz şeker gezdirmek istediyse de onun payını hemen ayırarak işi kurtardık. Malezyalı Sam de dolabından çıkardığı zehir gibi acı ve dayanılmaz kokulu baharatları pilav tenceresine serpiştirmek istese de engel olduk. Herkesin mutluluktan ağızları kulaklarındaydı. Bu o kadar normaldi ki bir haftadır abur cuburla geçiştirilen geceler, bir anda şölene dönmüştü.

Bir süre sonra başka gönüllü faaliyetim başladı. Evdeki arkadaşlarıma “saç tıraşı hizmeti '' . İşin eğlenceli tarafı onlar, kesim tercihlerini tarif etseler de, ben tiplerine gidecek saç kesimini istediğim gibi yapıyordum, kahkahalara geçen tıraş seansları da eğlencemiz olmuştu. Bu iki olay benim yoğun ders çalışma dışında şehirde yapacak hiçbir sosyal etkinliğin olmamasına ilaç gibi gelmişti ve her iki hobimi de uygulamaya koymuştum…

 

Yemek yapma serüvenim Akademiye taşınınca, duyanların “yemeğe davet edilmeme“ sitemleriyle karşılaşmaya başladım. Bunlardan biri de okul öğrenci işlerinde çalışan, bizlere çok yardımcı olan Bayan Audrey Uitdewilligen‘di. Eşi Phillip de bu yemek yapma şöhretimden bahsetmiş, yemeğe çok düşkün olan Philip ve Audrey , malzemeleri kendileri almak koşuluyla beni bir hafta sonu yemek yapmaya davet ettiler. Birlikte malzemeleri aldıktan sonra o gece onlara “Tarhana çorbası, tepside patlıcanlı kebap, bulgur pilavı, cacık ve sütlaç '' dan oluşan bir menü hazırladım. Bu menünün beni çok özel ve önemli biri yaptığı gibi, Uitdewilligen Ailesi ile 26 yıl devam edecek dostluğumuzun, başlangıcı olduğunu, o zamanlar ne onlar, ne de ben tahmin edebilirdik.

                                        

Ertesi yıl, yanıma eşim ve o sırada dört yaşında olan oğlum gelince, ben arkadaşlarımdan ayrılıp, ev tutmak durumunda kaldım. Bu ayrılık bugünkü tabirle benim kankaları çok etkiledi zira ayrılışımla hem evin kuaförünü, hem aşçısını hem de her gün bir sürpriz yaratan arkadaşlarını kaybetmişlerdi. Oysa ben uzun süredir hasretlerini çektiğim aile ortamına kavuşmuştum, aynı zamanda mutfakta geçen zamanımı da tez hazırlamak için kullanma şansını yakalamıştım. Onları yemek konforuna alıştırdıktan sonra tekrar eski hallerine bırakmak ve çoğunlukla onları Mc Donalts da görmek, bende Suçluluk hissi yaratıyordu.

 

                                       

Bu arada yoğun ders programlarımı başarı ile takip ediyor ama sosyal yaşantımızda geniş bir çevre edinerek birçok yeni dostlar kazanırken, oğlumuzla yaşıt iki çocuğu olan Uittewilligen ailesi ile de dostluğumuz giderek, pekişiyordu.

SEVGİLİM İSTANBUL'A KAVUŞUYORDUM…

Ve gün geldi, Yüksek Lisans eğitimim tamamlandı, yurda dönüş hazırlıkları başladı. Dostlardan ayrılmak oldukça zor olsa da, burnumuzda tüten Vatanımıza, topraklarımıza kavuşmanın mutluluğu ve keyfi tarif edilemezdi. Vatan hasretinin nasıl bir hasret olduğunu ancak uzun süre Vatanından ayrılanlar çok iyi bilirler. Benim İstanbul aşkım, bir başkadır. Çocukluğumdan beri tam anlamıyla tutkudur bu şehir benim için. Ve aşkıma kavuşmuştum.

Aradan bir yıl geçmişti ki aldığımız bir telefon haberi bizi çok mutlu etti. Uitdewilligen ailesi İstanbul a bizi görmeye geliyordu. Onlara İstanbul u en iyi şekilde tanıtmak için gerekli hazırlıklara başladık. Kafamda oluşan fikir, onlara İstanbul u bir turist gözüyle değil, bir İstanbullu gözüyle tanıtmaktı ki, bir hafta süren gezimiz de bunu çok iyi başardığımızı, onlardan defalarca aldığımız takdir ifadelerinden anlaşılıyordu.

Ancak bendeki İstanbul aşkının, o sırada onlara da geçtiğini ne yazık ki anlayamamıştım. Fakat bunu anlamakta gecikmedim. Zira Hollanda ya dönüşlerinden henüz birkaç ay geçmişti ki “Serdar, biz yeniden İstanbul a geliyoruz. '' haberine ben bile çok şaşırmıştım. Yine gezdik, dolaştık, İstanbul a farklı pencerelerden baktırdık ve yine yolcu ettik. Ama kısa bir süre sonra yeniden geliş haberleri ve sonrası, sonrası derken, Uitdewilligenler İstanbul a artık yılda beş- altı kez gelmeye başladılar. Bu geliş gidişler yıllarca devam etti ve bazen biz onların bu trafiğini takip edemez olduk. Bu arada İstanbul da epeyce dost ve arkadaş edinmişlerdi. Doktordan, telefon kart kolleksiyonerine, Eminönü’ndeki seyyar satıcıdan, Galata Köprüsündeki Pub’ın garsonuna, Mercan’daki oyuncakçıya kadar oldukça farklı kesimlerden bir portföy oluşturmuşlardı 

        

SENİNLE RÖPORTAJ YAPMAK İSTİYORLAR...

 

Aradan on yıla yakın bir süre geçmişti ki, bir gece yine Hollanda dan heyecanla aradılar: “Serdar, müthiş bir haberimiz var! . Biz Hollanda da yayın yapan bir TV programında İstanbul u en iyi tanıyıp , bilenler yarışmasına katıldık ve bu yarışmada birinci olduk. Ödül ise bir haftalık İstanbul tatili. Aynı zamanda televizyon çekimi de yapılacak. Program formatında İstanbul‘u nasıl bu kadar iyi öğrendiniz?.. şeklindeki soruda senden bahsedince, bu kez TV ekibi, yapılacak çekimlerde, senin ve ailenin de olmasını ve seninle röportaj yapmak istediklerini söylediler. Ona göre hazır olun, gibi, kalabalık bir TV ekibi ile İstanbul un Uitdewilligenleri gezdirdiğim yerlerinde çekimler yapıldı. Yapılan röportajda onlarla tanışma ve tanıtma serüvenimi anlattım. Birkaç hafta sonra program Hollanda da yayınlandı. Uydudan yayınlanan bu programı bizim izlememiz kısmet olmasa da Almanya, Fransa Belçika, Lüksemburg dan izlendiğini ve programı orada yaşayan geniş bir dost çevremizin seyrettiğini, günlerce kutlama telefonu ve maili almamızdan anlamış olduk.

Böylece gençliğimden beri onlarca yabancıya gezdirdiğim ve tanıttığım güzel İstanbul’umu tanıtma çabalarım bu programla tescillendi. Bir yerde “Fahri Turizm Elçisi “ olmuştum.

Aradan dört yada beş yıl daha geçmişti. Oğlumun yaşıtı olan; Gabriella nın bir oğlu olduğu müjdesi geldi. Melez toruna hepsinin gırtlaktan telaffuz ederken zevk aldıkları isim bulunmuştu: “Genereino ''

Ve her iki çocuklarının artık kendi ayakları üstünde durmaları, Uittewillgenlerin, gönüllerindeki arzunun ortaya çıkmasını sağladı.

                                

 

ZEYTİNBURNU NDA HAYATIN TAM İÇİNDEYDİLER…

 

Artık İstanbulu seven değil, İstanbullu olmaya karar verdiklerini yine bir telefon haberiyle verdiler. Den helder deki işlerinden ayrılıp, evlerini satıp yerleşmeye karar vermişlerdi. Bu konu için bir araya geldiğimizde, dostlarıma kararlarını bir daha gözden geçirmelerini, benim neden olduğum bu aşkın, hüsranla bitmesinden üzüleceğimi ifade ettim. Ve anladım ki kararları kesindi ve uygulayacaklardı.

Uittewillgenler bir buçuk yıl, Zeytinburnu’nda yaşadılar. Hayatın tam içindeydiler. Philip in bana gece yarısı kaydederek dinlettiği “Ramazan davulcusunun sahur showu“ çok ilginçti. Ancak İstanbullu sevgilinin verdiği, sıkıntılarla onlar uzun süre mücadele edememişlerdi. İstanbul zor gelse de, Türkiye sevdası son bulmadı Uitdewillenlerin . Zaten “gemileri de yakmışlardı“. Alanya da aldıkları bahçeli ev onlar için yeni bir maceranın başlangıcı oldu.

Ve şimdi Türkçe konuşan, yazan, Uitdewillgenler orada hem denizin güneşin tadını çıkardıklarını, hem de ticaret yaparak mutlu olduklarını sıkça anlatıyorlar. Son aradıklarında yeni müjdeleri; Genereino nun melez bir kardeşi, Jeremy nin ise bir kız çocuğu olduğu ve evi genişlettikleri ile bizi bekledikleri oldu...

Hollanda da tanıştığım dostluklarımdan hemen hemen hepsi İstanbul a ziyaretime geldiler ve Türkiye yi ve Türk insanını tanımış olmaktan mutlu döndüler.

Değerli okurlarım, Türkiye işte böyle güzel bir ülke ancak bu güzelliği iyi anlamak ve yürekten anlatmak zorundayız. Onlara evimize gelen birer misafir gözüyle bakılması çok önemli. Zaten coğrafyamız, kültürümüz onları hayran bırakmaya yeterli ama bu hayranlığı dostlukla sevgiyle tamamlayarak perçinlemek gerekiyor.

Bir turist bulunduğu atmosferden ne kadar etkilenirse etkilensin fahiş fiyatla mal satılarak dolandırıldığını anladığı an ya da mesafeli yere fazla ücret için dolaştırıldığını gördüğü an etkisi altındaki büyük hayal kırıklığına dönüşür. Ülkemize gelen turistlerinde en az bizler kadar zeka ve duyguya sahip olabilecekleri unutmayalım…

İler ki yazılarımdan birinde Belçikalı dostlarım Linda ve Jean Claude’nin Eminönü’ndeki kuyumcu tarafından  nasıl kandırıldıklarını anlatacağım…………..

Serdar Taştanoğlu

Dragos Musıki Derneği Başkanı

03 Ocak 2016 Pazar

 

          

         

                  

                                 

                 

                                    

 

                                  

                            

 

                            

 

                                 

 

                              

 

      

 

                           

 

                           

 

                             

 

                           

 

YORUMLAR

SUZAN KÖYMEN Yorum yaptı   

Niyet 27.05.2018

Sevgili Serdar bey.Her şeyin başı samimiyet iyi niyet iyi niyetle başladığımız ama hayatınıza hiç tatmadığınız bir tat konsa iyi niyetinizle bala döner.Sizin iyi niyetiniz ne kadar iyi bir berber olmasanız bile ALTIN MAKAS Beşiktaşı'ın ünlü berberi dönüşüyor yemekleriniz Bolu'lu ustaları aratmıyor .Bu herkese nasip olmayan bir alış veriş tıpkı benim AYLA hM .aynı odayı paylaşmam gibi gece 00.2 de hışır hışır çanta toplası bana nini gibi geldi .Ama neden siz bana niyetinizi elektiriklemiştiniz tıpkı AYLA Hm.FUL arayışınız gibi .İşte güzel İSTANBUL'a kazandırdığınız o güzel aileyi gibi Tıpkı sizden bahsederek büyük olmanın verdi ve sizin samimiyetinize güvenerek .-Canım bizim SERDAR ve AYSEL demek nekadr güzel bir duygu başarı sizin adınız bu güzel aileyi ve kandırdıklarınıza kocaman sevgiler ..YÜRÜYELİM ARKADAŞLAR Ablanız Suzan KÖYMEN

VİCDAN yorum yaptı...

Türk İnsanının Sıcaklığı 15.01.2016

Türkler ata erkil bir toplum olduğu için. Ailelerine düşkündürler ve mutlaka anne babadan çocuklar çok şey öğrenmişlerdir. En başta saygı ve sevgi sonrada aç kalmayacak kadar herşeyi bilir bizim çocuklarımız. Dostluk ,arkadaşlık çok önemli bir kavramdır ve bunu yazınızda çok güzel yaşadığınızı ifade etmişsiniz çok sağolun. SERDAR TAŞDANOĞLU .

ENİS ASASLAN yorum yaptı...

Başarınızı Tebrik 07.01.2016

Ben 45 senedir Hollanda'da yaşıyorum hiç mutlu olmadım ve sevmedim başıma dan geçenler roman olur burda 2 kere nasyonal 1 kere internasyonal şampiyon oldum isim yaptım işimde çok başarılı oldum birçok sertifika fabrikanın gümüş nişanını aldım şimdi 75 yaşın kennera atılmış zor geçinen yaşlı biriyim siz Türkiye'de yaptınınıs bizde burda ama unutmayın yoğurdun kaymağını yemesini ve insanı çok güzel kullanmasını biliyorlar artık Türk'ler biraz gözlerini açsınlar yazdığınız yazıyı biraz daha dikkatlice okuyun

HAŞMET HALİLAĞAOĞLU yorum yaptı...

Ülkesini Seven İnsanını Seven Vatansever. 05.01.2016

Değerli dostum Serdar Taştanoğlu sizin yazdıklarınızı okuyunca sizi deruni tanıma fırsatım oldu kitap yazılabilir çok memnun oldum. İyi niyetli, ciddi, mücadeleci, azimli, güven verici yaşamınızı kutluyorum selam ve saygılar.

1 Yorum

Halit Çalışkan

Halit Çalışkan

29 Agustos 2023
Serdar hocam yine muhteşem bir yazı tebrikler keşke bizim de böyleanılarımız olup yazabilseydik arkadaşınızın vefatı dolayısıyla başsağlığı diler ailesine ve size sabırlar dilerim

Yorum Bırakın

E-Mail adresiniz yayınlanmaz.







Yazarın Diğer Makaleleri